Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Mülkiye dekanı ve anayasa profesörü Mümtaz Soysal o senenin son dersinde anayasanın belli direkler üzerine durduğunu, bu direklerin sağlam olabilmesi için asıl önemli olanın halk desteği olması gerektiğini anlatırken içeri aniden fakülte sekreteri girer. “Geldiler,” der; hoca kimin geldiğini hemen anlar. Gelenler 12 Mart’ın vahşi rejiminin askerleridir; pek çok aydın gibi onu da götüreceklerdir. Soysal çıkmadan önce öğrencilerine “İşte halk desteği olmazsa da bunlar olur,” der. Mehmet Ali Birand’ın “12 Mart” belgeselinde “Adeta bir tiyatro oyunu gibi,” diye tarif ediyor bu anı.

        Bu sahne geçtiğimiz günlerde Broadway sahnesinde izlediğim bir tiyatro oyununda aklıma geldi. Acaba hoca görseydi bu oyunu ne düşünürdü, diye içimden geçti.

        Heidi Schreck’in anayasanın kendisi için anlamını anlattığı “What the Constitution Means to Me” bugüne kadar izlediğim en iyi oyun olabilir. “Angels in America”nın yazarı Tony Kushner da “Yılın en önemli oyunu,” diye tarif ediyor bu oyunu.

        Anayasanın oyunun yazarı için hakikaten de şahsi bir anlamı var. Schreck gençliğinde ülke çapında anayasa yarışmalarına katılıp kazanıyor, bu yarışmalar sayesinde üniversiteye gidebiliyor. Oyunda da 15 yaşına geri dönüp o yarışmalardaki halini hatırlatıyor. Jüri anayasanın maddelerini yorumlamasını istiyor mesela, sonra bu anayasa maddesini gündelik hayata aktarmasını. Tam o sırada da kanunla özel hayat birbirine karışıyor, işin içine yaptırmak zorunda olduğu kürtaj, teyzenin tecavüze uğraması gibi acı hatıralar giriyor. Bütün bu şahsi dönemeçler de anayasaya bağlanıyor, anayasanın bireylerin gündelik hayatında nasıl etkili bir rolü olduğu anlaşılıyor.

        HALK KANUNLARA SAHİP ÇIKIYOR

        Bizim gibi defalarca anayasası değişen bir ülkenin aksine Amerikan anayasası gündelik hayata sık sık atıfta bulunulan, en azından okumuş kişilerin kimi maddelerini ayrıntılı bir şekilde bildiği bir metin. Günlük haber akışında istisnasız mutlaka anayasaya dair bir gelişme yaşanıyor. Mesela önceki gün Anayasa Mahkemesi tescil başvurusunda “FUCT” kelimesi reddedilen bir markayı anayasanın ifade özgürlüğünü garanti altına alan birinci ek maddesinden yola çıkarak haklı buldu. Donald Trump’ın azledilmesi tartışmalarında da aylardır anayasada yer alan “yüksek suçlar ve kabahatler” ifadesinin neyi kastettiği, Trump’ın yaptıklarının bu tanıma uyup uymadığı tartışılıyor. Yargıçlar da kendi siyasi görüşlerine göre bu ifadeyi yorumluyor.

        Amerikan Anayasası ve etrafında dönen tartışmalar içine bir kez daha dalınca çıkması imkansız bir kuyu. Bende keyifli bir takıntı, entelektüel bir jimnastik haline geldi anayasa haberlerini okumak. Anayasa Mahkemesi yargıçlarının düştüğü şerhler, kullanılan dil, tartışılan konular, görülen davalar adeta aklımı başımdan alıyor.

        En çarpıcı olanı da yaşadıkça sahiden de anayasanın gündelik hayatta nasıl karşılık bulduğuna, nasıl yön verdiğine örneklerle tanık oluyorum. Dahası, dünyanın en eski anayasası olan Amerikan Anayasası özü hiç değiştirilmeden, sadece ek maddelerle yıllardır ayakta kalıyor. Mümtaz Soysal’ın dediği direklere sağlam oturmuş, arkasında halk desteği olan bir metin. Bu yüzden de bir anlamı var.

        AMERİKAN ANAYASASI DEĞİŞİR Mİ

        Heidi Schreck ise Amerikalıların neredeyse kutsallık bahşettiği bu metni kusurlarıyla tartışmaya açıyor sahnede. Bu metin gerçekten kusursuz mu diye sorguluyor.

        Sonunda vardığı kanı anayasanın orijinal haliyle yeterli olmadığı. Daha doğrusu bugünkü işlevinin tam da yazıldığı dönemdeki kastına hizmet ettiği: Varlıklı beyaz erkekleri korumak. Anayasayı yazan varlıklı beyaz erkeklerin iktidarı yüzyıllar sonra bile sürüyor, Schreck’in işaret ettiği gibi Anayasa da tam da bu düzeni korumak için yazılmış. Bu kadar tapınılan bir metinde hala kadın-erkek eşitliğinin garantisi yok örneğin. Anayasanın bu gibi kusurlarından yola çıkarak oyununun sonunda izleyicilerin kafasındaki bir tabuyu tartışmaya açıyor oyunun yazarı: Anayasayı değiştirelim mi?

