Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkçede “10 yıllık dönem” anlamına gelen “decade” kelimesinin olmaması ne büyük eksiklik. Halbuki Anglosakson ülkelerinde “decade” değerlendirmesi yapmak çok yaygın. Geçenlerde New York Times’da son 10 yıla damgasını vuran kültürel olayları okuyana kadar 2020’nin yeni bir “decade” in başlangıcı olduğunu fark etmemiştim. Sayılar, yıllar giderek anlamını daha da kaybediyor ne de olsa.

        Birçok sene artık rüzgar gibi geçiyor, ama bu son 10 yılda kendi hayatımda yaşadıklarımı bu kadar zamana mı sığdırdım gerçekten anlayamıyorum. Ülke, şehir, birkaç ev, sevgili, başta sonra gardırop, hatta gazete bile değiştirdim. Ama kendi hayatımda yaşadıklarım bir yana, bir yandan da hayatımızı yaşama biçimimiz değişti.

        #MeToo dünyayı sarstı Türkiye’ye gelmedi

        Harvey Weinstein’dan Bill Cosby’e bu 10 yıl erkek egemenliğinin ve erkeklerin her türlü iğrençliği yapmalarını ayrıcalık sanmalarının sonu oldu. Birçok kadın tacize uğradıklarını açıkladı, suçluları deşifre ederek hem kamuoyu önünde hem de mahkemede yargılanmalarına neden oldu. #MeToo haberlerini yapan gazeteciler Pulitzer aldı, ama öte yandan kadınları “orasından” yakalayıp tuttuğunu söyleyen biri de ABD Başkanı oldu. Medyadan sinemaya her sektörü sarsan ABD’deki #MeToo hareketi bir türlü Türkiye’ye gelmedi ama. “Sette taciz” tartışmaları hemen unutuldu, kapatıldı. En azından herkese sarkmaması, biraz itidalli davranmayı öğrendi erkekler. Ya da Fransızların deyimiyle “domuzlar.”

        YouTube ünlüleri

        Son yıllarda “Arkadaşlar kanalıma abone olmayı unutmayın” diyen binlerce lüzumsuz insan hem Türkiye’de hem de dünyada ünlü oldu. Sokakta çocuğunun olmadık biriyle fotoğraf çektirmek istediğini gören anne-babalar o YouTube ünlüsünün milyonlarca takipçisi olduğunu öğrenince şaşırdı. Kuşaklararası kültürel uçurum hiç bu kadar açılmamıştı. Son 10 yıla ünlü olmayan ünlerin çektiği amatörler video’lar damga vurdu. Türkiye’de de herkes YouTube ünlüsü olmak için yola çıktı, hatta marketten aldığı deterjanı paylaşanlar bile oldu. Ama tuvalet temizlemekten Kant’ın felsefesini öğrenmeye bir numaralı adresimiz de yine YouTube oldu.

        Algoritmanın emrindeyiz

        Yazın havuzunda kullanması için şişme hayvanlar getirdiğim bir arkadaşımın bilgisayarında ertesi gün bu ürünlerin ilanları belirdi. Geçenlerde Oxford virgülü (İngilizcede ve’den önce kullanılan virgül) hakkında sohbet ediyordum biriyle, aynı akşam Instagram’ında “Oxford Comma” yazılı t-shirt ilanları gördü. Evet, akıllı telefonlar her anımızı dinliyor ama son 10 yılda teknoloji şirketlerinin bu takibinin hiç de masum olmadığı ortaya çıktı. Facebook verileri satarak hem ABD’de hem de İngiltere’de seçim ve referandum manipülasyonlarının tarafı oldu. Algoritma akşam ne yiyeceğimizden kiminle sevişeceğimize kadar her şeyi belirlemeye başladı. Google gibi şirketlerin verileri gerektiğinde devletlere verdiği ortaya çıktı. Şimdilik bütün günahları Mark Zuckerberg’in yanına kar kaldı. Geride bıraktığımız 10 yıl teknolojide mahremiyetin ölmesiydi, önümüzdeki 10 yıl özel hayatın korunması olacak.

        Disney’in imparatorluğu

        Sadece fare kulakları değil, bütün popüler kültüre egemen oldu Disney. Marvel’i satın alarak süper kahraman filmlerine boğdu izleyiciyi. İlk siyah süper kahraman filmi Oscar’a aday oldu. Lucasfilm sayesinde yepyeni bir kuşağı “Star Wars”la tanıştırdı. Fox’u satın alarak dünyanın en büyük medya şirketine dönüştü. Tabii Çin pazarını elinde tutmak için de ne gerekiyorsa yaptı, otoriter rejimi hep memnun etti. Bu büyüme daha ne kadar devam edecek, önümüzdeki 10 yılda göreceğiz. Bir-iki olumsuz işaret var: Disney parklarına giden sayı kişisi düşüyor, son “Star Wars” filmi hemen hemen hiç kimse tarafından beğenilmedi ve ilk “Avengers” kuşağı emekli oldu.

