Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Yönetim yüzyıllardır üzerinde durulan bir kavram olarak birbirine yakın ya da uzak yaklaşım tarzlarını, liderlik biçimlerini, kültürel farklılıkları irdeler. Yönetimin siyaset penceresinden kendisini gösterdiği belirtiler özellikle iki düzlemde toplanır. Biri yönetici-yönetilen ilişkisi, diğeri de sistem odaklı sorun ve çözümlerdir.

        Bugün Türkiye’nin giderek uzaklaştığı ve devlet yönetimini yakından ilgilendiren bir olguya değinmek istiyorum. Bütüncül yaklaşımın etkisi ve her geçen gün önemini artıran Holistik bakış…

        Son yıllarda yaşanan yönetim/siyaset krizine bakarsak bu kavramların aynı zamanda yönetim için bir şifre niteliği taşıdığını söyleyebiliriz. Kimi zaman devleti yönetenler bu krizi çözmenin tek bir kişinin uhdesinde tüm yetkileri toplamanın çözüm olduğunu düşünseler de zaman içerisinde kantarın topuzunun nasıl kaçırıldığını gösteren birçok örnekle karşı karşıyayız.

        Bizde de yine bunun bir yansıması yaşanıyor maalesef! Aşırı merkezileşmenin hız ve etkinlik sağlayacağı düşünüldü. Oysa keyfilik ve otoriterlik baskısı tüm yönetim kademelerinde olağan bir çalışma biçimi gibi algılanmaya başladı. Rutin ve basit kararların bile en yukarıya kadar sorulması en azından bilgi verilmesi bir metafor olarak yayıldı. Ve iş basitleştirmek isterken işler daha da formalite kazandı.

        Türk yönetim tarihi açısından bakıldığında en bilgili hatta bilgin olma iddiasındaki hükümdarlar dahi doğru bir sistem olmadan gerileme ve çöküş süreçlerine tanıklık etmişlerdir. “Kurultay”, “Keneş” “Bilge Vezirler”, “Töre” kavramlarının farklı biçimlerde de olsa öneminin vurgulanması güçlü askeri ve güvenlik avantajlarına rağmen devleti ayakta tutan yegane şeyin onu oluşturan parçalar arasındaki uyum ve bütünsellik olduğu gerçeği ile alakalıdır.

        Yani toprak parçanızın korunması kadar onun avantajlarını kullanabilmek, insan topluluğunuzun sayısı kadar onun niteliğini artırabilmek ve elbette devlet-millet-toprak uyumunu güçlü bir sinerjiye dönüştürebilecek bir siyasi iktidarın varlığı…

        Öyle ki değişen çevre koşulları ve insanların farklılaşan beklentileri aslında bir noktada gelip düğümleniyor. Mutlu ve refah bir düzenin parçası olabilmek, yaşam tatminini sağlamak ve asgari adalet seviyesinde nefes alabilmek… Dünyada iyi yönetim-kötü yönetim arasındaki ayrışma en başta o ülkenin insanlarının refahı, mutluluğu ve sürdürülebilir birlikteliği ile ölçülür.

        Zaman zaman bu kapsamda yürütülen tartışmalarda da kimisi filin bacağına, kimisi hortumuna, kimi de kulaklarına odaklandığında birbirinden farklı değerlendirmeler ortaya çıkmaktadır.

        İşte sistem yaklaşımının bir unsuru olan Holizm kavramı bu açıdan çok önemli... Bu aslında kendi aramızda kullandığımız sinerji kelimesine benzer. Yani bir sistemin kendisini oluşturan alt sistemlerin toplamından daha farklı bir anlama ve neticeler topluluğuna sahip olmasıdır. Durkheim’in yaklaşımıyla holizm devletin bir parçası toplumların, salt bireylerden oluşan basit birer yığın veya kalabalık olduğu tezine karşı durmaktadır. Bir başka ifadeyle Türk Milleti onu oluşturan parçalardan daha farklı bir bütündür. Türkiye hızla artan kutuplaşma ve yozlaşan kurumlarıyla bu bütünsellikten uzaklaşmaktadır.

        Doğrusu insan eliyle kusursuz bir sistem ya da bütünsellik inşa etmek neredeyse imkansızdır. Ancak buna rağmen gayrişahsi ve sürdürülebilir bir sistemin temel unsurları vardır ve onlara azami düzeyde uyarsanız devlet kutlu bir devlet haline gelebilir. Kızılelma dediğiniz ideal bir kişinin bekasından çıkıp bir devletin kutu olabilir...

        Türkiye bu anlayışa ilerlemedikçe siyasi iktidarların her defasında denedikleri şey, birbirlerine en zıt uçlarda da yer alsalar birbirlerinin benzeri olmaktan kurtulamayacaktır!

        Diğer Yazılar