        Schreck’in hayran olduğu anayasalar var. Çek Cumhuriyeti’nin devrim sonrası yazılan anayasası ABD’nin ilerisinde mesela.

        Oyunun sonunda izleyiciler oy kullanıyor; çoğu zaman da “Kalsın” yönünde oy veriyor. Ancak Schreck verdiği bir söyleşide ülkede karamsarlığın hakim olduğu dönemlerde, mesela Anayasa Mahkemesi’ne tacizci bir yargıç atanırken izleyicinin çoğunluğunun “Değiştirelim” dediğini hatırlatıyor.

        Ancak bu sefer de bir başka sorun ortaya çıkıyor: Yeni anayasayı kim yazacak? Sadece Amerika’da değil, dünyada da bir Vaclav Havel yok ki ne zamandır.

        REKLAM

        ***

        Muhalefet oylarını artırdığına göre yeniden anayasa değişikliğini tartışalım mı?

        Heidi Schreck’in “Anayasanın Benim İçin Anlamı” adlı oyununu ikinci İstanbul seçiminden bir süre önce izledim, ama yazmak için bekledim. Çünkü muhalefetin zaferiyle sonuçlanacak bu seçimden sonra bir anayasa tartışmasının çıkacağını tahmin ediyordum. Daha birkaç gün olmasına rağmen “Eski rejime dönelim, yeni sistem işlemiyor,” gibi yorumlarına denk geliyorum. Erken seçim tartışmalarıyla birlikte anayasa da bir kez daha gündeme gelecek belli ki.

        Benim için Schreck’in oyununu asıl çekici kılan iki ülke halkının kendi anayasasına yaklaşımları. Bir halk anayasasına kusurlarına rağmen bağlı, biz ise her konuda olduğu gibi anayasa konusunda da epey laçkayız. İşine gelmeyen değiştirip duruyor, üstelik 12 Eylül’de bile anayasa değişikliği -görünürde- demokratik yollarla geçiyor.

        Ancak herhangi bir Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda ABD’deki gibi bir halk desteği olduğu, Mümtaz Soysal’ın söylediği gibi bu metnin sağlam bir direğe oturduğu iddia edilebilir mi? Soysal, halk desteği olmadıktan sonra anayasanın uzun süre ayakta kalamayacağını da ekliyor.

        Desteği bırakın, çoğumuz anayasanın ne olduğundan, haklarımızdan, değişen maddelerden, eskiyle yenisinin farkından haberdar bile değiliz.

        ESKİSİ DE ÇOK MATAH DEĞİLDİ

        Kuşkusuz sağlam bir anayasa değişen toplumun taleplerini karşılayacak kadar öngörülü olmalı, ya da değişen dünyaya adapte olarak yeniden yorumlanmalı.

        Dünyanın en yeni anayasalarından birine sahibiz ama bu çağda ifade özgürlüğünün bile anayasal garantisi yok. Aynı anayasa bana sevdiğim insanla evlenme hakkı tanımıyor mesela. Trans haklarından tutun da veri korumasına kadar önümüzdeki 10-20 yılı belirleyecek tartışmalara ne kadar hazırlıklı anayasamız, merak dahi etmiyoruz.

        Mevcut güvenceler bile uygulanışta aksıyor ve anayasanın bütününe gölge düşürüyor. Halk anayasal güvencelere kuşkuyla yaklaşmaya başlarsa nasıl kanunlara sahip çıkabilir ya da saygı duyabilir?

        Çözüm yeni anayasa, İstanbul seçimleri de bunun için fırsat mı? Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin vaatleri arasındaydı eskiye dönmek.

        Ancak yeni bir anayasanın daha iyi olacağının garantisi yok; eskisi de çok matah değildi sonuçta. Dahası, bütün ülkelerdeki sorun bizde de var: Yepyeni bir anayasayı kim yazacak? Her gece bir tartışma programından diğerine koşturan hukukçuları mı?

        Aslında her zaman için önemli olan yazılı metin değil, bu metnin toplumda karşılık bulması, uygulanışı. İngiltere’nin bir anayasası bile yok mesela. Amerika’nın anayasası epey kusurlu, ama toplumda benimsenişi ve uygulanışı birçok ülkeden daha ileri. Çözüm ha bireyeni anayasa yazmaktan geçmiyor, bugüne kadar bunu anlamış olmamız gerekir.

        Halk inanmadıktan, benimsemedikten sonra en muazzam anayasa bile işlevsiz kalır. 12 Mart’tan yıllar sonra Türkiye’nin anayasayla ilişkisi hakikaten bir tiyatro oyunu gibi.

        Diğer Yazılar