        Sokak modasının hakimiyeti

        “Seinfeld”e göre eşofman giymek hayatta pes edildiği anlamına geliyordu, ama podyumlardan gece davetlerine son 10 yılda herkes eşofman giydi. Sadece pamuklu değil, deri, kadife veya işlemeli. Üstelik ucuz da değil, çok pahalı. Givenchy’nin başındaki Riccardo Tisci erkeklere tayt üzerine şort giymeyi öğretti, Kanye West modaya girerek 90’larda kaykaycıların giydiği kıyafetleri “Yeezy Season” diye yorumladı. Zaten son 10 yılda Kayne ne giyse moda oldu, çevresini de ihya etti. Louis Vuitton bir zamanlar dava açtığı Supreme’le ortak koleksiyon çıkardı. Spor ayakkabılarının ikinci el satışından ciddi bir pazar oluştu, gençlere sabahlara kadar -Türkiye’de de- yeni Jordan ya da Yeezy almak için kuyruğa girdi. Pharrell Williams, Virgil Abloh, Nigo, Ronnie Fieg, Demna Gvasalia adları ezberlendi.

        Hepimiz Kardashian’ız

        Yer yüzünden en azından bir Kardashian’ın adını duymayan kalmadı herhalde. 2010’ların başında “Kim bunlar, ne iş yapıyorlar, neden ünlüler” soruları bir fabrika gibi işleyen ve sürekli bir “şey” üreten aileyi yakından takibe bıraktı. Önceden belki sadece anne Kris Jenner’in olimpik atlet eski eşinin şöhretinden çıkan bir reality yıldızıydı Kardashian’lar, şimdi başlı başına bir endüstri oldular. Son 10 yılda içlerinden en genç milyarder (Kylie Jenner) çıktı, Kim Kardashian dört çocuklu bir anne oldu, o olimpik atlet de artık Caitlyn Jenner olarak biliniyor. Modadan makyaja, skandaldan aile bağlarına kadar ne ararsanız var Kardashian’larda. Sözde Ermeni Soykırımı’nın kabulü için mücadele dahil… Haklarını vereyim, kendilerinden ne beklenirse fazlasıyla da verdiler: Boşanma, şişmanlık, hamilelik, seks kaseti, aldatma ve hatta cinsiyet değiştirme! Kim Kardashian “Selfie” adlı kitabıyla 10 yılın en önemli sanat formunun da öncüsü olduğunu tescil etti.

        Instagram kültürü

        Diana’nın teknedeki fotoğrafları gibi ünlülerin yakalanma hallerini giderek daha az duyuyorsanız, bu değişimi önceleri sadece çeşitli filtrelerde polaroid etkisi yaratan fotoğrafların paylaşıldığı Instagram’ın büyüyüp devleşmesine bağlayabilirsiniz. Paparazzi’yi işsiz bırakacak kadar ünlüler tarafından yaygınlaştı IG. Artık yakalanmak isteyen ünlü hayatını kendi kontrol ettiği şekilde buradan dünyaya açtı. Basın açıklamalarından sızıntılara Instagram bütün magazin dünyasını alaşağı etti. Ünlülerin plajda mayoyla yakalanmalarına gerek kalmadı çünkü mayolu fotoğraflarını bizzat kendilerini paylaşmaya başladı. Hatta sadece mayolu fotoğraflar değil, neredeyse çırılçıplak fotoğrafı sızmayan ünlü kalmadı. Kendini teşhir etmeye erkekler de çok meraklıydı; patlıcan ve şeftali emojileri meyvenin çok ötesinde bir anlam kazandı. “Kimye”nin düğün fotoğrafı 2.5 milyon like’la rekor kırdı.

