Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İstanbulluları yakından ilgilendiren bir meseleyi konuşuyoruz bir kaç gündür.

        Haliç kıyısına yapılması planlanan Silahtarağa İleri Biyolojik Atıksu Arıtma tesisi için düzenlenen törenden bahsediyorum.

        Daha doğrusu “Temel Atmama" töreninden.

        Bu ülkede açılışı yapılmış tesisler için üst üste bir kaç kez tören düzenlendiğine de şahidiz, henüz hiçbir hazırlığı olmayan tesislerin açılışına da.

        Ancak “Temel Atmama Töreni” sanıyorum hepimiz için bir ilkti.

        Adı gibi alışılmışın dışındaydı. Ne ele kürek alınıp çukura harç atıldı ne de kurdele kesildi.

        İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu kürsüye çıktı ve törenle projeyi durdurduğunu anlattı. “İSKİ yöneticilerinin kendisine projeyi sunduğunu, ancak 1.5 milyar lira maliyeti görünce inceleme yapmak istediğini, başvurduğu kurumlar bilimsel çalışmalarıyla projenin gereksiz olduğu kanaatine varınca da tasarruf için süreci durdurduğunu” söyledi.

        Üstelik proje gerçekleşirse “25-35 yıllık ağaçlar zarar görecekti”. Yine kendi deyişiyle kimse değilse bile o ağaçların yaprakları onu çılgınca alkışlıyordu.

        İmamoğlu’nun, kendisiyle aynı dönemde Ankara'yı devralan, tartışmalara bulaşmayan, icraatlarıyla anılan, sessiz ve derinden ilerleyen Mansur Yavaş’tan farklı bir üslubu var. İsraf olduğunu düşündüğü için gözden çıkardığı belediye araçlarını Yenikapı'da sergilemesinden tutun da Sultanahmet'teki cumhuriyet kutlamalarında sahneye çıkıp kalp işaretiyle gelenleri selamlamasına kadar pek çok hareketini “popülist” bulanlar oldu. Dolayısıyla çok dikkat çekiyor, çok tartışılıyor. Keza Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da gündeminde 'temel atmama töreni' vardı ve; ”Ülkeye ve millete hizmet bunların bünyesine ağır gelir" diyerek İmamoğlu'nu çok sert bir dille eleştirdi.

        Siyaset arenasında aynı statüde olmasalar dahi farklı parti mensuplarının sık sık birbirine ithamlarda bulunması gayet doğal.

        Ancak İmamoğlu’na yönelik son dönemde kendi partisi CHP'den de aleyhte sesler yükselmeye başladı. 'Kahramanın Yolculuğu' adlı bir kitap çıktı malumunuz.

        Ekrem İmamoğlu’nun Beylikdüzü Belediye Başkanlığı boyunca birlikte çalıştığı, İstanbul seçimlerinde de ekibinde hatırı sayılır önemdeki isimlerden biri olan Necati Özkan'ın imzasını taşıyor.

        Kabul edelim ki İstanbul seçimlerinde; küresel ölçekte örnek sayılabilecek stratejileri içeren bir kampanya süreci yürütüldü. İmamoğlu ismi ülke çapında hem tanınır hem de güçlü bir siyasi kimlik haline getirildi. (Bunda Ak Parti’nin yanlış stratejilerininin de büyük payı olduğunu unutmamak gerekir.) Hem de çok kısa bir zaman dilimi içinde. Dünyanın neresine giderseniz gidin başarının böylesi, önemli bir vaka olarak değerlendirilir ve takdir görür.

        Ancak malumunuz olduğu üzere, İmamoğlu o yolculuğa yalnız çıkmadı. Yoldaşlarından biri de CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'ydu.

        Kaftancıoğlu Necati Özkan’ın kitabına; "Kimse CHP'nin ve Millet İttifak'ının emeklerini hiçe sayamaz" diyerek tepki gösterdi.

        İmamoğlu ise partili kimlikleri etkileyecek sözleri basına açık dile getirmek istemediğini söyledi. Ve "Ben kendimi kahraman olarak tanımlamıyorum" diyerek kitabın ismine şerh koydu. Fakat o kitabın ön sözünü bizzat kendisi yazmıştı. Dolayısıyla koyduğu “şerh” pek samimi bulunmadı.

        “CHP'deki kriz büyüyecek mi, devrim önce kendi evlatlarını mı yiyecek?” gibi sorular havada uçuşurken, bu kez de belediyeye alınan işçilerle ilgili kulisler hareketlendi. Zaten İmamoğlu'nun koltuğa oturmasıyla işinden olan 2 bin kişi çok tartışılmıştı. Şu an ise hali hazırda Büyükşehir’de çalışmak için başvuruda bulunan 240 bin kişi olduğu ifade ediliyor. CHP'li bazı isimlerin "Bizden birileri yerleşsin" dediği ancak İmamoğlu'nun salt liyakata bakarak işe alım yapmak istediği, bu yüzden de iki taraf arasında gerginlik yaşandığı konuşuluyor.

        İmamoğlu ilk günden bu yana partili olduğunun altını çizmiş ancak tüm kesimleri kucaklayacak zihniyete sahip bir profilde ilerlemişti. Öyle ki tarihinde CHP'ye hiç oy vermemiş vatandaşlar bile tekrarlanan İstanbul seçimlerinde İmamoğlu'na teveccüh gösterdi. İmamoğlu ismini CHP'den ayrı tuttular. Seçim süreci boyunca da defalarca liyakatın önemine vurgu yapıldı. Bugünlerde ise CHP il örgütünün Başkan’a “liyakat” hassasiyeti sebebiyle tepkili olduğu konuşuluyor.

