Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Şöyle başlayarak yanıt verelim;

        Mısır’ın Libya’da ne işi var?

        Birleşik Arap Emirlikleri’nin Libya’da ne işi var?

        Suudi Arabistan’ın Libya’da ne işi var?

        Rusya’nın Libya’da ne işi var?

        Fransa’nın Libya’da ne işi var?

        İtalya’nın Libya’da ne işi var?

        Hatta iki gün önce Bingazi’yi ziyaret eden Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın Libya’da ne işi var?

        Bu sorulara tek tek cevap verdiğimiz zaman, Türkiye’nin Libya’da ne işi olduğunu anlamaya da başlarız.

        Yoksa Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın bile Bingazi’yi ziyaret ederek aslında Libya’da bir işi olduğunu görmemize rağmen, Türkiye’nin Doğu Akdeniz meselesi dahil olmak üzere bölgesel güvenlik ile ikili ilişkileri ve çıkarları noktasında Libya’daki sürecin ve dahi denklemin içerisinde neden yer alması gerektiğini anlamıyor olmak çok ciddi bir problem sayılabilir.

        Yukarıda ismini zikrettiğimiz ülkelerin Libya ile tarihi bağlarını incelediğinizde çok az şeyle karşılaşmanız olası.

        Biz; "Mustafa Kemal Atatürk’ün Libya’da ne işi vardı?” sorusu üzerinden konuyu tartışaduralım, diğerleri Libya devriminin hemen ardından oluşan boşluğu değerlendirip buralarda at koştursun.

        İhtiyaç duyulması halinde Türkiye tarihten gelen mirasından başlayarak durumunu izah edebilir. Ancak bu miras olmasaydı bile konjonktür, Türkiye’yi uzun zaman önce sahasından ve masasından tamamen uzaklaştırıldığı Libya’ya geri döndürmek zorunda kalacaktı.

        Konuyu takip etmeyenler, Libya gündeminin birkaç haftalık mazisi olduğunu zannediyor. Oysa uzun zamandır sessizce yönetilen bir süreç var.

        TÜRKİYE’NİN LİBYA’DA İŞİ ÇOK ASIL MESELE; BU İŞİN İÇİNDEN NASIL ÇIKARIZ?

        Bilakis şu anda sorulması gereken; “Türkiye’nin Libya’da ne işi var?” değil, “Evet, Türkiye’nin Libya’da işi var ama bu işin içinden nasıl çıkarız?” sorusudur.

        Bu soruya en doğru, en stratejik, en taktik, en diplomatik ve dahi gerekliyse askerî yanıtı bulmaya çalışmak gerekiyor.

        Ülkenin içinde bulunduğu koşullara katkı sağlayacak olan bu tutumdur. Türkiye’de askerî stratejistlerden başlamak üzere diplomatların, saha uzmanlarının, uluslararası ilişkiler alanında çalışan akademisyenlerin Libya’yı ve bölgesel dengeleri iyi analiz etmesi, Suriye’deki hatalara düşmeden en doğru şekilde bu sürecin nasıl tamamlanacağına katkı vermek üzere çalışması şart olan bir dönemdeyiz.

        Kaldı ki Türkiye, Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası örgütlerin tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti tarafından Libya’ya davet edilmiş ve buradaki muhtemel mevcudiyetinin meşruiyetini de uluslararası hukuk çerçevesine oturtan tek ülke konumunda.

        Şayet bir ülke Libya’da askeri varlık gösterecekse, orada olma hakkına sahip birinci ülke Türkiye’dir. Nasıl ki Putin Suriye’deki varlığının meşruiyetini uluslararası toplumda rejimin davetine dayandırıyorsa, Türkiye’nin de Libya’daki muhtemel varlığı meşru hükümetin daveti çerçevesinde olacaktır.

        Yukarıda ismini zikrettiğimiz davetsizlerin Libya’daki varlığını tartışmadan, fotoğrafı doğru okumak mümkün değildir.

        Türkiye, geçmişte sahaya ve küresel dengelere hakim olmadığı için Suriye’de çok ciddi ve uzun süren zorluklarla karşılaştı.

        Mısır’daki darbe sürecini ve sonrasını da iyi tahlil edemediği için halen devam eden sıkıntılarla yüz yüze.

