Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Fazıl Say’ın yüzüncü yıl için yaptığı ve “marş” olduğunu iddia ettiği “Ver, ver, ver, ver” diye başlayan bestesi tartışılıyor. Bir kesim eseri “mükemmel bir marş” olarak görüyor ama başka bir kesim bestenin “marş” ile alâkasının bulunmadığını söylüyor.

        Ben, bu konuda eserin marş olmadığını söyleyelerin safındayım. Fazıl Say’ın eseri bana göre de marş değil, üstelik güfte bakımından Cumhuriyet’in yüzüncü yılını yansıtmakla uzaktan bile olsa alâkası yok... Atatürk’ten bahsederken her zamanki gibi “mavi gözler” şablonuna sıkışmış bir beste...

        “Marş”, bizim için aslında roman, tiyatro ve resim gibi yeni, yepyeni bir kültürel kavramdır! Musiki tarihimizde 1820’lerin sonuna kadar “marş” diye bir müzik çeşidi ve dolayısı ile bir millî marşımız mevcut değildir. “Marş-ı Sultanî” denen ve İkinci Mahmud’dan itibaren padişahlar için bestelenen eserler ile millî marş ihtiyacı karşılanmaya çalışılmış fakat bu marşların sözleri bulunmadığı ve sadece bandolar için yapıldıklarından dolayı okunarak icra edilmeleri sözkonusu olmamıştır.

        O devirde yurt dışında bulunan Türkler, özellikle de askerler, katıldıkları resmî törenlerde evsahibi ülkelerin millî marşlarının okunmasının ardından Türk millî marşını söylemek zorunda kaldıklarında hep bir ağızdan ya tekbir getirmişler yahut “Hamsi koydum tavaya” gibisinden hafif türküleri veya “Entarisi ala benziyor / Sultan Reşad bana benziyor” benzeri hafif ve mizahî havaları okumuşlardır!

        REKLAM

        Osmanlı İmparatorluğu’nun askerî bandosu olan mehter de sadece enstrümantal eser icra eden bir musiki teşkilâtıdır ve dolayısı geçmiş asırlardan kalan güfteli bir mehter marşı mevcut değildir. Bugün “mehter marşı” diye bilinen eserlerin birkaçı 1870 sonrasında ama ekseriyeti 20. asrın ilk senelerinde bestelenmiştir.

        Şimdi sık sık icra edilen marşların çoğu, aslında Cumhuriyet öncesine, imparatorluğun son dönemine ait bestelerdir. Meselâ hâlâ zevkle okunan Plevne Marşı, “Hürmet sana ey şan dolu sancağım” mısraı ile başlayan Sakarya Marşı ve hattâ yakın zamanda siyasî kamplaşma malzemesi haline getirilen “İzmir Marşı” bile Cumhuriyet değil, Osmanlı dönemi besteleridir. Bugün hemen herkesin ezberden okuyabildiği “Dağ başını duman almış” sözleri ile başlayan “Gençlik Marşı”, asıl ismi “Tre trallande jantor”, olan hafif erotik güfteli İsveççe bir şarkının uyarlamasıdır! Sözleri Gustaf Fröding’in, bestesi de 1937’de ölen Felix Körling’indir; şarkıyı İsveç’te öğrenen Selim Sırrı Tarcan memlekete dönüşünde şair Ali Ulvi Elöve’ye melodinin üzerine güfte yazdırmış ve asıl bestede üç hoppa genç kızın “tra lâ lâ lâ...” diye söyledikleri kısım, eserin Türkçe versiyonunda “Sesimizi yer gök su dinlesin / Sert adımlarla her yer inlesin” hâlini almıştır!

        Fenerbahçe’nin maçlarında stadyumları inleten “Fenerbahçe Marşı” mı? Leo Caerts’in 1971’de bestelediği ve asıl ismi “Y Viva Espana” olan bir Belçika pop şarkısının adaptasyonudur!

        TOPU TOPU BİRKAÇ MARŞ, O KADAR...

        Cumhuriyet döneminde yüzlerce marş bestelenmiş ama bunların sadece birkaçı rağbet görmüştür: Meselâ, Cevdet Çetinel’in adına kayıtlı olan Harbiye Marşı, yani “Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfâdıyız”; Faik Canselen’in delikanlılığında bestelediği ve “Yürü bu yol şeref zafer yolu” diye başlayan “İleri Marşı”, çocuk marşları arasında da Münir Ceyhan’ın ilk mısraı “İstiklâl Savaşı’nın en büyük kahramanı” olan “Atatürk Marşı” ile “Orda bir köy var uzakta”sı ve böyle daha birkaç marş...

        REKLAM

        Rağbet gören marşlar arasında ilk sırayı sözleri Faruk Nafiz ile Behçet Kemal’e, bestesi de Cemal Reşid’e ait olan “Onuncu Yıl Marşı” alır; melodisinin basit, akılda kalır ve canlı olması sayesinde nesiller boyunca okunmuştur, hâlâ da okunmaktadır.

