Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Paşa tutuklamak eski âdetimizdir. 31 Mart sonrasında da, İstiklâl Mahkemeleri’nde de çok sayıda general, hattâ millî kahramanlar bile yargılanmıştır!

        NEREDE KALMIŞTIK?

        Övünme yahut ukalâlık falan değil, gerçek: Gazetelerimizde pazar günleri tam sayfa tarih yazma modasını bendeniz başlattım...

        Değişik gazetelerde 15 sene boyunca her pazar günü hazırladığım “Tarihin Arka Odası / Öteki Dünya” isimli sayfaların, tarihin Türkiye’de yaygınlaşmasını ve moda hâlini almasında büyük etkisi olduğu söyleniyor. Artık hemen her gazetede bu sayfaların benzerlerinin ortaya çıkması da, sözü edilen etkiyi zaten apaçık gösteriyor.

        “Tarihin Arka Odası”nı çıktığı haftadan itibaren Habertürk Gazetesi’nde bir buçuk seneye yakın bir müddet yapmış ve bundan 52 hafta, yani tam bir sene önce ara vermiştim.

        Bu hafta, kaldığım yerden devam ediyorum. Eskiden olduğu gibi, her Pazar günü artık biraradayız.

        Önceki hafta geçirdiğim ve beni yazma zevkinden mahrum bırakan rahatsızlığımı haber alan dostum, arkadaşım, okuyucum yahut izleyicim olan yüzlerce kişinin gönderdiği “geçmiş olsun” mesajlarına ayrı ayrı cevap verme imkânım olmadığı için teşekkür ve şükran hislerimi burada ifade ettikten sonra, buyurunuz Tarihin Arka Odası’na!..

        Savcılar generalleri artık sık sık ifade vermeye çağırıyorlar ve generallerden bazıları da ifadeden sonra çıkartıldıkları mahkemede tutuklanıyorlar ya...

        Bu olup bitenlerden gazetelerde “Tarihte bir ilk” diye bahsediliyor, TV’ler “Bugüne kadar böyle bir şey görülmedi” diyorlar ama yanılıyorlar, zira sosyal hafızamız artık giderek zayıflamış halde... General tutuklanmaları uzak tarihi bir tarafa bırakın, yakın tarihimizde bile sık rastlanmış ve uzun müddet tartışılmış olaylardandır!

        Meselâ, 1909’da, İkinci Abdülhamid’in tahtından indirilmesinden sonraki günlerde, 1926’daki İzmir Suikasti davalarında yahut 1960 darbesini takip eden haftalarda yaşananlar gibi...

        Ve, hiç unutmayalım: Geçmiş yüzyıllarda boğdurulan yahut kellesi kestirilen sadrazamların, vezirlerin ve nâzırların neredeyse tamamı, profesyonel asker idi!

        Abdülhamid’in 31 Mart isyanından sonra tahtından indirilmesi, 33 yıl boyunca iktidarda kalmış olan padişahın yakın çevresinin de sonu oldu. Hükümdarla bağlantısı olan asker ve sivil birçok kişi tutuklandı, bazıları askerî mahkemelerde yargılanıp idamdan sürgüne kadar değişik cezalara çarptırıldılar, bazı paşalar ise mahkemelerde işin uzayabileceği endişesi ile hemen kimvurduya uğratıldılar.

        Meselâ, Sultan Abdülhamid’in en namlı hafiyelerinden İsmail Mahir Paşa, padişah daha tahtından indirilmeden önce, bir gece Bayezid’deki Harbiye Nezareti’ne çağrıldı ve yolda bir suikaste uğrayıp canından oldu. Hemen ardından Maçka’daki kışlada askerlerle toplantı yapan süvari tümeni kumandanı Refik Paşa altı ay hapse mahkûm edildi, sonra da Yemen’e gönderildi.

