Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Buyurun, size iki “mezar” öyküsü: Yunus Emre’ye ait olduğuna inanılan ve altı asır sonra açtırılan Eskişehir’deki bir mezar ile İdris-i Bitlisî’nin Eyüp’teki kabrinin hikâyeleri...

        Meslek büyüğümüz Sadun Tanju’nun yeni kaleme aldığı ve piyasaya yarın verilecek olan “Adnan Saygun’larda Çay Sohbetleri” isimli kitapta son derece ilginç bir olaydan bahsediliyor: Eskişehir’e bağlı Sarıköy’de Yunus Emre’ye ait olduğuna inanılan bir mezar 28 Haziran 1947’de aralarında besteci Ahmet Adnan Saygun’un da bulunduğu bir heyet tarafından açtırılmış ve Saygun, kafatası ile Hamletvârî bir fotoğraf çektirmiş!

        Meslek büyüklerimizden Sadun Tanju, şimdi İstanbul’un dışında sâkin bir hayat sürüyor. Bundan birkaç ay önce arşivini elden geçirirken, besteci Ahmet Adnan Saygun ile uzun yıllar devam eden sohbetlerinin notlarını bulmuş ve kaybolup gitmemeleri için kitap haline getirmiş.

        Sadun Tanju’nun “Adnan Saygun’- larda Çay Sohbetleri” ismini verdiği kitabını çıkartan Pan Yayıncılık, piyasaya yarın verilecek olan eserin bir kopyasını, önceden bana göndermişti. Okudum ve içerisinde yeralan bir bahsi, Adnan Saygun’un Hamlet’e bile rahmet okutacak bir mezar açma macerasını üstelik fotoğrafı ile beraber görünce, sizlere de nakledeyim dedim...

        1947’nin 28 Haziran’ında meydana gelen tuhaf hadise şöyle:

        13. yüzyılın ikinci yarısı ile 14. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşadığına inanılan ve halkın gönlünde asırlar boyunca taht kuran Yunus Emre’ye, kendisine duyulan bu sevgi yüzünden Anadolu’nun değişik yerlerinde mezarlar atfedilmiştir...

        15 İSKELET İDDİASI

        Bu mezarlar arasında sadece birinin, Eskişehir’in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy’de bulunanının “gerçek” olduğuna inanılmaktadır, mezarın bir anıtmezar haline getirilmesi düşünülür ve 28 Haziran 1947’de beş kişilik bir heyet tarafından açtırılır. Heyette, 1942’de “Yunus Emre Oratoryosu”nu besteleyen Ahmet Adnan Saygun da vardır ve Saygun, Yunus’a ait olduğu iddia edilen kafatası ile beraber bir de hatıra fotoğrafı çektirir.

        Kemikler bir sene boyunca başka bir yerde muhafaza edilir ve inşaatı tamamlanan anıtmezara 1949 Mayıs’ında resmî duyuru yapılmadan defnedilir. Ama sonraları mezardaki iskelet sayısının bir değil 15 civarında olduğu söylentileri çıkacak ve diğer iskeletlere mezar açma zaptında yer verilmediği ileri sürülecektir.

        Sadun Tanju, dağıtımı yarın yapılacak olan “Adnan Saygun’larda Çay Sohbetleri” isimli kitabında, mezarın açılış öyküsünü Saygun’un ağzından şöyle naklediyor:

        “...İlim ve sanat çevrelerini harekete geçirmek için, dostum Halim Bâki Kunter ile düşündük taşındık, bir Yunus Emre Derneği kurmaya karar verdik. Derneği de kurduk. Halim Bâki başkan, ben genel sekreter...

        TARTIŞMALI MEZARLAR

        İlkönce ele alacağımız iki konu var: Birincisi, eski basılmışları ve yeni nüshaları gözden geçirip karşılaştırarak, ona ait olmayan şiirleri ayıklayarak güvenilir bir Yunus Divanı hazırlamak; ikincisi, Yunus’un perişan bir haldeki mezarını onararak, büyük halk ozanımıza yaraşır bir anıt mezar projesini gerçekleştirmek.

        Gerçi, Yunus’un asıl yattığı yer tartışmalıydı; Eskişehir’in Sarıköy’ündeki mezarda oldukça geniş bir ittifak vardı, fakat Karaman’da ve Anadolu’nun muhtelif yerlerinde de Yunus’un mezarı olarak bilinen yerler mevcuttu. Anadolu halkı, gönül verdiği Yunus’a, sanki heykelini diker gibi pek çok yerde ‘makam’ hazırlamıştı.

        Biz, dernek olarak, Sarıköy’deki ziyaretgâhın üzerinde durduk. Fransızlar demiryolunu yaparken hattı, mezarın etrafına geniş bir kavisle dolaştırarak bu büyük halk ozanına saygılarını göstermişler, bunun yanında, o yerin geniş kitlelerce Yunus’un makamı olarak tanınmasına da yardımcı olmuşlardı. O kavis içinde bir anıt mezar yapma düşüncesi bize çok cazip geliyordu.

        Yunus’un mezarı ...için de bir heyet kurmuştuk.

        Başkan, genel sekreter ve Derneğin birkaç üyesi daha, antropolog olarak da Şevket Aziz Kansu, bu heyete dahildik. Kansu, mazeret beyan ederek bizimle gelemedi, yerine asistanı Kemal Güngör’ü gönderdi. Eskişehir valisinden izin alınıp mezar açıldı. Güzel Sanatlar Akademisi’nde hazırlanan anıt mezar projesine göre, Yunus’un mezarını 50 metre kadar içeri almak gerekiyordu. Mezarın içindeki iskeletin yan yatmış uyur vaziyette oluşu hepimizi heyecanlandırdı.