        https://www.instagram.com/p/ogSSO6uS9C/?utm_source=ig_embed

        LGBT+’nin 10 yılı

        Dünyanın en büyük şirketinin CEO’su dolaptan çıktı (Tim Cook), dünyanın en büyük haber kanalının en meşhur sunucusu da (Anderson Cooper). İki erkeğin platonik aşkını anlatan “Moonlight” en iyi film Oscar’ını aldı. Freddie Mercury ve Elton John’un hayatları film yapıldı ve milyarlarca dolar hasılat getirdi. Amerika’da evlilik eşitliği kanunlaştı, Merriam-Webster 2019’un sözcüğü olarak tekil olarak kullanılan “they” zamirini seçti. Birçok tuvaletten kadın-erkek ayrımı kalkarken uçak rezervasyonlarındaki cinsiyet seçeneği de tarihe karışıyor. Vampirle aşk yaşayan Bella artık kadınları seviyor, 20 yaşında bir numaralı şarkının sahibi Lil Nas X ise zirveye ulaştığı an cinsel kimliğini açıkladı. ABD’de ilk evli eşcinsel erkek başkan adayı oldu. Türkiye’de durum nasıl? 2013’te “pride” rekor kalabalık yakaladı ama sonra yasaklandı. Cumhurbaşkanlığı yeni AKM toplantısına Fatih Ürek’i çağırdı. “Patlıcan” selfie’sine kadar da Türkiye’nin en büyük star’ı Kerimcan’dı. Hiç yol almadıysak en azından bu harflerin ne anlama geldiğini öğrendik. Yeni Akit bile saldıracağı zaman vulgar sözcüklerle değil bu harflerle saldırıyor. Az mı?

        Dünya sokağa çıktı

        Son 10 yıl içinde Time’ın “yılın insanı” kapağına sokaktaki protestocu çıktı. İstanbul’dan Hong Kong’a, Arap Baharı’ndan Amerika’daki “Occupy” ve “Black Lives Matter” hareketlerine kadar insanlar, ama özellikle de gençler hep sokakta ve isyandaydı. Kadın haklarından çevreye, otoriter düzenden polis şiddetine ve ekonomik eşitsizliğe kadar insanlar haklarını sokakta aradı. ABD’nin Charlottesville kentindeki gösterilerde kalabalığın üzerine bir Neo-Nazi’nin arabasını sürmesi en korkunç anlardan biriydi. İstanbul’da gencecik insanlar hayatını kaybetti. Çoğu protesto bastırıldı, sonuç alınamadı, birçok kişi can verdi, hatta dünya liderlerinin daha da otoriterleşmesine neden oldu. Ama hiç değilse hepimiz, en ilgisiz olanımız bile iklim değişikliği, ekonomik uçurum, insan hakları konusunda biraz daha fikir sahibi oldu. Amerika’ya bile sosyalizm geldi, kendisini sosyalist olarak tanımlayan gençler bir dede figürü Bernie Sanders’ı siyasi yıldız yaptı.

        Basın özgürlüğü düşüşte

        Türkiye hapisteki gazeteci sayısında birinciliği 2010’ların başından beri kimseye bırakmayacak gibi görünüyor, ama dünyada basının işinin zorlaşması global bir trend’e benziyor. Rusya’da öldürülen gazetecilerden Bahreyn’de bilgisayarına sahte delil yüklenip hapsi bulanlara kadar birçok hikaye birbirine benziyor. Basın özgürlüğünün anayasal güvence altında olduğu Amerika’da bile Başkan’ın sevmediği gazeteciler işini kaybedebiliyor. New York merkezli Committee to Protect Journalists’e hiç olmadığı kadar çok başvuru geldi; Türkiye de dahil hemen hemen her yerdeki baskı altındaki gazetecilerin en çok Martin Niemöller’den alıntı yaptı. Bu yılda kendi ödediğim bedellerin dışında bir de çok büyük bir trajediye kenarından tanıklık ettim: Meslektaşım ve okuldan arkadaşım Kim Wall haber yapmak için bindiği denizaltıda vahşice öldürüldü.

        Yeni Türkiye-Eski Türkiye çatışması

        2010’lar başladığında Yeni Türkiye lafları çok modaydı, Türkiye’nin bağırsaklarını temizlediği yazılıp çiziliyordu. Kumpas davalarıyla eski müesses nizamın temsilcisi olarak görülen asker, sivil toplum kuruluşu üyesi, akademisyen, siyasetçi, gazeteci ve hatta iş adamları birer birer hapsi boyluyordu. Hiçbir iddianame sağlam temellere oturmuyordu, gerektiğinde delil de üretiliyordu. Ama aynı 10 yıllık dönem içinde kumpası düzenleyenler teker teker ortaya çıktı, haksız yere hapse attıkları insanlar serbest kaldı ve içeri atanlar içeri girdi ya da ülkeden kaçtı. Küçümsenen “Eski Türkiye” tezleri ise devletin en üst katında yeniden kabul görmeye başladı.

