Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Serdar Turgut en azından bir konuda yanılıyor: Bir kere metrobüse bindim. Belediye otobüsüne de bindim, bir ara dolmuş ve minibüsleri de kullandım ama İstanbul’da en fazla metroya biniyorum. Zaten metro hattında yaşıyorum, metro hattının dışındaki yerlere de gitmemeye çalışıyorum. İşim başka bir yere düşerse de süreç bir işkenceye dönüşüyor, günler öncesinden endişe etmeye başlıyorum.

        Bütün büyük şehirleri yönetenler semtleri birbirine bağlamanın büyük bir şehircilik mirası olduğunu düşünür, açılan metro hatlarıyla, artan otobüs sayılarıyla övünür. Bizde de son derece ilkel bir ulaşım şekli olduğunu düşündüğüm, kaotik trafiğe kesin çözümdense geçici bir yama olarak bir şekilde yapılan metrobüs epeydir böyle bir övünç kaynağı.

        Yolu bölüp raylı sistem yerine otobüs koymanın çağdaş bir ulaşım şekli olduğunu hiç kimse iddia edemez. Uzun ve meşakkatli, daha da önemlisi yıllar sürecek inşaat ve sefalet yüzünden mevcut oyları da düşürecek süreç yerine bir yama yapıldı, o yama da kalıcı hale geldi. Sağ belediyecilik böyle çabuk ve pratik çözümler buluyor, sol belediyecilik ise İstanbul metrosu gibi büyük ve kalıcı fikirlere kalkışıyor ancak hayata geçirene kadar şehrin çektiği eziyetten dolayı koltuğundan oluyor. Zaten Türkiye’de sol belediyeciliğin mirasını da sonraki başkanlar sahipleniyor.

        Belki de Türkiye için sağlıklı olan da fikrin soldan, uygulamanın sağdan gelmesi. Sağ belediyecilik fikir geliştirmeye başladığında ortaya metrobüs, otoban çıkıyor.

        SAĞ VE SOL BELEDİYE FARKI

        Ancak kolay, çabuk inşaat ve kısa vadeli çözüme yönelik anlayış en azından estetik olarak dünyanın en önemli şehirlerinden biri olması gereken İstanbul’a epey zarar verdi. Gelişmeyi korumak değil, yıkıp yenisini yapmak olarak gören bu anlayış güzelliğinin asla bozulmayacağı var sayılan İstanbul’u bile çirkinleştirdi. Şehrin bir parıltısı, albenisi vardı eskiden, zamanla yerle bir oldu. İnanmayan Taksim Meydanı’na çıkabilir.

        Merak ediyorum, makamında dua okutan Ekrem İmamoğlu nasıl bir anlayışı tercih edecek: Müteahhit geçmişinden dolayı AK Parti belediyeleri gibi pratik yoldan mı ilerleyecek, yoksa risk alıp kalıcı çözümler mi arayacak?

        İstanbul’daki görev değişimi dünyada şehircilik anlayışının da yeniden masaya yatırıldığı bir döneme denk geldi. Büyük şehirlerdeki uzak semtlerin illa birbirine bağlanması gerektiği tartışılıyor örneğin. Hakikaten Bağcılar’la Kartal’ı birbirine bağlamak gerekiyor mu, üzerinde düşülmeye değer mesela. Bir insan ancak Bağcılar’da yaşayıp Kartal’da iş bulabiliyorsa şehrin yapısında bir çarpıklık var, tıpkı New York’ta olduğu gibi sosyal adaletsizlik şehre hakim olmuş demektir. İnsanlara kendilerine yakın yerlerde ekonomik faaliyet alanları açmak gerekiyor.

        Benzer şekilde İstanbul’da hiç uygulanmayan “zoning” politikaları konusunda da fikrini merak ediyorum İmamoğlu’nun. Her isteyen sahip olduğu araziye otel, alışveriş merkezi, lokanta, iş merkezi, gökdelen dikebiliyor ve bunun çevreyle, semtin dokusuyla uyumu hiç gündeme gelmiyor. İstanbul’un ilk Amerikan tarzı “suburb” projesi Levent bir ofis ve AVM yığını oldu. Bebek ve Nişantaşı gibi semtler ise uyduruk lokanta enflasyonu altında kendi özgün karakterlerini yitirdi. Hele hele kalburüstü semtlerde yaşamanın bedeli artarken insanlar haklı olarak yaşam kalitesinin de aynı orantıda artmasını istiyor. Teşvikiye’deki Akkavak Sokak’ta binlerce TL kira vererek oturan biri haklı olarak apartmanın altında bir önceki belediye başkanın zevksiz kazaklarının renginde pavyon ışıkları saçan bir işletme görmek istemiyor.

        Üstelik bu belediyeler sol partilerin yönetiminde yıllardır, ama onlar da sağ politikacılarla yarışa yarışa ilerlemeyi çarpık gelişme olarak öğrendiler.

        Bütün bunları konuşmak için söyleşi talebimi ilettim Ekrem İmamoğlu’yla. Türk tipi sol belediye başkanı mı olacak, yoksa gerçekten sol bir belediye başkanı mı?

        MARJİNALLERİN DE BAŞKANI

        Tabii benim idealimdeki (ve daha çok Fransa’da iyi örnekleri olan) sol belediyecilik anlayışının başarıya ulaşması için halk desteğinin hayati önemi var. Bilinçli ve eğitilmiş seçmen uzun vadeli kazançlar için kısa dönemli bedel ödemesi gerektiğini biliyor. Medyanın önemli bir görevi de bilinçli bir seçmen oluşmasına katkıda bulunmak. Ancak bizde medya da tıpkı metrobüs gibi kısa vadeli ve geçici çözüm odaklı; Serdar Turgut’un bana yönelik eleştirileri gibi.

        Serdar Turgut’un İmamoğlu benimle takılırsa LGBTQIA+ aktivisti olur diye mizahi açıdan da uyarmasını anlayamadım. Ne var bunda, keşke olsa… Nitekim İmamoğlu valiyle onur günü yürüyüşünün neden yasaklandığını konuşacağını açıklayarak bu yönde bir adım bile attı. Sol bir belediye başkanının bu şehirde yaşayan herkesi de kapsaması bir jest değil, mecburiyet. Sonuçta İstanbul tarih boyunca hep ayrık otlarının yaşadığı, bohem hayata ev sahipliği yapmış bir şehir. Trans bireylerin, marjinallerin, baldırı çıplakların, bally çeken çocukların, kaykaycı gençlerin, Güngören’de vegan lokantası açmak isteyenlerin de başkanı olmalı İmamoğlu. Bu beş yıl içinde evlenirsem elbette benim de nikahımı o kıymalı. Anne babam hayatta olmadığına göre beni evermek de doğal olarak Serdar Turgut’a düşecek.

        REKLAM

        ***

        Doğru harf A

        Bu gidişle Serdar Turgut’la birbirimize karşılıklı laf yetiştirmekten başka konuya fırsat olmayacak, ama bu durum hoşuma gitmiyor da değil.

        Ertuğrul Özkök’le kendisinin harfleri giderek çoğalan LGBTQIA+ spektrumunda nerede durduklarını merak etmiş. Yanıtını hemen vereyim: Onları A harfi, yani “ally” temsil ediyor. İkisi de yoldaşlarımız.

        Serdar Turgut’un farkında olmadan cinsel kimlikten “tercih” diye bahsetmesi ise bir sarı kartı hak ediyor. “Tercih değil yönelim” diye defterin bir sayfasına alt alta yazma cezası var.

        Diğer Yazılar