        TÜRKMEN’E AİT İSKELET

        Bu arada iskeletin fazla derinde bulunmayışı da hepimizde hayret uyandırdı. Altı asırlık bir mezarın toprak sathına bu derece yakın oluşu şaşırtıcı idi. Genç antropolog arkadaşımız Kemal Güngör bazı ölçümler yaptıktan sonra iskeletin bir Türkmen’e ait olduğunu söyledi.

        Bu tesbitten bir süre sonra mezar yeni yerine taşındı. O gün çevreden ve çok uzaklardan gelen halkın, kendi içinden çıkmış bir ozana gösterdiği ilgi ve sevgi unutulacak gibi değildi; nakil töreni, tablolar halinde gözlerimin önündedir hâlâ”.

        Bitlisî’nin önce kitabını yayınlayın, tepenin adını değiştirme işi sonradan gelsin

        AK Parti Bitlis Milletvekili Vahit Kiler, Eyüp’teki Piyer Loti Tepesi’nin isminin aslında “İdris-i Bitlisî” olduğunu iddia edip tepeye eski adının geri verilmesini istedi ya...

        Tartışmaya konuyu bilsin yahut bilmesin, aklına esen herkes dahil oldu ve kaynaklara bakma zahmetine katlanmadan konuşup durdular ve işin aslı bir türlü ortaya çıkartılamadı...

        Önce, İdris-i Bitlisî’nin kim olduğunu yazayım:

        İdris-i Bitlisî, yani Bitlisli İdris, 15. ve 16. asrın önemli âlimlerindendi ve devlet adamıydı. Tarihçi, yazar, şair, hattat ve idareciydi. Anadolu’daki değişik beyliklerde “münşîlik” yani diplomatik ve edebî metin yazarlığı yaptı, İkinci Bayezid zamanında Osmanlılar’ın hizmetine girdi, Yavuz Sultan Selim’in şark politikasında danışmanı oldu, bazı fetihlere katıldı, 1520’de Kanunî Süleyman’ın iktidarının ilk günlerinde vefat etti ve hanımı Zeynep Hatun’un Eyüp’te yaptırdığı mescidin yakınına defnedildi.

        ‘İŞBİRLİKÇİ’ SUÇLAMASI

        Çok sayıda eser kaleme almış olan İdris-i Bitlisî, imparatorluğun ilk resmî tarihçilerinden sayılır ve Doğu Anadolu’nun Osmanlı topraklarına katılmasında büyük hizmetleri geçtiği için bazı çevreler tarafından da “işbirlikçi” olmakla suçlanır...

        Bitlisî’nin mezarı bugün “Piyer Loti” adı verilen tepede değil, tepenin aşağı tarafındadır ve eski kaynaklarda mezarla ilgili bilgiler vardır.

        Bu konudaki en önemli kaynak, 1494- 1561 seneleri arasında yaşamış olan ve İdris-i Bitlisî’nin çağdaşı olan Taşköprülüzâde Ahmed’in Arapça yazdığı “Şakayık” ındadır. Konu, Mecdi Mehmed Efendi’nin “Şakayık Tercümesi”nde “Ebâ Eyyube’l-Ensârî’de ‘İdris Köşkü’ dedikleri mahalde defn olunup ol mahal onların intimâiyle meşhur oldu” yani “Mezarının bulunduğu yer, onların adıyla tanındı” diye geçer.

        Evliya Çelebi ise, İdris-i Muhtefî’nin mezarının bulunduğu yerde Bayramiye tarikatinden Şeyh İdris adında bir zâtın tekkesinin bulunduğunu, tekkenin daha sonra yıktırıldığını ve oraların “İdris Köşkü” adıyla bilindiğini yazar.

        Reşad Ekrem Koçu da, Piyer Loti’nin tepede 1880’de kurulmuş olan kahvehaneye devam etmesinin sebebinin, Loti’nin mekânın sahibi Râgıp Ağa’nın “Seyfullah” adındaki genç çırağına duyduğu alâka olduğunu kaydeder!

        Tepenin isim macerası böyle... Taşköprülüzâde, oraların 16. asırda İdris-i Bitlisî’nin ismiyle bilindiğini yazıyor ama bu isim daha sonraki yüzyıllara ait kayıtlarda geçmiyor, bugün “Piyer Loti Tepesi” diye bilinen yer ile çevresinden 19. ve 20. yüzyıl belgelerinde ve fotoğraflarında hep “Eyüp Tepesi” diye bahsediliyor.

        Meselenin zaten, mezarın yerinden yahut tepenin isminden daha önemli bir boyutu var:

        2500 SAYFALIK ESER

        İdris-i Bitlisî, daha birçok eserinin yanısıra, Osman Gazi’den Bayezid’e kadar gelen Osmanlı hükümdarlarının hayatlarını anlatan “Heşt Behişt” yani “Sekiz Cennet” isimli çok önemli bir tarih kitabı da kaleme almıştır.

        İkinci Bayezid’in emri ile ve Farsça yazdığı eseri 2 bin 500 sayfadır, uzunluğu ve metnin güçlüğü sebebi ile de tamamını yayınlamaya bugüne kadar hiçbir akademisyen cesaret edememiştir...

        AK Parti Bitlis Milletvekili Vahit Kiler, tepenin adını tartışmaya açacağı yerde hemşehrisi olan bu büyük âlimin eserinin yayınlanması için akademik bir komisyon kurup finans desteği sağlayacak olsa, ilim âlemine çok daha büyük hizmette bulunmuş olur. Üstelik, bu iş için harcayacağı meblâğ, “İstanbul Sapphire”e yatırdığı paranın yanında devede kulak kalır!

        Diğer Yazılar