        Temizlik, padişahın tahtından indirilmesinden sonra çok daha şiddetli hâl aldı. “Paşa” unvanına sahip yüzlerce kişi yargılandı, bunların bir kısmı idama, bir kısmı da sürgüne mahkûm edildi. Sürgüne yollanan yaşlıbaşlı askerlerin rütbeleri de alındı ve bir gün öncesine kadar isimlerinden önce anlışanlı “Paşa hazretleri” unvânı gelen bu kişiler bir anda “Efendi” yahut “Bey” oluverdiler.

        Sultan Abdülhamid’in tahtından indirilmesiyle neticelenen olaylar bir darbe yahut devrim değil, beklenmedik bir gelişmeye yani 31 Mart olayına karşı şiddetli bir müdahale idi ve ortada gizlemeyi gerektiren pek bir şey yoktu. Ama olayların bastırılmasından sonra kurulan askerî mahkemelerin zabıtları aradan 100 küsur sene geçmiş olmasına rağmen bir türlü açıklanmadığı için kaç kişinin ve tabii kaç paşanın canından yahut rütbesinden olduğunu hâlâ tam olarak bilmiyoruz.

        Bu sayfada, İstanbul’da 1909’da yayınlanan bazı dergilerde çıkmış bazı fotoğrafları görüyorsunuz. Fotoğraflarda bir gecede “Efendi” yahut “Bey” yapılmış olan bir zamanların anlı-şanlı paşaları var...

        O senelerdeki bu icraatın memlekete ne fayda getirdiğini merak ediyorsanız, Türkiye’nin 1909 sonrasında neler yaşadığını düşünün ve kararınızı ona göre verin... “İstibdad devri erkânından” başlıklı bir başka sayfa. Bu paşaların tamamı ya hapsedildi, yahut sürgüne gönderildi.

        HÂKİMLER SANIKLARI SELÂMLADI

        İzmir’in Elhamra Sineması’nda, 1926’nın 26 Haziran günü Türkiye’nin korkuyla ama çok büyük bir dikkatle takip ettiği bir mahkeme başladı.

        Yargılananların bir kısmı, birkaç sene önce kazanılmış olan İstiklâl Savaşı’nın komuta heyetinin bazı mensuplarıydı: Kâzım Karabekir, Ali Fuad, Refet ve Cafer Tayyar Paşalar...

        Tarihlere “İzmir Suikasti” diye geçen suikast teşebbüsüne, yani Mustafa Kemal Paşa’nın hayatına kasteden komploya karışmış olmakla suçlanıyorlardı.

        Şark Fâtihi Karabekir Paşa’nın bir celsede mahkeme başkanı Ali Bey’e “Bu dâvâ siyasîdir” demesi, bir anda her yerde konuşulur oldu. Bunun üzerine, o sırada Çeşme’de bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın hâkimleri yanına çağırıp bir güzel haşladığı ve mahkeme heyetinin Paşa’nın yanından pencereden atlayarak kaçtığı işitildi.

        13 Temmuz günü, karar celsesinin yapılacağı salonda görülmemiş bir kalabalık vardı. İzleyicilerin çoğu subaydı, mahkemeye üniformalarıyla ve silâhlarıyla gelmişlerdi.

        Mahkemenin daha başlangıcında bir tuhaflık yaşandı: Üniformalı izleyiciler, tutuklu paşaların salona alınmaları sırasında hep beraber ayağa kalkıp esas duruşa geçince hâkimler heyeti de kısa bir şaşkınlık yaşadı ve dinleyicilerle beraber onlar da ayağa kalktılar.

        Mahkeme, aralarında Rüşdü Paşa gibi generallerin de bulunduğu 17 kişiye idam cezası verdi. Kâzım Karabekir’in yanısıra Ali Fuad, Refet ve Cafer Tayyar Paşalar beraat ettiler.

        27 Mayıs darbesi sonrasında emekli edilen general sayısı ise 135 idi, “Eminsular” diye bilinen olaydan sonra emekliye sevkedilen askerler de 5 binden fazlaydı.

