Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN, birkaç gazetede birden Zeki Müren ile ilgili bazı haberler vardı. Ne kadar büyük bir sanatkâr olduğundan, nasıl bir büyülü sese sahip bulunduğundan ve "emsalsiz" bestelerinden sözediliyordu.

        Zeki Müren hakkında taşıdığım ve daha önce de birkaç defa yazıp söylediğim düşüncemi tekrar edeyim: Evet, kendisinden sonra gelenleri çok fazla, hattâ haddinden fazla etkilemiş; icra tarzını ve alışılmış sahne kurallarımızı neredeyse baştan başa değiştirmiş ve hem musiki, hem de sahne tarihimizde çok önemli bir yere sahip olmuştur.

        Ama, işin başka bir tarafı daha vardır:

        Türk Müziği'nde özellikle 1950'lerin sonundan itibaren yaşanan ve geleneksel musikimizi bugün yerlerde sürünme noktasına kadar getiren bozulmanın başta gelen sebeplerinden biri, maalesef Zeki Müren'dir!

        PİYASANIN ÜST DÜZEYİ

        Zeki Müren, hayranlarına sorarsanız mükemmel bir başlangıç yapmış, klasik müziği en düzgün şekilde yorumlamış, son senelerinde ise kulvar değiştirmiş, başka bir müzik icra eder olmuştur. Sadece sesi değil, Türkçesi de mükemmel, telâffuzu ise eşsizdir. Söylediği her hece tek tek anlaşılmakta ve okuduğu şarkının güftesi gayet rahat şekilde yazılabilmektedir.

        Ama, işin aslı başkadır: Zeki Müren, hiçbir zaman klasik bir icracı, mükemmel bir yorumcu olmamış, sadece "piyasa"ya hitap etmiştir. Munır Nureddin, Safiye Ayla yahut Necmi Rıza gibi ciddî icracıların hâlâ icrâ-yı san'at ettikleri 1950'lerde Zeki Müren'den "klasik sanatçı" olarak zaten hiç bahsedilmemiş, "piyasa işi" ama piyasanın "değişik" ve "üst seviyesi" kabul edilmiştir.

        Zeki Müren'in sesi mükemmel mi idi? Hayır! Değişik bir sesti ve değişik gelmesinin sebebi, tınısının "hünsâ" olması, yani içerisinde hem erkek hem de kadın tınısının bulunmasıydı. Halkın merakını çeken, hattâ hayran bırakan tarafı, sesinin o

        zamana kadar örneği pek işitilmemiş olan bu özelliği, yani "hünsâlığı" ve sahnede kıyafetleri idi.

        ARABESKİN BATAĞINDA

        "Sanat Güneşi"nin sanat hayatının ilk yıllarında okuduğu klasik eserler, işte bu bakımdan hiçbir şekilde "klasik icra" özelliği taşımaz. Son yıllarında ise, artık gırtlağına kadar arabeske batmış, okuyuşta abartının zirvesine çıkmış ve vıcık vıcık yankılanan mekânlarda avaz avaz bağıran bir Zeki Müren vardır. Ona atfedilen birçok şarkının aslında kimlerin eseri olduğunu da, musiki dünyası zaten gayet iyi bilmektedir.

        Bu köşede, 1951 'in 4 Ocak ında yazılmış bir mektubun fotoğrafını görüyorsunuz: Zeki Müren'in, o günlerin en önemli musiki üstadlarından olan büyük bestekâr Refik Fersan'a gönderdiği mektubunu...

        Zeki Müren, 1 Ocak gecesi yağan karın yolları kapatması sebebiyle radyodaki programına gelemeyen Perihan Altındağ Sözeri'nin yerine mikrofona kendisini çıkartma imkânını verdiği için Refik Bey e teşekkür ediyor. Sonra, "Daima amatör kalmak arzusunda olduğunu" yazıyor.

        "Sanat güneşimizin" hayatı boyunca yaptığı en önemli iş, musikinin yerlerde sürünür hale gelmesinin karşılığında sahip olduğu büyük serveti hayır işi yapan vakıflara bağışlamasıdır.

        Diğer Yazılar