Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Siz hiç savaş gördünüz mü?

        Ben gördüm; hem de bir değil, birkaç savaş gördüm…

        1980’lerde muhabirlik ederken uzun seneler boynumda fotoğraf makinesi ile bir memleketten ötekine, bir cepheden diğerine koşuşturdum; kanın, gözyaşının, acının, felâketlerin, yani savaşın getirdiği her çeşit elemin içinde yaşadım. Yerle bir olan şehirler, evler ve yuvalar bir tarafa; geride sadece kadınlar ile çocukların kaldığı ve semalarında bitmeyen feryatların yankılandığı erkeksiz beldelerde dolaştım, oğulları cephede can vermiş anne-babaların evlâtlarından yadigâr ufacık silik fotoğrafları gözyaşları ile sırılsıklam hâle getirmelerine şahitlik ettim, canlarını kurtarabilmek için yürüyerek yollara düşen ama bitmeyen kilometreler boyunca tek bir lokma bile bulamayan onbinlerce kişilik mazlum kervanları ile ve anlatmaya kalemin gücünün yetmeyeceği nice ıztıraplarla karşılaştım.

        “Savaş” denen âfetin neticeleri sadece bunlardan ibaret değildir, akla ve hayâle gelmeyecek daha binbir derdi ve elemi vardır, üstelik bu dertleri yalnızca mağlûplar değil, galipler de yaşarlar!

        NAMUS VE HAYSİYET GEREĞİDİR AMA…

        Bunları yazarken “Savaşa hayır!”, “Barış, barış, barış, illâki barış…” gibisinden tembellik sloganlarını yahut “Savaşma seviş!” misâli saçmalıkları müdafaa ettiğimi zannetmeyin.

        REKLAM

        Bir memleketin toprakları ve hayatî menfaatleri tehdit altında kalıp o memlekete başka bir çare bile bırakılmadığı takdirde savaş maalesef tek çözüm olur; bu çözüm üstelik millî namusun ve haysiyetin de gereğidir.

        Bugün maalesef böyle bir mecburiyete itiliyoruz! Etrafımızda kurulan ve bizi cendereye sıkıştırmaya çalışan ittifaklar ile Doğu Akdeniz’de ve Ege’de son aylarda yaşanan sıkıntıların her an silâhlı bir çatışma hâlini alması ihtimaline karşı tetikteyiz… Yunanistan’ın Ege’deki karasularını 12 mile çıkartmasını “savaş sebebi” sayacağımız konusunda seneler önce yaptığımız uyarıyı şimdi hemen her gün tekrarlıyoruz.

        Vaziyet daha da içinden çıkılmaz hâle gelip de tecavüze uğradığımız takdirde silâhlı karşılık vermek, yani savaşa girmek tabii ki şart, vecibe ve farzdır!

        Ama işler böyle tatsızlaştıkça bazı köşe yazarlarının, kerametleri kendilerinden menkul kanaat önderlerinin ve daldıkları derin uykularda gördükleri ruyaların birer hayalden ibaret olduğunu farkedemeyen “güya” düşünürlerin teşkil ettiği bir koro sesini yükselttikçe yükseltiyor, “Savaş da savaş!” diye haykırıyorlar!

        Onların nazarında şartları enine-boyuna değerlendirmenin ve bekleyip daha başka çözümler aramanın hiç lüzumu yok! Tek yol, savaş! Ege Adaları’nı almak zaten birkaç saatlik iş, Batı Trakya’yı kurtarmak şunun şurasında bir gün; Yunanistan’ı, Mısır’ı, İsrail’i, vesaireyi halletmek de haydi bilemediniz bir hafta!

        Bu kadarla kalsalar âmennâ ama hızlarını alamıyorlar ve “Artık eski Türkiye yok, Yeni Osmanlı yükseliyor” diyorlar. “Amerika’yı da dize getiririz, Rusya’yı da perişan ederiz!”.

        EMİNİM, HİÇBİRİ SAVAŞ GÖRMEDİ!

        Türkiye, kendini olduğundan kat be kat güçlü görüp dünyaya hâkim olacağını zanneden bu kafa yüzünden yakın geçmişte türlü türlü belâlara uğradı. Midhat Paşa’ya musallat olan “400 çadır ile geldik, 400 çadır ile gideriz” zihniyeti, 1877’deki “93 Harbi”nin neticesinde Rus Ordusu’nu tâââ Yeşilköy’e kadar getirdi. Aynı zihniyet yüzünden Osmanlı’nın anavatanı olan Rumeli 1912’de patlayan Balkan Harbi’nde elden çıktı; İttihadçılar’ın apar-topar girdikleri Dünya Harbi’nin sonunda yaşadıklarımız da malûm: Zaten sallanan imparatorluk gümbür gümbür yıkıldı; bazı TV kanallarının, gazetelerin ve hamâkata müptelâ echel kanaat önderlerinin şimdi isimlerini 30 Ağustos’ta bile anmaya tenezzül etmedikleri Mustafa Kemal ve arkadaşlarının milletle beraber dört sene devam eden kan, ateş ve gözyaşı dolu çabaları sayesinde ayağa kalkabildik.

        Savaşı toprağı ve millî namusu korumanın son çaresi değil, daldıkları boş emperyal hülyâları hakikat yapabilme vasıtası olarak görüp çığlıklar atan bu zevâtın eminim hiçbiri gerçek bir savaş görmemiştir! Zira görmüş olsalar bu kadar ucuz çığırtkanlık yapmazlar ama şayet görmüş olmalarına rağmen yine de “Savaş da savaş!” diye tutturuyor iseler, kafalarında ciddî bir ârıza var demektir.

        Winston Churchill’in hatıralarında Birinci Dünya Harbi’nden bahsederken “Hiçbir devlet, Dünya Savaşı’na Türkiye kadar büyük bir arzu ile atılmamıştı” dediği ve bizi mahveden zihniyet, işte hâlâ mevcut olan böyle hayalperestlerin uçukluklarıdır!

        Diğer Yazılar