Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİRİ Pers krallarının, Safevi şahlarının hayalinin peşinde, “Şahların şahı” olmak adına bölgenin fay hatlarını kaşıdıkça kaşıyor. Ve kaşıdığı her noktadan da oluk oluk kan akıyor. İslam diyarlarını kendi eksenine sokmak için kendisine yakın siyasi ve mezhebi hareketleri diğerlerinin üzerine sürüyor.

        İngilizlerin 1926’da Türkiye’nin bağrından kopardığı Musul’un, Sünni Ramadi’nin bugün DAEŞ terör örgütünün eline düşmesi, kadim şehir Bağdat’ın Sünnisizleştirilmesi, Tahran’ın Irak’a yönelik zehirli heveslerinin sonucu değil mi?

        Yemen’in Arap Baharı’ndan sonra bir iç savaşa sürüklenmesine yol açan Husileri silahlı bir ayaklanmaya teşvik eden de aynı heves değil miydi?

        Suriyeli yüz binlerce sivilin katline, yüzlerce çocuğun umudun Akdeniz kavşağında boğulmasına yol açan kravatlı katil Esad’ın da aynı hesapla iktidarda tutulduğunu bilmeyen kaldı mı?

        İran yönetiminin bölgede yol açtığı kıyametleri burada tek tek saymaya kalksak değil sütun, sayfalar yetmez.

        Türkiye’nin 30 yıl aradan sonra Kürt meselesinde yakaladığı huzur ikliminin bozulmasının da, Tahran’ın Kürt kartını ele geçirme hamlelerinin bir neticesi olduğu yeterince açık değil mi? 2014 yılının ortalarına kadar silahsızlanmadan ve tüm bölgeye sirayet edecek bir barış ikliminden, Medine Sözleşmesi’nden bahseden PKK nasıl oldu da yeniden silaha sarıldı? Yeni Türkiye, eskisinin günahlarıyla yüzleşip toplumun tüm kesimlerini kapsayacak bir anayasanın arifesindeyken PKK nasıl oldu da yüzde 13’ün vekaletini almış HDP’yi bile Meclis’ten değil hendeklerin arkasından konuşur hale getirdi?

        Kan revan içindeki halimizi, ölüme sürülen çocukları, KCK’da yaşanan İran yanlısı liderlik değişimiden ve dahası, arkası daha da karanlık Gezi’den bağımsız değerlendirmek mümkün mü? Meseleye İran’dan bağımsız bakacak olursak, PKK’nın İran-Irak sınırında konuşlanmak isteyen peşmergeye ateş açtığı gerçeğini nasıl yorumlamamız gerekiyor acaba?

        Ne bunu ne de diğerlerini unutamayacağımıza göre, İran’ın emperyal heveslerle bölgenin mazlum halklarına biçtiği kefeni de görmezden gelemeyiz herhalde.

        İyi ama İran rejimi kötü de Suudi Arabistan çok mu iyi? Ne yazık ki hayır... İran, bugün bu kadar büyük bir cürretle hareket edebiliyorsa bunun baş sorumlusu Riyad’dır.

        Hataların hangisinden başlayalım dersiniz? Mısır’ın 100 yıl sonra Muhammed Mursi’yle yakaladığı umudun bir askeri darbeyle berhava edilmesini mi konuşalım?

        Yoksa Yemen’in Arap Baharı’yla ele geçirdiği tarihi dönüşüm fırsatının 3 yıl sonra tescilli bir İran piyonuna dönüşecek Ali Abdullah Salih rejiminin ordudaki kalıntılarının bizzat Suudi Arabistan’ın baskısıyla korunmasını mı anlatalım?

        İyisi mi hepsini bir kenara bırakalım da açlığın pençesindeki Yemenlilere ekmek yerine bomba yağdıran Suud uçaklarına bakalım ve sonra da hep birlikte ölen günahsız çocuklara ağlayalım.

        Hiç olmazsa Bahreyn halkının gayet insani taleplerle başlattığı isyanın, “Arap Baharı Suud’a sıçrar” endişesiyle bu ülkeye gönderilen Suud askerlerince bastırılmasını konuşalım.

        Ya da Suriye’deki dramın ilk perdesini hatırlayıp Suriye devrimi Esad’ın vahşetine rağmen sivil bir direniş modunda ilerlerken, Suudi Arabistan’ın bazı Suriyeli aşiretleri 2011’in ortalarında silahlandırıp iç savaşa davetiye çıkardığı gerçeğini mi haykıralım?

        Hâsıl-ı kelâm bu krizde taraf tutmaktansa biz gerçek neyse ona bakalım ve anlatalım. Bölge halkları bugün Rusya destekli İran’ın mezheple örtülmüş emperyal hevesleri, Suudi Arabistan himayesindeki Sünni diktatörlükler ya da DAEŞ türü terör örgütleri arasında bir tercih yapmaya zorlanıyor. Ancak kötüsü, daha kötüsü ya da en beteri arasında yapılacak tercih, kurtuluşu getirmeyeceği gibi krizleri de gidermeyecek. Çatışmaların sönmesi için bölgenin realiteleri ve çağın gerçekleriyle uyuşan dördüncü bir seçeneğin, yani yeni, yepyeni bir sistemin bulunması gerekiyor.

        Diğer Yazılar