        İşte tam da bu nedenle Libya’da sürecin sağlıklı yönetilememesinden kaynaklı benzer bir sorun yaşanırsa, tüm meşruiyet zeminine rağmen Türkiye, ulusal ve küresel düzeyde başına yeni bir dert daha almış olur.

        Dolayısıyla hepimiz, Türkiye’nin Libya’da önce Libya halkının, sonra kendi çıkarlarının ve bölgesel denklemlerin en sağlıklı şekilde nasıl yürüyeceğini tespit etmek için kafa yormak durumundayız.

        Doğru tartışma da “Libya meselesinden en sağlıklı şekilde nasıl yüz akıyla çıkarız” konusu üzerine tertip edilmelidir.

        LİBYA SOKAKLARINDA NELER OLUYOR?

        Libya’da ikinci günümüzü tamamladık.

        Sokaklarda gezintiye çıktık, toplumun nabzını yoklamaya, renklerini anlamaya çalıştık.

        Mısrata’da hayat devam ediyor; her şey normal. Yollar açık. Sahil yolunda Trablus’a doğru 2.5 saat süren bir gece yolculuğu yaptık. Güvenli olmayabileceğiyle ilgili uyarılar almamıza rağmen yol boyunca hiçbir sorunla karşılaşmadık ve Trablus’a ulaştık. Şimdilik Hafter’e bağlı grupların saldırıları güney hatlarında durdurulmuş. Sahil yolu uzun zamandır güvenli kabul ediliyor.

        Hafter’in Libya’daki kabilelere Trablus savunmasındaki askerlerin geri çekilmesi için 3 gün mühlet verdiği tehdidi cephede pek karşılık bulmamış. Libya ordusuna Hafter’in verdiği süre Çarşamba günü doluyor dediğimizde gülüyorlar. Anlattıklarına göre Hafter bu süreleri verdikten sonra sürekli “yeni müddetler verme” konusunda çok marufmuş.

        Başkent Trablus’ta da şimdilik şehir hayatına etki eden hiçbir sorun görünmüyor.

        Dün akşam Habertürk TV canlı yayınına bağlandığımda da söylediğim gibi, Şehitler Meydanı’nda insanlar aileleriyle birlikte rahatlıkla gezebiliyorlar. Ortam renkli. Panayır yeri havası var. Seyyar müzik, pamuk şekerler, atlar, geyikler, cıvıl cıvıl çocuklar...

        30 kilometre güneyde ise ciddi bir kuşatma söz konusu. Trablus’un etrafı 120 kilometre uzunluğunda bir hatta Hafter’in askerleri tarafından kuşatılmış durumda ancak şimdilik ilerleme sağlayamadıklarını söyleyebiliriz.

        LİBYA’DA MEDYA SAVAŞLARI

        Libya’da şu anda adeta bir medya savaşı da yaşanıyor. Sürekli olarak taraflar birbirlerinin motivasyonunu bozmaya dönük ele geçirdikleri bölgelere ilişkin haberler servis ediyor. Kimi zaman bunların asparagas olduğu ortaya çıkıyor. Hem meşru hükümet hem de Hafter tarafı ellerindeki medya organlarıyla güçlerini taraftarlarına göstermeye çalışıyor.

        HALK TÜRK ASKERİNİ BEKLİYOR

        Trablus tarafında Türkiye ile yapılan askerî anlaşmadan çok büyük bir beklenti var. Libyalılar, Türkiye’den anlaşmaların maddelerinde yer alan hususların somut anlamda en kısa sürede hayata geçirilmesini bekliyor.

        Sokakta röportaj yaptığımız hemen hemen herkes, “Türk askeri Libya’ya gelecek mi? Ne zaman gelecek?” sorusunu yöneltiyor. Hafter’in özellikle hava saldırılarından ciddi anlamda bir endişe var.

        Hafter’in müttefikleriyle birlikte kendine güçlü bir ordu kurduğunu, modern silahlara sahip olduğunu ve cephe hattını geçtiği takdirde çok hızlı ilerleyeceğini düşünenlerin sayısı az değil.

        Bu noktada Libyalıların sorguladıkları şey; Türkiye’nin muhtemel şiddetli hava saldırılarına karşı Trablus tarafının güçlü bir savunma yapmasına yardım edip edemeyeceği.

