Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçtiğimiz günlerde, Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın, Osmanlı Devleti’nin Lübnan’da, “devlet terörü” uyguladığı yönündeki akılalmaz ithamına Dış İşleri Bakanlığı aracılığıyla sert tepki gösterildi.

        Peki Lübnan Cumhurbaşkanı, Lübnan’ın kuruluşunun 100. Yıldönümü'nde yaptığı konuşmada Arap topraklarını yüzyıllarca yönetmiş Osmanlı’ya bu tip suçlamaları ne maksatla yöneltiyor?

        Yine geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan eğitim müfredatında yaptığı değişiklikle, Osmanlı dönemi için “Osmanlı Hilafeti” tanımlamasını “işgalci devlet” ifadesine dönüştürdü.

        Daha öncesinde de Muhammed Essaid adlı bir Suudi yazar, Birinci Dünya Savaşı yıllarındaki seferberlik döneminin anlatıldığı iddia edilen bir kitap yayınladı. Kitabın adı da “Seferberlik: Osmanlılar’ın Medine-i Münevvere’de işledikleri suçların yüzüncü yılı”.

        Üstelik kitap Suudi Kralı Selman Bin Abdülaziz’e de takdim edildi. Bununla ilgili fotoğraflar da medyada yayınlandı.

        Kitap adından da anlaşılacağı üzere “seferberliği” bizim bildiğimiz manasıyla anlatmıyor. Kitapta Osmanlı Devleti ve Medine müdafii Fahreddin Paşa hedef alınıyor. Hani Arabistan’ın bölgedeki baş müttefiki ve Ortadoğu’daki karanlık işlerin çoğunun arkasındaki devlet olan Birleşik Arap Emirlikleri veliahtının “hırsız” diye suçladığı “Kahraman Fahreddin Paşa.”

        Geçtiğimiz yıl BAE veliahdının bu küstahlığına, Ankara’daki BAE elçiliğinin bulunduğu sokağın adını “Fahreddin Paşa Sokağı” şeklinde değiştirerek güzel bir cevap vermiştik.

        Essaid’in kitabına dönecek olursak, Suudi Arabistan medyasının amiral gemisi konumundaki El Arabiya TV’nin internet sitesinde yayınlanan kitap tanıtımında şöyle deniyor: “Kitap, Essaid’in El Arabiya internet sitesinde yayınlanan ‘Osmanlılar’ın seferberlik suçlarının yüzüncü yılı’ adlı makalesinden 6 yıl sonra geldi.”

        Anlayacağınız söz konusu yazar, Osmanlı Devleti’ni kendine iş edinmiş ve yıllardır bunun üzerine çalışıyor. Kitabı krala da takdim ettiğine göre bu işin arkasında daha da büyük bir dolap dönüyor.

        Suudi Arabistan ve Körfez’de “Seferberlik” günlerini konu aldığı iddia edilen başka kitaplar da var. Suudi romancı Makbul Musa el Alavi ve Sadi Bin Velid Tulat’ın kitapları bunlardan bazıları.

        Bu kitapların kapak tasarımındaki Hicaz demiryolu ve tren resimleri, bir hayli dikkat çekici. Aklımıza birden Suriye yapımı olan ve o dönemleri yine Suriye’nin resmi bakış açısı çerçevesinde ele alan “Toprak Kardeşliği” (اخوة التراب) adlı dizi geliyor.

        Dizide yoğun olarak Cemal Paşa ve Seferberlik dönemi ve Şerif Hüseyin’in İngiliz desteğiyle isyanı işleniyordu. Az çok Ortadoğu’dan haberdar olanlar, Araplar’ın Cemal Paşa’yı “kasap” diye tanımladıklarını bilir.

        Bu ve buna benzer birçok örnek daha sıralayabiliriz. Konuyla ilgili araştırma yaparken karşıma; “Arap Romanlarında Osmanlı” adlı bir makale çıktı. Makalede Ürdünlü romancı ve siyasetçi Tahir El Advan’ın romanından bir alıntı yapılmış. Alıntı Arap hafızasında Seferberlik’in nasıl işlendiğiyle ilgili önemli mesajlar veriyor:

        “Osmanlılar zamanında Şam’dan Cemal Paşa tarafından gönderilen bir elçi geldi. Askere gidecek adam istiyordu. Erkekler de dağlara kaçtı. Allah rahmet eylesin Şeyh Avvad dedi ki; eğer bizim adamlarımızı alırsanız bizim diyarımızı (ahalimizi) kim koruyacak? Bizim ahalimiz ve diyarımızın bağrı açıkken başkasının diyarını nasıl koruyabiliriz?”

        Osmanlı’nın Arap dünyasındaki egemenliğinin sona ermesinden sonra Türk-Arap ilişkilerinde bu ve buna benzer bakış açıları sıklıkla gündeme geliyor. Osmanlı dönemi farkı anlatımlarla özellikle son yıllarda Türkiye’nin bölgedeki itibarını zedelemek için kullanılıyor.

        PEKİ NE YAPMALI?

        Lübnan Cumhurbaşkanı Avn’ın açıklamaları akıllara “neden?” şeklinde bir soru işareti getirmiş olabilir.

        Ancak daha önce BAE veliahtının sosyal medyadaki paylaşımları ve Essaid’in Seferberlik kitabı ve bunu krala takdim ederken yayınlanan fotoğrafları siyasi bir tutumun göstergesi gibi.

        Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye’yi Ortadoğu’da ciddi bir rakip olarak görüyor.

