Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İSTANBUL'un fethini her sene çok daha tantanalı şekilde kutlamaya merak saldık. Fethin 556. yıldönümü, son iki gün boyunca örneğine daha önce rastlanmamış bir şekilde lazer, ses, ışık, su ve görüntü teknolojilerinin son nimetleriyle seraber kutlandı. Kutlamalar sırasında Fatih Sultan Mehmed hemen her yönüyle ele alındı ama bu büyük hükümdarın bilinenlerin dışında bir başka oğlu daha olduğundan ve bu oğlunun çapkınlık yüzünden can verdiğinden hiç bahsedilmedi. İşte, İstanbul'u fetheden hükümdarın bütün gücüne ve ihtişama rağmen öldürülmesine mâni olamadığı oğlu Şehzade Mustafa'nın hazin hikâyesi:

        TAM BİR AŞK CİNAYETİİ Fatih'in, üç oğlu vardı: Kendisinden sonra tahta geçen taht sevdasıyla gurbette acılar içerisinde can veren Cem ve varlığını çok az kişinin bildiği Mustafa... O devirde kaleme alınmış olan tarih kitapları, Şehzade Mustafa'dan "akıllı bir devlet adamı, çok iyi bir asker ve gayet yakışıklı bir erkek" sözleriyle bahsederler ve birçok hususta babasına benzediğini yazarlardı. Ama, Şehzade Mustafa'nın hayatı siyasi mücadele neticesinde yahut savaş meydanında değil, bir aşk skandali sonrasınla, yan gözle bile bakmaması gereken bir hanımla ilişki kurduğu için noktalandı. Şehzade, evli bir hanımla, devletin Fatih Sultan Mehmed'den sonra gelen en en güçlü adamı Vezir-i azanı Mahmud Paşa'ın nikâhlı karısı ile beraber oldu veMahmud Paşa tarafınan zehirlendi. İşte, Osmanlı Tarihi'nin üzerinde pek durulmamış olan bu son derece önemli aşk cinayetinin ayrıntıları: Şehzade Mustafa, babasının hükümdarlığı sırasına Karaman'da valilik yapıyordu. 1474'te, Karaman Beyliği'ne karşı girişilen son askerî operasyonlardan birine katıldı, bu sırada hastalandı, Niğde civarında bir hamamda yıkandı ama hamamdan çıkmasından hemen sonra can verdi. SARAYDAN ZİNDANA Adamları, devrin âdetlerine uyarak cesedini mumyaladılar. Şehzade'nin karnı yarıldı, iç organları çıkartıldı, karnına bal ve yulaf doldurulup dikildi, çıkartılan organlar da tuz dolu bir kutuya konarak muhafaza altına alındı. Ama, hemen dedikodular çıktı. Şehzade'nin can vermek üzere iken yakınlarına kendisini babasının bir yıl önce azlettiği Mahmud Paşa'nm zehirlettiğini söylediği ve intikamının alınmasını istediği anlatılıyordu. Hattâ, o zamanın yazarlarından Meali. "Hünkârnâme''sine bu ulaşmasından sonra, devletin büyükleri, Fatih'e başsağlığı dilemeye gittiler. Gidenler arasında, eski vezir-i âzam Mahmud Paşa da vardı. Paşa, hükümdara "Şehzade vefat etti ama devlete hizmet edecek olan ben buradayım" dedi ise de, Fatih'ten "Mustafa'mın düşmanı hayatta kalamaz" cevabını aldı ve zindana kondu. Mahmud Paşa, zindanda tam 50 gün kaldı. Hükümdarın huzuruna son defa kabul edilmeyi istedi, isteği kabul edildi ve Padişah'a " Günahım büyükse beni mertçe öldür, değilse serbest bırak" dedi. Fatih, Paşa'yı 1474'ün 18 Temmuz'unda Yedikule'de idam ettirdi. Paşa'nm idamı, 20. asrın ortalarına kadar hep "devlet içerisinde bir güç kavgası" olarak yorumlandı. Ama, sadece tek bir kişi, 16. asrın büyük âlimlerinden Gelibolulu Mustafa Alî, Şehzade Mustafa'nın Mahmud Paşa'nm hanımlarından biriyle ilişkide bulunduğu için Paşa tarafından zehirletildiğini yazmaya cesaret edecekti. büyük ismi İsmail Hakkı 9 Uzunçarşılı, Topkapı Sarayı'nda bulduğu ve 1964'te yayınladığı bir belge ile ortaya çıkardı. Belge Mahmud Paşa'nm kızlarının bir miras davası dolayısıyla saraya verdikleri bir dilekçe idi. Paşa'nm kızları, Şehzade Mustafa ile ilişkiye girdiği söylenen hanımın Mahmud Paşa'nm ikinci eşi olduğunu,Paşa'nın seferde bulunduğu sırada Şehzade'nin annesinin evinde kaldığını, bunu haber alan Mahmud Paşa'nm da dönüşünde kadını hemen boşadığım söylüyorlardı. Ancak, Paşa, daha sonra gelen baskılar ve Fatih'in de ricası üzerine aynı hanımla yeniden nikahlanmış ama bir daha yüzünü görmek istememiş ve Şehzade Mahmud'dan intikam almadan edememişti.

