Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE, birkaç seneden buyana, 1910'lardan 1950'lerin sonuna kadar yaşanan bazı tatsızlıklarla yüzleşme merakında...

        "Tatsızlık" derken Anadolu'da meydana gelen toplu göçlerin, azınlıkların ve harekâtlarda can veren sivil vatandaşlarımızın kaderinin tartışılmasını kastediyorum...

        1915 olayları, Edirne hadiseleri, Dersim'de olup bitenler ve 6-7 Eylül rezaleti gibisinden dramları...

        Şimdi bütün bu hadiselerin dosyaları yeniden açılıyor, devletin vakti zamanında böyle yapmasına gerek olup olmadığı konuşuluyor ama karar, ayrıntıların daha tam olarak belirlenmesinden önce hemen, ânında veriliyor: "Sürdük, kestik, öldürdük, kaçmaya zorladık... Biz, bildiğiniz gibi eli kanlı bir milletiz... Aaaah ah! Görüyorsunuz ya, ne kadar berbat bir geçmişimiz var...".

        Moda, artık böyle: "Geçmişle yüzleşmek" deyip geçmişi her vesile ile karalayacak ama konu bize yapılanlara gelince, sadece susacak ve bu bahisleri açanı da pişman edeceksiniz!

        STALİNZEDE TATARLAR

        Meselâ, 1912'deki Balkan Savaşı'ndan sonra Rumeli'de asırlardır yaşadıkları toprakları terke mecbur kalan 1 milyon 300 bin mültecinin kaderinden ve birkaçyüz bininin yollarda can vermiş olmasından asla bahsedemezsiniz. Zira, Balkanlar'da yaşanan dramı bırakın anlatmayı, telâffuz etmeye kalktığınız anda hemen "faşist" damgasını yersiniz!

        19. asrın ortalarından itibaren Kafkasya'da olanlardan, çarların kılıcından Anadolu'nun dört bir yanına dağılarak kurtulabilen Kafkas halklarından söz etmeniz de ayıptır, zira böyle hadiseleri hatırlamak bile gericiliktir!

        İşte, bütün bu hesaplaşma, yüzleşme, arınma vesaire fırtınasında bir başka dram daha neredeyse unutuldu, yahut unutturuldu: Kırım'da bundan tam 68 sene önce, üstelik bugün, 1944'ün 18 Mayıs'ında yaşananlar...

        Bilmeyenler yahut şimdiye kadar öğrenmelerine mâni olunanlar için o gün neler yaşandığını kısaca anlatayım:

        Kırım, İkinci Dünya Savaşı'nda bir ara Alman işgaline uğramış ve Sovyet diktatörü Stalin, işgalin sona ermesinin hemen ardından Kırım Tatarlarının tamamını "Almanlar ile işbirliği yaptıkları" gerekçesi ile Orta Asya'ya, Sibirya'ya ve Sovyetler'in en ücra köşelerine göndermişti.

        Ama memleketlerini terketmeleri için öyle belli bir süre vererek falan değil: 200 bin civarında Kırım Tatarı bir gece içerisinde evlerinden süngü zoru ile çıkartıldılar, tıkış tıkış dolduruldukları hayvan vagonları ile ölüme gönderildiler.

        1944 Mayıs'ının son haftasına gelindiğinde Kırım'da artık tek bir Tatar ve Müslüman kalmamış, onlardan kalan topraklara da Sovyet İmparatorluğu'nun değişik yerlerinden gönderilen Rus aileler yerleştirilmişti.

        OKUYUN AMA DİKKAT EDİN!

        Topraklarından bir gecede kopartılan bu 200 bin kişinin Sovyetler'e göre yüzde 30'u, Kırımlılar'a göre de yüzde 46'sı daha gidiş yolunda telef oldu; hayatta kalanların memleketlerini görebilmelerine ise neredeyse 50 sene sonra, Gorbaçov'un iktidarı sırasında izin verildi. Ama öyle yerleşmek maksadıyla falan değil, sadece turist olarak gitmelerine! Zira artık ne evleri-barkları, ne de toprakları vardı...

        Anavatanlarına son senelerde dönebilme izni alabilen Tatarların sayısı, bugün sürgün öncesi nüfusun yüzde onu bile değildir...

        Kırım'da 1944'ün 18 Mayıs'ında yaşanan ve eşi-emsâli az görülen faciayı merak ediyorsanız öyle uzun araştırmalara kalkışmanıza hiç gerek yok; kendisi de Kırımlı bir Stalinzede olan rahmetli Cengiz Dağcı'nın konularını gerçek hayattan alan akıcı romanlarını okuyun, kâfi...

        Ama başınıza gelmesi muhtemel bir tehlike hususunda sizleri peşinen uyarayım: Dağcı'nın romanlarını elinizde gördükleri anda derhal "faşist" damgası yersiniz; zira kendilerinin "aydın" olduğunu zanneden çevrelerde "Biz Türkler tarih boyunca ne kadar vahşet yapmışız" demek entellektüellik, "Vaktiyle neler neler çekmiş, ne dertlere uğramışız" demek ise faşistliktir!

        Diğer Yazılar