        Dolayısıyla, Türkiye’ye zarar verebilmek adına bütün yolları kullanmaktan da çekinmiyorlar. Sadece son zamanlarda Suriye’nin kuzeyindeki terör örgütüyle kurdukları ilişki bile bunun göstergesi.

        Başvurdukları en bilindik yollardan biri de Arap kamuoyuna sürekli Osmanlı’yla ilgili kötü anektodlar anlatıp, “Bakın bunların dedeleri zamanında size neler yaptılar?” algısını yerleştirmek.

        Hatırlarsanız Fahreddin Paşa’ya “hırsız” şeklinde dil uzatan BAE veliahtı; “Erdoğan’ın dedeleri” ifadesini kullanmıştı.

        Türkiye’nin bunlarla mücadelesi ancak “Yumuşak Gücü”nü etkin bir şekilde kullanmasından geçiyor. Burada diplomatik ilişkilerin yanında, toplumla olan bağın da sıkı tutulması gerekiyor.

        Bir zamanlar Türk dizileri bu algının şekillenmesinde çok etkiliydi.

        Uzun zamandır başta Suud ve BAE olmak üzere bazı Arap ülkelerinin medya kuruluşları Türkiye aleyhine yoğun şekilde tezvirat yapıyor. Asılsız haberler veya eksik bilgilerle inşa edilen süreçlerin Türkiye’nin bu coğrafyadaki algısına zarar verdiği çok açık. Mısır ve Körfez ülkeleriyle yaşanan bazı gerilimler sonrası Arap ülkelerinde bir hayli yaygın olan Türk dizileri neredeyse tamamen ekranlardan kaldırıldı ve yasaklandı.

        Bazı ülkeler dizileri yayınlayan kanalları uydulardan bile indirdi. Türkiye’nin yumuşak gücü açısından, bu önemli bir kayıp. Diziler bir şekilde ülkemizin tanıtımına, ekonomik ve dünyadaki politik gücüne katkı sağlıyordu.

        En kısa sürede mümkünse özel sektör marifetiyle özellikle tarihi hadiselerin anlatıldığı Türk dizilerinin Arap halkı tarafından yeniden izlenebileceği bir platforma ihtiyaç var. Arap sokağındaki tesiri çok büyük olan bazı oyuncuların, kamu diplomasisine sağlayabilecekleri katkı kesinlikle küçümsenemez.

        Uzun yıllar pekçok farklı Arap ülkesini gezme ve o coğrafyanın insanlarıyla birlikte yaşama fırsatım oldu.

        Arap sokaklarında dolaşırken Türkiye’nin o ülkeyle ilişkileri iyiyse, toplumun farklı kesimlerinden karşılaştığımız insanlar Osmanlı’yı över hatta çoğu dedesinin veya ninesinin aslının Türk olduğundan bahsederdi.

        Ancak ilişkiler gerilip, resmi tutumların halk üzerindeki etkileri görülmeye başlandığında bu durum hızlıca tersine dönerdi.

        Örneğin Mehmet Ali Paşa’nın Mısır ve Mısırlılar için ne anlam ifade ettiğini bilirsiniz. Kavalalı’nın Arnavut asıllı olduğu söylense de oğlu İbrahim Paşa hatıratında, ailenin Kavala’ya Konya’dan göç ettiklerini yazmıştır.

        Her halükarda Mısırlılar, uzun bir süre “Osmanlı Paşası” veya “Türk” diye zikrettikleri Mehmet Ali Paşa’nın 3 Temmuz darbesi ve Türkiye’nin darbe karşıtı tavrından sonra Türk değil Arnavut olduğunu dillendirmeye başlamıştı.

        Mısır’dan bahsetmişken hemen hatırlatalım, orada da 2010 yılında yapılan müfredat değişikliği ile; eski tarih kitaplarında Osmanlı’nın Mısır’a gelişi “Fetih” olarak adlandırılırken daha sonra, “işgal”, “istila” olarak tanımlandı.

        Hatta bazı tarihçiler, Mısır’ın geri kalmışlığını Osmanlı’nın Mısır politikalarına bağlayan yazılar kaleme alıyordu.

        O dönem bu duruma tepki gösterenler de olmuştu. Cemal Zahran adlı bağımsız bir milletvekili, atılan adımların siyasi olduğunu ve “Türkiye’nin gölgesini bölgeden uzaklaştırmayı hedeflediğini” söylemişti.

        Dönemin El Ahram gazetesi yazı işleri müdürü Hazım Abdurrahman da; “Osmanlı’nın Mısır’a gelişi istila olarak tanımlanacaksa, Amr İbn’ül As’ın da Mısır seferini Fetih olarak değil, istila olarak değerlendirmek lazım” şeklinde tepki vermişti.

        2011 yılında Osmanlı dönemini “işgal” olarak tanımlayan bir başka ülke olan Suriye’de bulunduğum dönemlerde, muhalif protestolar ve iç savaş öncesi “Türkiye ve Suriye arasında tarihi meselelerin yeniden ele alındığı ortak projelerin yürütülmesi konusunda anlaşmalar yapıldığı, ancak ülkenin girdiği süreç dolayısıyla bunun kesintiye uğradığını” dinlemiştim.

        Liste uzayıp gidebilir. Bugünden sorunu tespit edip önlemler alınmazsa, yeni kuşakların zihnindeki Türkiye algısı ziyadesiyle kirletilmiş olacak.

        Diğer Yazılar