Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Son günlerdeki reform tartışmalarının temel başlıklarından biri de adalet…

        Buna ilişkin bir yargı paketinin TBMM’ye geleceği anlaşılıyor. Sadece Türkiye’nin dışarıdan görünümü değil aynı zamanda toplumda sarsılan adalet algısının bir nebze olsun onarılmasına katkı sağlayabilir mi? Doğrusu her katkıyı bir fayda olarak değerlendirmek lazım. Ancak yine de ben Türkiye açısından daha geniş ve derinlikli bir teşhis ve tedavinin gerekli olduğunu düşünenlerdenim.

        Çünkü adaleti sadece birkaç mevzuat değişikliği olarak görmek en basitiyle bir illüzyondur!

        Zira adalet esas itibariyle toplumu bütünüyle kuşatan bir dağıtım, paylaşım ve bölüşüm meselesidir. Bireyin toplumdaki konumu, diğer bireylerle ilişkisi ve birey-devlet etkileşimi adaletin çatısı altındadır. Ahlak, iyilik, doğruluk, ölçülülük, karşılıklı saygı vb erdemlerin yeşerdiği iklim ancak adaletle mümkündür. Kuran-ı Kerim’de 30’dan fazla ayet doğrudan adalet kavramıyla ilgilidir.

        Ne yazık ki bugün Türkiye’de adalet kavramı, insanı ve toplumu belirleyen bu geniş bağlamından koparılarak dar bir çerçevede irdeleniyor. Bunun en büyük sebebi adaleti salt siyasi iktidar paylaşımı ya da kurumların sağlayabildiği bir lütuf haline getiren yanlış bakış açısıdır. Böylelikle adalet insanın bulunduğu her yeri çevreleyen bir temel ihtiyaç olmak yerine, talep edilerek sağlanabilecek bir eksiklik ya da sığınılabilecek son liman haline geliyor. Bırakın tüzel kişilikleri, toplum yaşantısında bireylerin adaletinden söz etmek neredeyse imkansızlaşmaktadır

        Peki halihazırda adaleti en hızlı şekilde tesis ederek hasarları onarabilecek araç nedir?

        Cevabı çok nettir: Tarafsızlığın ve liyakat sisteminin her yönüyle ve tüm katmanlarıyla icra edilmesidir. O zaman yargı sistemi de giderek rahatlayacaktır. Bununla birlikte geçerli kuralların tarafsızca uygulanması ve dahi tarafsızca uygulandığına dönük algının makul çoğunlukta hissedilmesi hayatidir.

        Yol gösterici olması bakımından Türk devlet geleneğinde adaletin bir lütuf değil bir temel hak ve ihtiyaç olduğunu hatırlamak gerekiyor. Türklerde töre tüm kanun ve hükümlerin ortak adı olarak adaletin zeminiydi. Orhun Yazıtlarında töresiz bir devlet olmayacağından söz edilirdi. O günkü töre anlayışı anayasal devlet olgusunun yüzyıllar öncesindeki işareteydi. Devleti yönetenlerin de kendilerini bu töreyle sınırlaması ve bağlı hissetmesiydi. Hükümdarın şahsından ve iradesinde ayrı olan töre kuralları onun tahta çıkışını, alacağı kararların dayanakları da belirliyordu. Bilge Kağan yazıtında “ülkeyi, töreyi yükseltmeye çalıştım.” denilirken adaletin hep daha iyiyi hedeflemesi gerektiği anlatılıyordu. “Ey Türk senin ilini ve töreni kim bozabilir?” ifadesi törenin toplumun genelini ve iyiliğini gözeten bir adillikle uygulanmasıydı.

        Nizâmülmülk adlı eserde Büyük Selçuklular döneminde adaletin hükümdardan başlayan ve halka onun anlayışıyla tesir eden bir yayılım gösterdiğinden söz edilir. Yani hükümdarın ve halkın adilliği bir ayna gibiydi. Öyle ki hükümdar bunun gerçekleşmesi için haftada iki gün konuyu doğrudan halktan dinleyip ona göre karar verirmiş. Bu haberin ülkede yayılması ile zulmedenler veya kötü niyetli kişiler ceza alma korkusuyla haksızlık yapmaktan geri adım atarmış.

        Osmanlı Devleti’nde de törenin ağırlığı ciddi bir dönem boyunca sürdü. Hesap verilebilirlik ve kanun karşısında sorumluluk yönetim katında da etkiliydi. Orhan Gazi'nin “Adaletin en kötüsü¸ geç sonuçlananıdır. Sonunda hüküm isabetli de olsa¸ geciken adalet zulümdür.” sözü hala aydınlatıcıdır. Sultan III. Mustafa ise “Adalet olmayan memlekette dirlik ve düzen kalmaz!” demiştir. Kanunî zirvedeyken dönemin âlimlerinden Yahya Efendi’ye devletin geleceğini merak edip şöyle sorar: “Akıbetimiz nasıl olur? Bir gün olur da izmihlale uğrar mı?” Yahya Efendi şu cevabı verir: “Bir devlette zulüm yayılsa¸ haksızlıklar ayyuka çıksa¸ işitenler de 'neme lazım!' deyip uzaklaşsalar¸ sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese¸ bilenler bunu söylemeyip sussa; işte o zaman devletin sonu görünür.”

        Yani diyorum ki tarafsızlık ve liyakat olmadan adalet gerçekten bir sistemin adı olamaz…

        Diğer Yazılar