Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Billur Kalkavan vefat etti, Allah rahmet eylesin...

        Onunla hiç karşılaşmadım ve tanışmadım ama annesi rahmetli Nuyan Hanım ile değişik mekânlarda uzun müddet beraber bulundum. Özellikle de Sultan Vahideddin’in torunlarından rahmetli Hümeyra Özbaş “Hanımsultan”ın sahibi olduğu Kuşadası’nın bir zamanlar en güzel mekânı olan Kısmet Oteli’nde yaz aylarında senelerce aynı günlerde kaldık.

        Kısmet, bir “aristokratlar mekânı” idi... Misafirleri arasında sadece Osmanlı hanedanının değil, Avrupalı kraliyet ailelerinin mensupları da olurdu; hattâ İngiltere Kraliçesi Elizabeth, kocası Prens Philip ile beraber seneler önce Türkiye’ye ilk gelişlerinden birinde Kısmet’te kalmıştı.

        Saray görmüş sultanların, şehzadelerin ve hâlen iktidarda olan yabancı hanedan mensuplarının yaz aylarındaki uğrak yeri olan Kısmet’te seneler boyu çok güzel zamanlar geçirdik. Tarihin bizzat içerisinde bulunmuş kişilerle geçmişin hakikatleri üzerinde sohbetler etmek, kitaplara girmemiş konulardan bahsetmek, bütün bunları aristokratik bir ortamda ve aristokratik espriler içerisinde senelerce devam ettirebilmek hakikaten büyük şans idi...

        Bu akraba, sohbet ve dost halkasında Billur Kalkavan’ın annesi Nuyan Hanım da vardı; zira sözünü ettiğim sultanlar ve şehzadeler ile çok yakın akraba idi, hattâ onlarla birinci dereceden kuzen oluyordu!

        Bu aile bağlantısını, hanedan mensuplarının anlattıklarından nakledeyim:

        REKLAM

        FELEKSU ADINDAKİ GENÇ CARİYE...

        Sultan Abdülmecid, 1856’da yahut 1857 başında 30’lu yaşlarındadır, Feleksu isminde 15-16 yaşındaki bir cariyeye abayı yakmıştır ve hükümdarın genç kıza olan meyli, beraberlikleri ve şakalaşmaları bütün sarayın dilindedir.

        Birgün yeni inşa edilen ve Topkapı Sarayı’ndan henüz nakledilen Dolmabahçe’de hükümdarın başkanlık ettiği önemli bir toplantı yapılmaktadır. Sadrazam, nâzırlar, paşalar ve önde gelen bütün devlet adamları oradadır... İkindi ezanının okunduğu işitilir, Sultan Abdülmecid “Namazımızı edâ edelim de işimize öyle devam edelim” der ve abdest tazelemek için bir cariyenin haremden ibrik ile leğen getirmesini buyurur.

        Paşalardan bazıları abdest almak için salondan çıkar, abdestli olanlar içeride kalırlar...

        Biraz sonra, yaşmaklı ve feraceli iki cariye görünür. Öndekinin elinde ibrik ile leğen, geridekinin kolunda da sıra sıra havlu vardır.

        Abdülmecid öndeki cariyenin Feleksu olduğunu farkedince gayet memnun olur ama belli etmez ve besmele çekip abdest almaya başlar. Feleksu leğeni bir sehpanın üzerine koymuş, hükümdarın avucuna elindeki ibrikle su dökmektedir...

        Derken bir rezalet yaşanır! Feleksu birdenbire “Hi hi hi hiiii!” diye bir kahkaha atar ve salonda hükümdarla sanki sadece kendisi varmışcasına ibrikteki suyu Abdülmecid’in kafasından aşağı boşaltıverir!

        Hükümdar hem sırıksıklam olmuş, hem de devlet adamları ile maiyetinin önünde bu vaziyete düştüğü için öfke krizine kapılmıştır. Feleksu’nun saraydan derhal çıkartılıp kocaya verilmesini emreder.

        Emir hemen yerine getirilir, eşyaları apar-topar bohçalanan Feleksu eski saraylı kadınlardan birinin evine gönderilir ve birkaç gün sonra da “Turnacızadeler” diye bilinen eski yeniçeri ağalarının soyundan gelen saray görevlilerinden Ali Bey ile nikâhı kıyılır.

        Ama, bütün bunlar olup biterken kimsenin farkına varmadığı bir husus vardır: Feleksu hamiledir ve karnındaki bir-iki aylık çocuğun babası da Sultan Abdülmecid’dir!

        Birkaç ay sonra herşey ortaya çıkınca saray devreye girer, söylentilerin önü kesilir ve Feleksu birkaç ay sonra, 1857’de nurtopu gibi bir oğlan çocuğu doğurur.

        Çocuğun ismini, İsmail koyarlar...