        İmamoğlu, liyakata bakmaksızın etrafını mensubu olduğu partililerle donatan siyasilerden farklı olmak için diretiyor ve bu yüzden kendi partisinde küskünlüğe sebep oluyorsa vay İstanbulluların haline.

        ÖNCE İSTANBUL

        Geçelim Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanlığına mı oynuyor hadisesine. CHP'nin en güçlü Cumhurbaşkanı adaylarından biri olma ihtimali artık sır değil.

        Zamanı gelince o süreci de yaşayıp göreceğiz. Ancak altını çiziyorum; zamanı gelince.

        İşi çok zor, keza kimse de kolay olacağının sözünü vermedi. Üstelik yapacağı icraatler kadar ilk günden bu yana yarattığı İstanbul'a aşık profilini de devam ettirmek zorunda.

        Bu konuda bazı tereddütlerimi sizlerle paylaşmak isterim. Takip edenleriniz olmuştur; Ekrem İmamoğlu saygıdeğer eşi Dilek hanımefendi ile birlikte geçtiğimiz hafta Berlin'deydi. Berlin Duvarı'nın yıkılışının yıl dönümünde yağmurlu havada otellerine doğru birlikte yürüdüler. Şemsiye Dilek İmamoğlu'ndaydı. "İstanbullular için Ekrem İmamoğlu'nu koruyorum. Başkanınız emin ellerde" dedi. Keyifli bir andı, gülümsedik. Sonra ise sohbet birlikte rahat ve özgürce yürüyebilmelerine geldi. Dilek İmamoğlu onlara bu fırsatı tanıyan şehre teşekkür amaçlı "Yaşasın Berlin" dedi. Art niyet olmadığı aşikar. Fakat Sayın Başkan, tam da o an dönüp İstanbul'a vurgu yapacak bir iki kelam etse hiç fena olmazdı. Malum, İmamoğlu tekrarlanan seçim sürecinde tabii olarak çok yoruldu, İstanbul'u sokak sokak arşınladı. Eşine ve çocuklarına yeterli vakti ayıramamış olabilir.

        Ancak hatırlatmakta fayda var; sokaklarında en rahat gezebileceğiniz, bir sıkıntı olduğunda ise en büyük rahatsızlığı duymanız gereken şehir İstanbul, aralarına karışmaya devam etmeniz gereken ise; tanınırlık oranınız başta yüzde 14 iken büyük bir ilgi ve coşkuyla sizi kucaklayan İstanbullulardır.

        İstanbul'un başındaki isim önemli bir siyasi kimliktir. Sıradan bir belediye başkanı gibi davranmasını beklemek haksızlık olur. Fakat ülkenin tüm sorunlarıyla ilgilenmeye aday bir tutum sergilemesi de gerekir mi emin değilim.

        Seçim İmamoğlu'nun... Dış ülke gezileri ve sıcak siyaset konularıyla isminin anılmasını da isteyebilir. Haliç'te yapılması planlanan atıksu arıtma tesisinin “temel atmama töreni” gibi İstanbulluları daha yakından ilgilendiren, kelimenin gerçek anlamıyla tam da bu tür “sudan” sebeplerle uğraşmayı da... Ancak unutulmamalıdır ki; planı her ne olursa olsun o hedefi tutturmak için önce İstanbul'u başarması gerekir.

        *

        11 Milyon Ağaç Meselesi

        Dün Gazeteci Barış Yarkadaş ve Metin Özkan Manşet'te konuğumdu.

        Aslında "Temel Atmama Töreni"ni konuşacaktık ama nasıl olduysa Barış Yarkadaş konuyu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da katıldığı ve Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından hazırlanan, Türkiye genelinde gerçekleştirilen "Geleceğe Nefes" seferberliği kapsamında, “11 milyon fidan toprakla buluşuyor” etkinliğine getirerek; "Sayın Cumhurbaşkanı Bakanlarla birlikte Türkiye'nin değişik yerlerinde 11 milyon fidan diktiler. O zaman acı bir gerceği söyleyeyim. O fidanların en az 9 milyonu tutmayacak. Bugün o fidanların yüzde 80'i boşuna dikildi. Çünkü fidan dikme ayı Kasım ayı değildir. Fidan dikme ayı Mart ayıdır, Nisan ayıdır." dedi.

        Tarım ve Orman Bakanlığı yetkilileri reklam arasında bana ulaşarak, Orman Genel Müdürü’nün yayına bağlanmak istediğini söylediler. Genel Müdür Bekir Karacabey kısa ve teknik bir açıklama yaptı. Dikkat çeken iki nokta vardı. Birincisi; Türkiye’de dikilen fidanların %85 oranında tuttuğu, ikincisi ise ağaç dikmenin tam da mevsimi olduğu bilgileri.

        Yayın biter bitmez mesele bir anda sosyal medya gündemine oturdu binlerce paylaşım yapıldı.

        Barış Yarkadaş’ın açıklamaları bir hayli tepki çekti. Aslında yayın sırasında kendisini; ‘biz gazeteciyiz bu işleri uzmanlarına bırakalım’ bağlamında uyarmaya çalıştım ama pek fayda etmedi.

        Aslında; “Temel Atmama Töreni”ni teknik bilgiye sahip akademisyenlerimizle, fidan dikme konusunu da ziraat-orman mühendisleriyle değerlendirmemiz gerekiyordu.

        Bu vesileyle, meslektaşlarımızın uzmanlık alanları olmayan konularda daha itidalli konuşması gerektiğini bir kez daha müşahede ettik.

        Diğer Yazılar