Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Önce “Devlet nedir?” diye sordu “Havva Bekar” olarak tanıdığımız Rabia (Özcan) Teyze’miz... Sonra, sorduğu sorunun cevabını verdi: “Devlet yok halk var. Devlet bizim sayemizde devlettir.”

        Böyle dedi ve noktayı koydu. Keşke nokta yerine virgül koysaydı ve şu “Biz kimiz?” meselesine de esaslı bir giriş yapıverseydi. Allah bilir Karadeniz hamurunda yoğrulmuş vicdanından daha ne hakikatler çıkacaktı.

        “Bizim sayemizde var olan devletimiz bizi biz olarak tanıyor ve kabulleniyor mu?” sualine cevap verebilirdi belki de Rabia Teyze...

        Arada bir yanağımızı okşasa da kuruldu kurulalı bizi bize dövdürmeyi alışkanlık haline getirmiş bir devlet bizimkisi. Bu haline bakılırsa “yüce devletimize” kendimizi anlatmayı pek becerememişiz.

        Öyle değil mi? Bizim sandığımız devletimiz, her daim birimize bize rağmen kendi doğrularını dayatıp durmamış mı?

        Günü gelmiş hepimiz için seküler, Sünni Türklüğün en hayırlısı olduğuna hükmetmiş.

        Başka bir gün bakmışsın ki bu kararından da vazgeçmiş. Bu kez de milliyetçi ve muhafazakâr bir kimliği hepimize en doğru diye dayatmış.

        Rabia Teyze’nin “Sayemizde ayakta duruyor” dediği devlet, sadece kim olacağımıza karar vermekle kalmamış, nasıl yaşayacağımızı da söylemiş. Bunu üzerine vazife bilmiş.

        Neredeyse sıfırdan inşa edilen bir kimlik dışındaki her tür etnik, mezhebi kimlik asimilasyona tabi tutulmuş. Coğrafya, kültür ve tarih de bu hoyratlıktan nasibini fazlasıyla almış.

        Zannedilenin aksine bu asimilasyon sürecinin Türk’e de bir faydası olmamış. Batı özentisi şarlatanlıkla dili değiştirilen Türk’ün dini bile yasaklanmış. Kışla, okul, hastane kapısından başörtülü diye kovulmuş, yeri gelmiş camisi bile ahıra çevrilmiş.

        Tüm bunlar yetmezmiş gibi “Sen sana dedeni hatırlatan şu fesi çıkar da al şu şapkayı tak!” denilerek inancı, onuru, artık insanlık adına aklınıza gelebilecek neyi varsa ayaklar altına alınmış.

        Bilirim “devletseverlerimiz” boldur yine de... Buna bile “Devlettir yapar” denilebilir. İyi de elin devleti öyle mi? Peki tamam, kıyasa hazır değil diye bizimkini İngiliz’in ve Amerikan’ın gelişmiş devletleriyle kıyaslamayalım. Makedonya ve Bulgaristan gibi “gelişmekte olanların” Türk vatandaşlarına tanıdıkları Türkçe eğitim ve daha nice insani hakkı da hadi bu seferlik görmezden gelelim.

        Biz beterin beterine, bugünlerde dilimize pelesenk ettiğimiz Çin’e bakalım. Hani şu bulduğumuz her çekik gözlüyü vatandaşı sanıp dövdüğümüz Çin’e...

        Bak bu Çinlinin devleti bile vatandaşına yabancısı olduğu bir kimliği “Al sana modernite” diyerek dayatmamış. Aksine Çin’in tarihi bu dayatma sevdalılarıyla cenke tutuşmakla geçmiş.

        Azınlık durumundaki bazı Uygurlara radikalleştikleri iddiasıyla bazı baskılar yaptığı da doğrudur. Ama Çin bile Uygur’unun kimliğine asgari düzeyde saygı göstermiş.

        “Beterin beteri” Çin, Uygur’una devlet okulunda anadilinde, yani Uygurca’da eğitim- öğretim hakkı tanımış. Baskıcı bir rejim ama o bile bu kadarcık bir özgürlüğü çok görmemiş vatandaşına. Her Uygur’a okulda Uygurca öğrenme şansı tanınmış. Has vatandaşına yani Han kavminden Çinliye 2 çocuk hakkı tanımayan Çin devleti, Uygurları ve diğer azınlıkları “Siz zaten azsınız be kardeşim” diyerek bu yasaktan muaf tutmuş. Tuhaftır, bu arada Çin’in yüzde 92’sini oluşturan Han kavminden kimse de çıkıp “Çinlilik elden gidiyor!” dememiş.

        Gördüğünüz üzere kapalı Çin rejimi dahi “varlığını kimlere borçlu” olduğunu iyi bilmiş ve de unutmamış.

        Biz yine de fazla hayıflanmayalım. Rizeli Rabia Teyze’nin devlete devlet tanımı yapması önemli bir aşamadır. Rabia Teyze’ler devlete had bildirmeye başlamışsa bu devlet de her şeye rağmen ve de nihayet normalleşiyor demektir. AK Parti iktidarıyla başlayan bu normalleşme er ya da geç tamamlanacaktır.

        Diğer Yazılar