        İsmail her ne kadar Ali Bey ile Feleksu Hanım’ın oğlu olarak görünse de zamanın hükümdarı Sultan Abdülmecid’in çocuğudur, yani resmen tanınmış olmasa bile şehzadedir ve bunu hem hükümdar hem de hükümdarın etrafındakiler gayet iyi bilmektedirler.

        Saray, Feleksu Hanım’ın oğlunu hemen himayesine alır. Himayenin sebebi aslında hükümdarın oğlu olması değil, şehzadeliği resmen kabul edilmese bile tahtta hak sahibi bulunmasıdır. İyi bir tahsil görür, Mühendishane’den topçu subayı ve mühendis çıkar, tahsilini tamamlamasının ardından saraya alınıp Paşa yapılır, gayet yakışıklı olduğu için “Zülüflü İsmail Paşa” diye tanınır ve hep gözönünde tutulur. Vesvesesi ile bilinen Sultan Abdülhamid de kendisinden 13 yaş küçük olan bu kardeşini Askerî Mektepler Başmüfettişi yapar ve o da gözünün önünden hiç ayırmaz!

        Haydar Bey isminde bir devlet adamının kızı İsmet Hanım ile evlendirilen Zülüflü İsmail Paşa’nın, 1889’da Ali Haydar ve Celâleddin adını verdikleri ikiz oğulları olur.

        İkizler, sonraki senelerde “Germiyanoğu” soyadını alacaklardır...

        Ali Haydar Bey, Sultan Vahideddin’e damat olacak, hükümdarın 1922’de kocası Damat İsmail Hakkı Bey’den boşanan büyük kızı Ulviye Sultan ile bir sene sonra dünya evine girecek ama Zülüflü İsmail Paşa’nın aslında kim olduğunu bilen hanedan mensupları, iki amca çocuğu arasında yapılan ve ailede nâdir olan bu akraba evliliğini hayli tuhaf karşılayacaklardır.

        REKLAM

        GAYRIRESMÎ SULTAN VE HANIMSULTAN...

        Bu saray skandalının Billur Kalkavan’a kadar uzanan tarafı, Zülüflü İsmail Paşa’nın diğer oğlu Celâleddin Bey’in evliliği ve çocuklarıdır...

        İETT’nin senelerce genel müdür yardımcılığını yapan Celâleddin Bey, Meymenet Hanım ile evlenmiş ve iki çocuğu olmuştu: Nuyan adında bir kızı ile İsmail adında bir oğlu...

        Malûm, Osmanlı terminolojisinde padişahların unvânı “sultan”dır ve bu unvan hükümdarın isminin başına getirilir; “Sultan Süleyman”, “Sultan Abdülmecid” yahut “Sultan İbrahim” denir...

        Padişahların erkek soyundan gelen kadınların, yani imparatorluk prenseslerinin unvânı da “sultan”dır ama “sultan” sözü hanımlarda “Âdile Sultan”, “Seniha Sultan” veya “Mediha Sultan” örneklerinde olduğu gibi isimden sonra gelir.

        Prenseslik, hükümdarların erkek soyundan gelen hanımlarda son bulur; prensesin, yani sultanın kızı “sultan” olmaz, “hanımsultan” unvanını taşır, oğluna “beyzade” denir ama imparatorluk prensi ve prensesi olarak kabul edilmezler.

        Meselenin önemli tarafı işte burada: Billur Kalkavan’ın annesi rahmetli Nuyan Hanım, resmen olmasa bile fiziken Sultan Abdülmecid’in erkek çocuklarının soyundan geliyordu. Dolayısı ile Sultan Abdülmecid’in erkek tarafından torunu olan Nuyan Hanım “sultan”, kızı Billur Kalkavan “hanımsultan”, oğlu Rıza Kalkavan da “beyzade” idiler. Unvanlarının bulunmamasına, yani hanedan şeceresine kayıtlı olmamalarına rağmen hanedandaki konumları Osmanlı ailesi tarafından bilinir fakat hanedan mensubu olarak kabul edilmezlerdi...

        Osmanlı Tarihi’ne ait az kişinin malûmu olan bu sırrın Billur Kalkavan’ın vefatından sonra artık sır olmaktan çıkması, özellikle de tarihçiler tarafından bilinmesi gerektiğini düşündüm ve bu yazıyı bu maksatla yazdım...

        Billur Kalkavan’ın anne tarafından büyükbabası Celâleddin Germiyanoğlu’nun 10 Ocak 1971’de yayınlanan vefat ilânı. Germiyanoğlu kardeşlerin Sultan Abdülmecid dışında kalan bütün aile bağlantıları ilânda görülüyor.
        Billur Kalkavan’ın anne tarafından büyükbabası Celâleddin Germiyanoğlu’nun 10 Ocak 1971’de yayınlanan vefat ilânı. Germiyanoğlu kardeşlerin Sultan Abdülmecid dışında kalan bütün aile bağlantıları ilânda görülüyor.

        Diğer Yazılar