        Cemal Reşid’in Onuncu Yıl Marşı ile “Lüküs Hayat”ı ve daha birkaç sözlü eseri dışında, bizim klâsik müzik bestecilerimizin güfteli eserlerinin tuhaf bir özelliği, daha doğrusu ortak bir zaafları vardır: Bu eserlerde “prozodi”, yani güfte ve uyumu hakgetiredir! Türkçe şarkılara gerektiği kadar âşina olmadıklarından mı, yoksa yetenek yahut anlayış problemlerinden mi bilinmez, sözler bu bestecilerin elinde eğilip bükülmüş ve tuhaf haller almıştır. Bunun en mükemmel örneği, İstiklâl Marşı’nda bile mevcut olan “...larda yüzen alsancaaaak”, “...tüten en son ocak o be”, “...diiir o benim milletimindir ancak” gibisinden prozodi garabetleridir!

        BİR 75. YIL MARŞI VARDI...

        Cumhuriyet’in 100. Yıldönümü için bir marş bestelenmesi konusu gündeme gelip ardından Fazıl Say’ın bestesi tartışılırken 1973’te bestelenen, devletin yaygınlaşması için gösterdiği bütün çabalara rağmen benimsenmeyen ve tutmayan, sözlerini Bekir Sıtkı Erdoğan’ın yazdığı, bestesini de Necil Kâzım Akses’in yaptığı 50. Yıl Marşı’nın talihsizliği konuşuldu ama Cumhuriyet’in 75. yıldönümü için bestelenen ve 50. Yıl Marşı kadar bile olsa bilinmeyen bir başka marştan hiç bahsedilmedi...

        Sözlerini Prof. Dr. İhsan Özkaynak’ın yazdığı ve bestesini Nejat Başeğmezler’in yaptığı “Selâm yüce milletim, selâm ebedi yurdum / Selâm şanlı bayrağım, selâm kahraman ordum” sözleri ile başlayan 75. Yıl Marşı’nı güfte yazarı ve bestecisi haricinde şimdi bilen ve bilmek bir yana, mevcudiyetini hatırlayan acaba tek bir Allah’ın kulu var mı?

        REKLAM

        Fazıl Say’ın eseri de dahil olmak üzere bestelenen yahut bestelenecek olan diğer Yüzüncü Yıl Marşları'nın âkıbeti de böyle olacaktır, zira artık ne eskilerin âyarında bir şair kalmıştır, ne de bir besteci!

        MARŞ DEĞİL, MÜSAMERE ŞARKISI!

        Bugün hâlâ mevcut mu, bilmiyorum... İlkokulun birinci yahut ikinci sınıflarındayken sene sonu müsamerelerinde arkadaşlarla elele tutuşup şarkılar söyler ve söylerken bir çeşit dans olan “rond” yapardık...

        Müsamerelere bizi rahmetli Münir Ceyhan çalıştırırdı...

        Rondun hareketleri o sırada söylediğimiz şarkının sözleri ile bağlantılıydı ve en yaygın rond müziklerinden biri, “Baltalar elimizde / Uzun ip belimizde / Biz gideriz ormana” diye başlardı...

        “Baltalar elimizde” dediğimizde güya odun kesiyormuş gibi kollarımızı yukarı kaldırıp ellerimizi birleştirerek hızla aşağıya indirirdik; “Uzun ip belimizde”nin hareketi iki eli bel hizasına getirip ip çekiyormuş gibi yanlara götürmekti. “Biz gideriz ormana” mısraında da doksan derece yana dönüp yürüyüş havası vermek için ayaklarımızı kaldırıp indirir ama adım atmayıp yerimizde sayardık...

        Fazıl Say’ın marşını icra eden koronun hareketleri bana çocukluk günlerimdeki bu rondları hatırlattı. Girişteli “la la la la” kısmında koro rondun ormana gidiş mısraındaki gibi yerinde sayma hareketleri yapıyor, “Ver elini” derken eller uzatılıyor, ama “şimşek” kelimesine gelince şimşek sanki gökyüzünde çakmaz da yerden göğe yükselirmiş gibi eller yukarıya kaldırılıyor.

        ÇÖZÜM, SÖZLERİ DEĞİŞTİRMEKTE!

        Şimdi artık ne Cemal Reşid gibi bestecilerimiz var; ne Faruk Nafiz, ne de Bekir Sıtkı Erdoğan gibi şairlerimiz...

        Dolayısı ile diğer bazı Avrupa memleketlerinin de yaptıkları gibi Onuncu Yıl Marşı’nın sözlerini rötuşlar, “Çıktık açık alınla on yılda her savaştan / On yılda onbeş milyon genç yarattık her yaştan” ifadelerini “Çıktık açık alınla yüz yılda her savaştan / Yüz yılda seksen milyon genç yarattık her yaştan” diye değiştiririz, hece sayısında bir farklılık olmadığı için vezin de bozulmaz, melodi aynen kalır; neticede Cemal Reşid’in dillere pelesenk olmuş nağmelerini yine aynı şevk ve heyecanla söylemeye devam ederiz ve böyle küçük bir-iki rötuşla 100. Yıl Marşı meselesi halledilmiş olur!

        Diğer Yazılar