Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, geçen yıl bu vakitlerde Washington’da İsrailli ve Filistinli müzakere heyetlerini ağırlıyordu. 3 yıl sonra barış görüşmelerini başlattığı için sevinçliydi. Bakanlıktaki iftar yemeğinde yaptığı konuşmadan, gerçekten de umutlu olduğu anlaşılıyordu.

        Umutlu olması haybeye değildi. Bölgesel gelişmeler, İsrail ve Filistinlileri barışa zorlamaya başlamıştı. İki taraf da savaşın yakıcı sıcağını enselerinde hissediyorlardı. Suriye sınırında iç savaşın en şiddetli dönemi yaşanıyor, Mısır ise askeri darbe nedeniyle her gün kanlı çatışmalara sahne oluyordu.

        Taraflar ufak bir kıvılcımın başlatabileceği bir yangının farkındaydılar. Zaten müzakere masasına oturmayı kabul etmelerinin nedeni de bu farkındalıktı.

        Yeniden müzakere kararının alınmasıysa hiç kolay olmamıştı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, masaya oturabilmek için işgal ettikleri topraklardaki bazı inşaatları dondurmuştu. Koalisyon ortaklarının sert eleştirilerine aldırmadan da Filistinli bazı mahkûmları serbest bırakmayı kabul etmişti. Bunlar barışa alerjisi olan Netanyahu’dan beklenen adımlar değildi.

        Öte yandan Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın kendi yönetimini ikna etmesi de kolay olmamıştı. Müzakere kararını açıkladığında kendisini yapayalnız bir halde bulmuştu. “Filistin’in İsviçre Çakısı” olarak nam salan sağ kolu Saib Erekat bile Abbas’a karşı çıkmış ve “Netanyahu seni kandırıyor!” sözleriyle uyarmıştı.

        Aradan geçen bir senede yaşananlar ne yazık ki Erekat’ı haklı çıkardı. Kerry’nin tarafları müzakereye ikna ederken işaret ettiği “3’üncü İntifada” tehlikesi müzakerelerin çökmesinin ardından konuşulur hale geldi.

        Sonuç, İsrail Cumhurbaşkanı Peres’in bile “Barış için en uygun Filistinli lider” olarak tanımladığı Abbas için tam bir hüsran oldu. Zira yaklaşan tehlike, müzakerelerin çöktüğü gün belliydi. Bunun sorumlusuysa barış yerine savaşı tercih eden Netanyahu’ydu.

        Gazze’de bugün yaşanan barbarlık, Netanyahu’nun bu tercihinin sonucudur. Netanyahu’nun barbarlığı tercih etmesinin sebebiyse İsrail’in her zamanki şımarıklığından başka bir şey değildir. İsrailliler silah üstünlüğü, İslam dünyasındaki acziyet ve daha da önemlisi Batı’nın kayıtsız şartsız desteği sayesinde çılgınlıkları için bedel ödemek zorunda kalmayacaklarını düşünüyorlar.

        Nitekim Avrupa Birliği’nin dünkü şaka gibi açıklaması da İsraillileri haklı kılıyor. Açıklamada, iki haftada 600’den fazla sivilin acımasızca katledildiği Gazze’yi savunan HAMAS’a silahsızlanma çağrısı yapılıyor. ABD’yse İsrail’e “DUR!” diyeceğine vahşeti kınayan Başbakan Erdoğan’ı eleştiriyor. Arap ülkeleri desen Katar haricinde hiçbirinin çıtı dahi çıkmıyor. Gazze’deki katliamlara sessiz kalarak İsrail’e karşı 1967’den de ağır bir yenilgi yaşıyorlar. İşin daha da hazin tarafı şu ki; Arap ülkeleri tattıkları yenilginin farkında olamayacak kadar da derin bir gaflet içindeler.

        Hal böyle olunca şımarık İsrail’in hesabını bozmak da garibim Gazze’ye ve HAMAS’a kalıyor. Ve onlar da üzerlerine düşeni yapmaya çalışıyorlar. HAMAS şartları zorlayarak, İsrail’e karşı herkesi şaşırtan bir direniş sergiliyor. Avrupa ve ABD’nin roket saldırıları nedeniyle İsrail’i “uçuşa yasak bölge” ilan etmek zorunda kalmaları, HAMAS’ın zafere koştuğunun işareti. Bu direniş devam ederse Netanyahu karizmayı daha fazla çizdirmeden pes etmek zorunda kalacak. Ya da toplu cenaze törenleri düzenlemeye başlayan İsrailliler, bu işin hesabını Netanyahu’dan sormaya başlayacak.

        Zira İsrail’in şımarık halkı, öldürürken dans etmeyi, Batı’nın desteğiyle kasılıp caka satmayı çok iyi bilir de namertçe Müslüman öldürdü diye bedel ödemeye pek alışık değildir.

        Diğer Yazılar