Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GEZİ eylemleri sırasında Başbakanlık ofislerine yapılan saldırılar, aşırılığın nirvanasıydı. Maksadı şaibeli bir kitle Dolmabahçe’ye inip Başbakanlık’ı ele geçirmeye çalışıyordu. Kimi ele geçirdiği iş makinesiyle, kimi de gaz bombasıyla saldırıyordu polise.

        Başarılı olmaları halinde nelerin olacağını hepimiz biliyorduk. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın çalışma ofisine yüzlerinde maskeleri, ellerinde gaz bombalarıyla gireceklerdi. Yağmaladıkları ofisten yabancı gazetecilere Türkiye’nin imajını yerle bir eden görüntüler vereceklerdi. Taksim’de kamp kuran uluslararası televizyonlar bu manzarayı dünyaya servis edeceklerdi.

        Bu görüntüler yayınlandığı anda da piyasalar çökecekti. Türkiye bugün Ukrayna ve Mısır’dan farksız hale düşecek, meselenin ağaç olmadığı da iyice anlaşılacaktı.

        Ne mutlu ki toplumun çoğunluğu bu oyuna çabuk uyandı. Gezi’nin barışçıl seyrinden yana olanlar Başbakanlık saldırısından sonra renk değiştirdi. Twitter mesajlarıyla “Bu kadarı da fazla!” mealinde uyarılarda bulundular.

        Eylemleri başından beri darbe girişimi olarak algılayanlarsa “Başbakanlık milli iradedir. Ona saldıran da karşısında milleti bulur!” diyerek demokrat duruşlarını en berrak haliyle ortaya koydular.

        Bunları şimdi neden anlattığımı anladınız sanırım. Malumunuz, başsavcılık Başbakanlık ofislerine yapılan saldırılara dair bir iddianame hazırladı. Aralarında Çarşı Grubu’nun bazı üyelerinin de bulunduğu 35 kişi darbeye teşebbüsle suçlanıyor.

        Bu noktada şu hususa dikkatinizi çekmek isterim: İddianamedeki şüphelilerin “bazıları” Çarşı üyesi. Ancak nedense birkaç gündür Çarşı Grubu’nun tamamı darbecilikle suçlanmış gibi bir hava yaratılıyor.

        Belli ki Gezi’de Çarşı’yı sokaklara dökemeyenler yeni bir manipülasyon peşindeler. Kendilerine “Şimdiden sobelendiniz” diyor ve Çarşı’yı rahat bırakmalarını diliyorum.

        İddianameyle devam edelim. Suçlamalar muhtelif. Şüphelilerin aralarında yaptıkları telefon görüşmelerinde;

        -Park mark benim umurumda değil, bana ne, yemişim Gezi Parkı’nı da ağacını da... İhtilal başladı, bu hükümeti düşüreceğiz,

        -Abi yaksınlar, kaos var kaosa gidiyoruz. Başbakanlık konutuna saldırı olacak bugün, bu bir iç savaşa dönüşebilir,

        -Gösterilerde ölen olursa toplumsal refleks artar, dedikleri iddia ediliyor.

        Aramalarda gaz bombaları ve 5-6 tabanca ele geçirilmiş. Her 3 evden 1’inde silah bulunan bir ülkede, 35 şüpheliden bu kadar tabanca yakalanması az bile sayılır aslında.

        “Şüphelilerden 2’sinin Çarşı Grubu’nu Gezi Parkı’na yönlendirerek Başbakanlık Ofisi saldırısına katılmalarını sağlamaya çalıştıkları” öne sürülmüş.

        İddianameyi baştan sona okudum. “Şüpheliler” gerçekten de hükümeti devirmeye çalışmış diyemem. Koordineli olarak Başbakanlık ofislerine girmeye çalıştılar mı onu da bilemem.

        Ama ben şunu bilir ve söylerim: Evet, Gezi’de “birileri” darbeye niyetlendi. Ama Çarşı gibi darbe karşıtlığıyla bildiğim saygın bir taraftar grubu darbecilikle suçlanamaz veya gösterilemez. Nitekim iddianamede de böyle bir şey yok.

        Ayrıca şu hakikati de es geçemem: Darbe planlayanlar STK’ları ve taraftar gruplarını kirli oyunlarına alet etmek isterler.

        Onun için kimse, “Bir taraftar darbeye alet olmaz” demesin. Dünyanın her yerinde darbeler tam da böyle yapılmıştır zaten.

        Mısır ve Ukrayna’da darbeyle sonuçlanan eylemlerin ön saflarında taraftar grupları, STK’lar vardı. Her ne kadar hoşumuza giden bir gelişme olsa da, Miloseviç’i devirenler de Kızılyıldız taraftarlarıydı. Buna karşılık sokağa dökülenlerse çoğu zaman eylemleri planlayan derin yapılardan habersizdi.

        Dolayısıyla Gezi soruşturulacaksa, bu işin arkasındaki “derin yapılar” ortaya çıkarılsın. Çarşı’nın suçlanmasına, Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarında olduğu gibi kurunun yanında yaşın yanmasınaysa kesinlikle müsaade edilmesin.

        Diğer Yazılar