        RUSYA’YLA ÇAPRAŞIK İLİŞKİLER

        Türkiye, son yıllarda dönem dönem kırılmalar yaşansa da Suriye meselesinde önemli adımları Rusya’yla birlikte attı.

        Libya’da ise durum tersine işliyor. Türkiye ve Rusya karşı saflarda yer alıyor. Hafter’i ciddi anlamda silahlandıran ve finansman sağlayan, ayrıca özel güvenlik şirketleri eliyle cephelerini güçlendiren Rusya.

        Dolayısıyla Erdoğan-Putin cephesi Rusya’da nasıl bir mutabakat sağlayabilir, bu da merak konusu.

        Rusya’nın Libya cephesinde bazı önemli teknolojik silahları Hafter güçlerine değil de sadece özel güvenlik şirketi Wagner Group’a verdiği iddialar arasında.

        Rusya bölgedeki çıkar alanlarını hızla genişletiyor. ABD elbette buradaki Rus varlığından rahatsız olmalı. Ancak Birleşik Devletler’in Libya’daki yol haritasının ne olduğunu kestirmek mümkün gözükmüyor. Her iki tarafla da belli düzeyde ilişki geliştiriyor gibiler.

        HAFTER’İN AKRABA KOZU

        Libya’daki ihtilafın geçmişine kısaca bakacak olursak Kaddafi sonrası önce aşiretler kendi aralarında silahlı çatışmalara başlamış, ardından terör örgütleri ortaya çıkmış, akabinde Libya bölünmüştü.

        Çöl bölgelerinde halen kontrol edilemeyen alanlar var.

        Bu ülkede farklı cephelerde yaşayan veya savaşan hemen herkesin birbiriyle akrabalık ilişkisi var.

        Mesela cephede karşılaştığımız askerlerin bir kısmı, yani ulusal mutabakat hükümetine destek veren silahlı grupların akrabaları Bingazi’de Hafter’in kontrol ettiği alanlarda yaşıyor.

        Bu yüzden kimliklerinin gizliliği onlar ve aileleri için hayati önem taşıyor. Bazı askerler yaptığımız röportajlarda yüzlerini saklıyor.

        Aşiretler içindeki bu akrabalık ilişkileri o kadar girift hal almış durumdaki istihbaratın nereden nereye gideceği, kimin nasıl, hangi kanaldan istihbarat sağlayacağı çok kestirilemiyor. Dolayısıyla bu durum, her iki cephede silah tutan askerler için de risk teşkil ediyor.

        Hatta iddialara göre Hafter, Trablus cephesinde savaşan grupların akrabalarını kullanarak ara sıra onları kendi aralarında ayrıştırmaya ve güçleri dağıtmaya çalışıyor. Geçtiğimiz Pazar günü bu doğrultuda bir bildiri hazırlayarak, meşru hükümet tarafında savaşan askerlerin akrabalarına, onları Trablus savunmasında yer almamaları için ikna etmeye çağırdı.

        TRABLUS NEDEN ÖNEMLİ?

        Trablus, her şeyden önce Libya’nın başkenti ve uluslararası meşruiyet bakımından “Trablus’a sahip olan ülkeye sahip olur” anlamı taşıyor. Hem Libya’nın petrol şirketleri ve bunun üzerinden dönen tüm finansman hem bankalar, bakanlıklar, hazine ve Libya’nın kamu binaları Trablus’ta olduğu için burası ele geçirilmeden Libya’nın malî ve askerî disiplini, yani kamu düzeni ve diplomatik ilişkiler, arşivler, belgeler ele geçirilemez, yönetilemez.

        Tüm bu saydıklarımız Trablus’u stratejik öneme haiz kılıyor. Ayrıca Trablus’un nüfusu diğer kentlere kıyasla çok büyük. Hafter, Trablus’a hakim olamadığı sürece ne kadar güçlü bir orduya sahip olursa olsun sınırlı bir alanda korsan olarak hareket etmeye devam edecektir.

        Bir not olarak hem Trablus’ta hem Mısrata’da 500.000 civarında nüfus artışı kaydedildiğini de söyleyelim. Bunun nedeni de elbette Libya’daki çatışmalardan kaynaklı iç göç.

        Bir süre daha Libya’dayız. Bir sonraki Libya notlarında görüşmek üzere.

        Diğer Yazılar