        DARBELERİN BİR ASIRDIR DEĞİŞMEYEN ŞARKISI: ‘HATIRLA SEVGİLİ’

        “Hatırla Sevgili”yi mutlaka işitmişsinizdir...

        Bu isimdeki meşhur TV dizisini değil, aynı sözlerle başlayan şarkıyı kastediyorum. “Hatırla sevgili, o mes’ud geceyi / Çamların altında verdiğin bûseyi” şarkısını...

        1947’de vefat eden Muhlis Sabahaddin Bey’in bestesi olan bu eser kadar darbelere, ihtilâllere ve siyasî cinayetlere sembollük etmiş başka bir şarkı yoktur...

        İşte, yarım asır boyunca terennüm edilen Türkiye’nin bu en siyasî şarkısının kısa öyküsü:

        Sultan Abdülhamid’in uzun seneler baş hafiyeliğini yapmış olan Fehim Paşa, o dönemin en nefret edilen isimlerin ilk sırasında idi. Çetesi ile beraber menfaat ve para uğruna yapmadığı kötülük, bulaşmadığı belâ kalmamış, onbinlerce masumun canını yakmış, nice ocakları söndürmüş ve “Margaret” adındaki metresinin bir dediğini iki etmemek için rüşvet ve vurgunu günlük iş hâline getirmişti.

        Paşa, 1908 Meşrutiyet’inin ilânından kısa bir müddet önce bazı Avrupalı tüccarlardan gereğinden fazla ve cebren komisyon almaya kalkınca, İstanbul’daki yabancı büyükelçiler Abdülhamid’in huzuruna çıktılar. “Bu adamdan illâllah Majeste!” dediler ve hükümdar işin ciddiyetini farkedip Fehim Paşa’yı Bursa’ya sürgüne gönderdi.

        Derken 1909’un Nisan ayı geldi, 31 Mart isyanından sonra Abdülhamid’in yakınlarının başlarına büyük dertler açılmaya başlayınca, Fehim Paşa’yı da bir korkudur aldı. Bir atlı araba ile Bursa’yı gizlice terketti ama Bilecik’e yaklaştığı sırada tanındı ve galeyana gelen halk Fehim Paşa’yı önce bir taş yağmuruna tuttu, sonra da parça parça etti.

        Birkaç gün sonra, İstanbul’un eğlence mekânlarında “Hatırla Margaret o meş’um geceyi” sözleriyle başlayan yepyeni bir şarkı işitilir oldu. Eser, Muhlis Sabahaddin Bey’e aitti; güftede bahsi geçen Margaret, linç edilen Fehim Paşa’nın meşhur metresi idi ve şarkının ismi, meşhur olmasından sonra yayınlanan notasında da “Hatırla Margaret” diye yazılmıştı.

        Aradan seneler geçti, Margaret’ten bahseden şarkı meşhur bir aşk nağmesine döndü, sözleri değişip “Hatırla sevgili, o mes’ud geceyi” hâlini aldı ve notası da artık bu şekilde yazıldı.

        Derken, 1960’taki 27 Mayıs darbesi geldi ve Başbakan Adnan Menderes Kütahya’da tevkif edildi. Demokrat Parti iktidarı Yassıada’ya gönderildi ve 52 sene öncesinin “Hatırla Margaret”i bu defa “Hatırla Menderes” halini aldı: “Hatırla Menderes, o meş’um geceyi / Kütahya yolunda yediğin silleyi”... Büyük ihtimalle, İkinci Meşrutiyet günlerini hatırlayan ve şarkının “Margaret” versiyonunu bilen birileri, melodiyi bu defa Menderes’e uyarlamışlardı!

        Muhlis Sabahaddin Bey’in bu meşhur Nihavend’i, Adnan Menderes ile iki bakanının İmralı Adası’nda 1961’de idam edilmelerinden sonra yeniden zarif bir aşk şarkısı haline gelebilecekti.

        Diğer Yazılar