        Aşırı sağın yükselişi

        2000’lerin başında hayata geçeceği düşünülen “Global Köy” hayali tamamen çöktü, sınırların olmadığı ve herkesin rahatça dolabildiği bir dünyadan duvarların daha da yükseltilmeye çalışıldığı bir döneme geçildi. İngiltere “splendid isolation” politikasını hayata geçirerek AB’den ayrılma yoluna girdi. Avrupa dünyanın kriz bölgelerinden göç etmeye çalışanlara kapılarını kapattı, Türkiye kıyılarında bebekler öldü. Mülteciler dünyanın her yerinde krize neden oldu. ABD ilk kez güney sınırına duvar yapmayı tartışmaya başladı, çocuklar annelerinden ayrılarak modern toplama kamplarında aç, susuz, bakımsız tutuldu. Bir yandan da teknolojinin yükselişi, otomasyon, eski sektörlerin ömrünü tamamlaması öfkeli bir alt-orta sınıfı doğurdu. Göçmenlerin işlerini ellerinden alacağını düşünenler kendilerine tatlı -ve yalan- bir gelecek vaat eden aşırı sağcı politikacılara yöneldi. Orban, Bolsonaro, Trump ve Boris böyle çıktı. Son 10 yılın en önemli itirafı dünyada liberal demokrasi peşinde koşan George Soros’un yanıldığını söylemesiydi.

        Gönüllü sürgündeki Türk diasporası

        “Şekerim Türkiye yaşanmaz oldu,” deyip gönüllü sürgünle kendini Avrupa’ya atmak epey moda oldu. Kimilerinin gerekçeleri de vardı. Okulların İmam Hatip olmasından, işlerini kaybetmekten, haksız yere yargılanmaktan kaçıp kendilerini gurbete attı. Kimileri ise sadece moda olduğu ve yurtdışında bir süre yaşamış olmak şık görüneceği için bu yola girdi. Gülse Birsel bile kolay Schengen vizesi için Yunanistan’dan ev satın aldı. Cihangir Caddesi’nde kiralık ilanları artmaya başladı, çünkü İstanbul’un bohemleri evleri kapatıp Berlin’e, Lizbon’a ya da Ankara Antlaşması’yla Londra’ya taşınmaya başladı. Son 10 yılda gündelik sohbetlerde ne Lozan, ne Sevr, ne de Montrö bu kadar gündeme gelmiştir. Ancak kapağı yurtdışına atanlar aynı hızda yabancı bir ülkede yaşamaktan da sıkıldı. Türkler yine Türklerle arkadaşlık yaptı, Batılı adetlere uyum sağlayamadılar. Yakında pek çoğu da geri dönecek. Kuşum Aydın bile oturma iznini yakıp vatanına döndü.

        AVM’lerin yükselişi…ve düşüşü

        Bir-iki tane olsa tamam ama İstanbul’un Levent bölgesinde olduğu gibi üç tane AVM yan yana açıldığında bir şeylerin ters gitmeye başladığı belliydi. Online alışveriş dünyada teker teker mağazaları öldürüyor, dev firmalar iflas ediyor, AVM’ler hayalet binalara dönüşüyor. Son 10 yılda AVM konusunda aşırı doyum noktasına ulaştı Türkiye. Sadece büyük şehirlerde değil, Anadolu’nun hemen her yerinde de AVM’ler belirdi, kent meydanlarının ya da buluşma noktalarının yerini aldı. Tiyatrodan yemeğe her şey var AVM’lerde ama bu işin son demlerini yaşadığını görmek için de kahin olmak gerekmiyor.

        Yaşasın streaming

        New York Times dijital aboneliğe geçtiğinde basının geleceğine dair tartışmalara da bir anlamda son vermiş oldu. Ancak son 10 yılda medya kültürünü asıl değiştiren Netflix oldu. “House of Cards” dizinin 13 bölümünü bir anda platforma yükleyince, DVD’lerden sabahlara kadar oturup arka arkaya dizi izleme alışkanlığımızı da norm haline getirdi. “Binge watching” fenomeni artık hakim oldu ve yeni bölüm için bir sonraki haftayı beklemek de neredeyse tarihe karıştı. Televizyon içeriğinin zirveye ulaştığı bir 10 yıl oldu. Netflix orijinal içerikleriyle oyunun kuralını değiştirdi. Amazon da bu işe girdi, HBO da kendisini bağımsız bir platform olarak pazarlamaya başladı. Son 10 yılda izlediğimiz ve hakkında konuştuğumuz birçok dizi de bu platformlardan çıktı. Netflix şimdi belki de ilk Oscar’ını alacak.

        Diğer Yazılar