Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir süredir televizyonlarımızda ve internet medyasında İngiltere’nin yeni başbakanının Türk asıllı olmasını konuşuyoruz. Hatta Çankırı’daki köyüne gidip akrabalarına mikrofon bile uzattık.

        Habercilik açısından işin biraz da magazin tarafını göz önünde bulundurursanız gayet keyifli sayılabilir.

        Kemal Tahir, Kurt Kanunu kitabında İngiltere’nin yeni Başbakanı Boris Johnson’in büyük dedesi Osmanlı Devleti’nin son dâhiliye nazırı (içişleri bakanı) Ali Kemal’den bahsediyor.

        Burada “babasına yapamadıkları yardımı oğluna yaparlar” dediği şahıs, Ali Kemal’in oğlu Zeki Kuneralp. Kendisi İsviçre’de hukuk okuduktan sonra, İnönü cumhurbaşkanıyken özel izniyle Türkiye’ye döndü ve hariciyeye girdi.

        Çeşitli görevlerden sonra Paris, Bern, Londra ve Madrid büyükelçilikleri görevini yürüttü. Karısı 1978 yılında Madrid’te Asala tarafından öldürüldü.

        Zeki Kuneralp’in oğlu Selim de büyükelçilik yaptı. Kemal Tahir “Kurt Kanunu” romanını yazdığında ve kitap basıldığında (1964-1972) Zeki Koneralp Londra Büyükelçisiydi.

        Kemal Tahir Nisan 1973’te vefat etti. Elbette Boris Johnson’dan haberi yoktu.

        Ancak bunlar, Tahir’in asıl işaret etmek istediği noktayı gözden kaçırmamamız noktasında önemli detaylar.

        Johnson’la yeniden gündeme gelen dünyada “Türk asıllı” olmakla ilgili, kafa karışıklığı yaşadığımız bir durum var.

        Bir insanın bırakın dedelerinin Türk olmasını, bizzat kendisi veya babası bu topraklarda doğmuş ve bu coğrafyanın kültürüyle yoğrulmuş dahi olsa, vatanını kendisine, kendisini vatanına ait hissetmiyorsa, onun doğduğu memleketin, babası veya dedesinin Osmanlı-Türk olmasının hiçbir hikmeti yoktur.

        Hatta bazen bu tür insanlar Türkiye’ye uluslararası meselelerde hasımlarından daha fazla zarar verirler.

        Mesela; “Almanya’da falanca partinin eşbaşkanı Türk” , “Avrupa Parlamentosunda şu kadar Türk asıllı vekil var”.

        Peki bu insanlar şimdiye kadar Türkiye için ne yaptı?

        Yeri geldi bazıları AB müzakerelerinde, Avrupalılardan daha fazla Türkiye aleyhine çalıştı.

        Türkiye’nin bugün yurtdışında en çok sıkıntı çektiği konu FETÖ ve PKK değil mi? Bu terör örgütlerinin mensupları da “Türk vatandaşı” değil midir!

        Bir de Mardin’in Savur kasabasında dünyaya gelen Aziz Sancar var mesela.

        Nobel Kimya Ödülü'nü kazanmasının ardından sosyal medyada etnik kökeni tartışıldığında; "Türk olduğunu unutmayacaksın. Ben Türk’üm dediğinde kendinle gurur duyacaksın ki karşınızdaki adam da size hürmet göstersin, onu söyledim gençlere" diyen bir Aziz Sancar.

        Barack Hüseyin Obama Amerikan Başkanı seçildiğinde İslam dünyasında konuşulanları hatırlıyor musunuz? “Bir kere adı Hüseyin” diye başlayan sohbetleri.

        Oysa Obama sadece Amerikan Başkanıydı. İslam coğrafyası öyle olduğunu, görev süresinin bitiminde karşılaştığı maliyetle daha iyi anladı.

        Meksika’dan, Güneydoğu Asya’dan, Afrika’dan, Güney Amerika’dan ABD’ye göç etmiş ve vatandaşlık almış rengarenk insanlar, farklı etnik unsurlardan olmakla beraber önce “Amerikalı”dır. Amerika’nın çıkarlarını savunmak için çalışırlar, hatta savaşırlar.

        Son Dünya Kupasında Fransa milli takımındaki 22 oyuncudan 16’sı göçmendi. Bunların 12’si ise Afrika kökenli. Ancak sorduğunuzda hepsi Fransızdı ve Fransa’nın başarısı için mücadele ediyordu.

        Örnekler çoğaltılabilir. Özetle mesele; Türk, Kürt, Arap, Laz, Çerkes, Gürcü, Boşnak, Afrikalı, Afgan, Uygur olmanızdan ziyade, kendinizi vatan bildiğiniz bu topraklara ne kadar ait hissettiğinizdir. Yoksa ananız babanız falanca köyde doğmuş, ne yazar.

        REKLAM

        ***

        Aramızda faizin düşmesinden rahatsız olan var mı?

        Ekonomi, alanım değil. Ancak bu durum ekonomi servisindeki arkadaşlarla neredeyse her gün dolar – faiz – kriz muhabbeti yapmamıza bir engel teşkil etmiyor.

        Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya görevden alındığında muhalefetten ciddi eleştiriler gelmiş, bazı ekonomistler de bunun “piyasalara olumsuz etkisinden” söz etmişti.

        Faiz gerçekten başımızın belası. Şu sıralar bankalara kredi borcu olan firmaları, batma noktasına getirdiğine tanıklık ediyoruz. Her ay milyonlarca lira (sadece) faiz ödeyen iş insanları var.

        Hiçbir iş yapmadan parasını faize yatırıp büyük “faydalar” elde edenler de…

        Merkez Bankası Başkanı değişti(rildi). Akabinde politika faizi, 4 buçuk yıl aranın ardından 425 baz puanlık indirim sonucu yüzde 24’ten yüzde 19.75’e geriledi. Herkes dolara kilitlendi, dolar da düşünüldüğü gibi yükselmedi. Hatta bir miktar değer kaybetti.

        Merakımdan soruyorum; bunda rahatsız edici bir şey var mı?

        Türkiye hala en yüksek politika faizine sahip 6. Ülke olmayı sürdürüyor.

        Merkez Bankası Başkanını görevden aldığı için eleştirilen Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Merkez Bankası 425 puanlık düşüşe gitti peki ne oldu? Her şey yerle yeksan oldu mu? Battık mı? Bittik mi? Hayır. Piyasalar bu durumu gayet normal karşıladı. Zira olması gereken zaten buydu. Bu bile yeterli değil. Yılsonuna kadar bunun kademeli bir şekilde devamı gerekir” dedi.

        Kendi kendime; “Peki buna katılmayan var mı? Varsa, nedenini bize açıklar mı?” diye sorduktan sonra Habertürk’ten Gökhan Şen’in yazılarına göz attım, ilgiliyseniz size de öneririm.

        Diğer Yazılar