Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BEHÇET Kemal’in “Atatürk Mevlidi”ni bilir misiniz?

        “Ol Zübeyde Mustafa’nın annesi, / Ol sedeften doğdu ol dür dânesi / Gün gelip oldu Rıza’dan hâmile / Vakt erişti hafta ü eyyam ile / Geçti böyle nice ay nice sene / Vakt erişti bin sekiz yüz seksene” gibisinden tuhaflıklarla başlar, sonra Bandırma Vapuru’nu Hazreti Muhammed’in miraca çıkarken bindiği Burak’a benzetip Samsun yolculuğunun “Atatürk’ün miracı” olduğunu söyler; bir başka şiirinde de “Atatürk ekber! Atatürk ekber! Evliya odur, Peygamber odur” diye haykırır!

        Yusuf Ziya Ortaç 1938’de “Yoktan var ediyordu Tanrı gibi her şeyi” derken Edip Ayel “İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!” diye yazar. Moiz Kohen Tekinalp de bir “Yeni Âmentü” kaleme alır: “Türkiye için âhıret günü yoktur. ...Gazi’nin Allah’ın en sevgili kulu olduğuna kalbimin bütün hulûsuyla şehâdet eylerim!”

        1930 sonrasında kaleme alınmış böyle daha birçok şiir vardır ama Behçet Kemal’in “Atatürk Mevlidi” bu işin, yani yalakalık edebiyatımızın emsâli olmayan zirvesidir!

        Bu saçmalıkları, Edirne’deki bir ilkokulda birbirinden sevimli üç küçük kız öğrencinin Atatürk’ün büstünü şemsiye ile yağmurdan “korumaları”nı bir velînin fotoğraflaması ve fotoğraf hakkında yapılan yorumları görünce hatırladım.

        İÇERİYE GÖTÜRECEĞİNE...

        Velîye bakın! Üç çocuk ıslanmasına mâni olmak istedikleri büstün üzerine şemsiye tutuyor ama kendileri sırılsıklam oluyorlar; bunu gören velî “Çocuklar, haydi içeriye girin, yoksa hastalanırsınız” diyeceği yerde fotoğraflarını çekip sosyal medyaya koyuyor ve yapılan iş “Yaşları küçük ama yürekleri büyük” diye takdir ediliyor.

        O velî büstü ıslanmaktan korumak için şemsiye açan ama kendisi sırılsıklam hâle gelen çocuk acaba kendi evlâdı olsa aynını yapar, “Aferin yavrum. Sen ıslan ama Atatürk’ün ıslanmasına mâni ol!” diyerek fotoğrafını mı çekerdi, yoksa “Kızım ne yapıyorsun? Çabuk içeriye gir” diye elinden tutup götürür mü idi, merak ediyorum!

        Aşırılıkta, yani “ifrat” ve “tefrit”te üzerimize yoktur, Atatürk bahsinde yaptığımız da budur ve Atatürk aleyhtarlığının son senelerde artmasının sebeplerinin başında da bir türlü kurtulamadığımız bu “ifrat” ve “tefrit” derdimiz gelir.

        Hep söylüyorum, burada da tekrar edeyim:

        Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde iktidarı ellerinde bulunduranların çoğunun, hattâ tamamının özel evrakı elimden geçti ve bu evrakı okurken daha ilk anda farketmiştim: İstiklâl Harbi sırasında Türkiye’nin kaderi her adımını bir sonraki aşamayı düşünerek atan Mustafa Kemal’in değil de memleket sevgilerinden şüphe edilmeyen fakat hayal deryâlarında kulaç atan diğer paşaların ellerinde bulunsa idi hakikaten perişan olmuştuk!

        KARŞILIKLI BOŞ TEPKİLER...

        Parçalanıp işgale uğramış bir memleketi dertlerden ve belâlardan kurtaranları saygı ve hayırla yâdetmek bir millet için manevî ve ahlâkî bir mecburiyettir. Ama gösterilmesi gereken hürmetin o kişiler için çakma Mevlidler yazıp “Bizi sen yarattın, sen olmasa idin biz de olmazdık” gibisinden sözler etme seviyesine indirilmesinin neticesi bambaşka olur.

        Bir taraf ortaya Atatürk hakkında hiçbir belgeye dayanmayan ve hakikatle de alâkası olmayan iddialar atıp Lozan’a ve İstiklâl Harbi’ne veryansın etmeye başlar; lâikliğin ve devrimlerin müdafii olduğuna inanan karşı taraf ise ortalıkta canının istediği gibi kafayı çekmeyi, yani alkolü lâikliğin ölçüsü hâline getirir ve Osmanlı zamanından kalma birkaç marşı “inkılâbın nağmesi” zannedip bunları toplu halde okumakla devrimleri koruduğuna inanır ve bu inadlaşma çocuklara Atatürk’ün büstüne şemsiye açtırmak tuhaflığına kadar gider!

        Taklid etmek için Kuzey Kore’den başka bir örnek bulamadık mı?

        Diğer Yazılar