        TURUVA'NIN İNTİKAMI Fatih Sultan Mehmed'in çapkınlığı yüzünden inanılmaz bir cür'et örneği olan bir suikast neticesinde can veren oğlunun hazin öyküsü, işte böyle... Ben. bu hadiseyi Dr. Erhan Afyoncu'nun yeni yayınladığı Fatih Sultan J Mehmed ile İstanbul'un fethinin bilinmeyen yönlerini anlattığı "Truva'nm İntikamı" isimli kitabından ı naklettim. Kitabı okuyacak olursanu bu şekilde az biline ama son derece önemli daha başka bilgilere sahip olabilirsiniz.

        İlk centilmenler kulübündeki Peygamber torunu pansiyoner

        İSTANBUL'un ük "centilmenler klübü", bundan tam 127 sene önce açıldı ve hâlâ faaliyette. Osmanlı İmparatorluğu'nun üst düzey yöneticileri ile o tarihte İstanbul'da yaşayan bazı yabancılar tarafından Beyoğlu'nda "Cercle d'Orient" ismiyle faaliyete başlayan ve üyelerinin burada aldıkları çok önemli siyasî kararların mekânı olan centilmenler klübü, Cumhuriyet döneminde "Büyük Klüp" ismini aldı. 1970'lerde Caddebostan'a taşındıktan sonra baştan aşağı yenilendi. Hafta içerisinde, yöneticilerin daveti üzerine klübü ziyaret ettim ve yeni açılan kütüphanesini gezdim. Kütüphane, özellikle 20. yüzyılın ilk yıllarına ait dergi kolleksiyonlarma sahip olması bakımından siyasî tarih araştırmacıları için önemli bir merkezdi ve son dönem Osmanlı devlet büyüklerinin okudukları eserleri göstermesi bakımından da mühim idi. Türkiye'nin dünkü ve bugünkü yönetici kadrosunun okudukları eserlerin sosyolojik bir analizi konusunda da güzel bir kayna teşkil ediyordu. Üyelerin klüpte kiraladıkları odalarda yaşamaları eski bir uygulama idi ve Hazreti Muhammed'in soyundan gelen büyük bir san'atkâr da, uzun yıllar klüpte kalmıştı: Peygamberin 37. göbekten torunu olduğuna inanılan, ressam, viyolonselci ve musiki tarihinin gelmiş geçmiş en büyük ud sanatçısı Şerif Muhiddin Targan... Şerif Muhiddin 1892'de doğmuş, genellikle sıkıntılarla dolu ama bohem bir hayat geçirmiş, 1950'de Safiye Ayla ile evlenmiş ve hayatmı 1967'de İstanbul'da noktalamıştı. Klübün kısmen muhafaza edilebilmiş ve mutlaka incelenmesi gereken geniş arşivini gördükten sonra, Şerif Muhiddin'in bendeki evrakı arasında bulunan ve çektiği para sıkıntısı yüzünden klüpte kalacağı oda derdinden bahsettiği bir mektubunu yayınlamak istedim. İşte, Şerif Muhiddin Targan'm evliliklerinden bir yıl önce, 1949'un 29 Ağustos'unda Safiye Ayla'ya gönderdiği mektubunun askından ve Büyük Klüp'ten bahseden bazı bölümleri... "Canımın içi Dün sizden birşey almadığım için fazlaca sıkılmıştım. Bugün öğle vaktibit mektubumun vusulünü bildiren sevimli mektubunuzu aidim. Dün gece saat bir buçukta yatağa girip bir müddet okumuştum. Sonra, derin bir uykuya ihtiyacım olduğunu hissederek lâmbayı söndürdüm fakat aç saat bilmem bir türlü uyuyamadım. Bir aralık saate baktım, dört olmuş. ...İşte, böyle bir gece geçirdikten sonra sabahleyin yine mutadım olan dokuzda kalktım. Viyolonsele çalışmıştım fakat keyifsiz! Yemekten sonra uyumak üzere soyundum yattım. Mavi perdeyi de kapatttım, biraz daldım. Sonra baktım, daha fazla yatamayacağım. Harika bir udum var, dün tellerini takmıştım. Akordu ile meşgul olarak kendi âlemime dalarken kapı vuruldu, baktım Ali geldi, çok sevindim. Lütfettiğiniz mektupla kolonyayı şükranla aldım. Kolonya hakkında bir hüküm verebilmekliğim için, sizinle beraber koklamak lâzım! "Ne düşünsem, bütün hayâlâtım (hayallerim) / Sana ait bir tehassürdür (hasrettir)" ...Klüpte bu ay başka odaya nakil mecburiyeti hâsıl oldu. Şimdi bulunduğum (yer), iki geniş odak bir dairedir. Kışın aile oturabileceğinden 300 lira istiyorlar. Tabii, benim için fazla. Kısmet olursa, ayın başmda cadde üstünde bir odaya geçeceğim. ...Tehassürler, iştiyaklar ve en derin sevgi ve dostluk hislerimle. Muhiddin"

        Diğer Yazılar