Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Madrid'deki NATO zirvesi bugün sona eriyor. Önceki gün akşam saatlerinde kamuoyuna yansıyan üçlü mutabakat metni ve ardından ABD Başkanı Biden ile gerçekleşen görüşmeden yansıyanlar Türkiye açısından zirvenin en kritik eşiği oldu.

        Özellikle zirve öncesinde içeride yapılan açıklamalar ve beklentinin yükselmesiyle Türkiye’nin ortaya koyduğu hassasiyetler ve taleplerde kabul edilebilir bir müzakere başarısı önemli hale gelmişti.

        Nitekim daha metnin detayları netleşmemişken “Türkiye istediğini aldı!” şeklindeki değerlendirmeler peş peşe gelmeye başladı. Buna karşın mutabakat metninin bu şekilde imzalanmasının “tarihi bir fırsatı kaçırmak” olarak yorumlandığı görüşler de öne çıktı.

        Aslında meselenin bu noktaya gelişi bile Türkiye açısından diplomasi ve müzakerede etkinliği sınırlayabilecek bir iklim… Elbette eli yükseltmek kazanımları artırmak için bir yöntemdir fakat Türkiye böylesine kritik konuları iç politikada gereğinden fazla bir biçimde seslendiriyor. Böylece bir cephe savaşının mühimmatı haline dönüşüyor ve olanı, gerçekliği irdelemekten uzaklaşılıyor.

        Peki bu zirveden çıkan sonuçlar nasıl tanımlanabilir?

        Evet, Türkiye'nin bazı kazanımlar elde ettiği doğrudur ancak olası birtakım kazançlarını da sınırlamış gözükmektedir! Tabii burada kendi sınırlılıklarını da dikkate almak gereklidir. NATO düzleminde sorun sayısının çokluğu, ülkenin kırılgan ekonomisi...

        Şöyle ki Türkiye’nin doğrudan ve dolaylı talepleri zirve öncesinde şu şekildeydi:

        Doğrudan;

        (1) YPG’nin terör örgütü olarak tanınması ve PKK-YPG faaliyetlerine son verilmesi. İlk etapta İsveç ve Finlandiya’nın bunu kabul etmesi, eğer mümkün olabiliyorsa NATO ölçeğine bunun yayılması,

        (2) İlgili ülkelerin ismi bildirilen ve iadeleri talep edilen 32 teröristin iadelerinin gerçekleştirilmesi,

        (3) Yine bu ülkelerin Türkiye’ye uyguladıkları silah ambargosunu kaldırmaları.

        Dolaylı olarak;

        (1) ABD-Yunanistan arasındaki ilişkilerle birlikte artan Türkiye karşıtlığına NATO’nun son vermesi,

        (2) Bu kapsamda Ege’de silahlandırılan adaların durumunda hakkaniyetli bir çözüme ulaşılması,

        (3) F16 savaş uçaklarının Türkiye’ye verilmesi,

        (3) Suriye’de olası bir operasyonda Türkiye’nin güvenlik kaygılarının gözetilmesi.

        Bu çerçevede bakıldığında iki temel görüşme alanı irdelenmelidir.

        İlk olarak Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında, Türkiye’nin taleplerinin karşılanacağına ilişkin memorandum imzalanmış, her iki ülke de bunları taahhüt ederek, imza koymuştur.

        Metnin tümüne bakıldığında Türkiye talep ve hassasiyetlerini ilkesel düzlemde bu metne konuşlandırmış gözükmektedir. Fakat YPG ve FETÖ ifadeleri metinde açıkça kullanılmış olmasına rağmen bunların söz konusu ülkelerce terör örgütü olarak kabul edilmediği anlaşılmaktadır. Oysa YPG/PYD terör örgütü PKK'nın, renk ve kıyafet değişebilmeye imkan tanıyan ikizidir. Her şeye rağmen bu metinde öngörülen taahhütler NATO bildirisi olarak yayınlanabilseydi! O zaman PKK/YPG birlikteliği ve FETÖ konusunda daha kapsayıcı karşı adımları atma imkanı elde edilecekti.

        Dolayısıyla bu metin bazında uygulamadaki sonuçları görülmeden iddialı değerlendirmelerde bulunmak doğru değildir. Rehavete ise hiç gerek yoktur. Zira geçmişte de (2009’da, 2012’de, 2019’da) kimi taahhütlerini göstermelik uygulamalarla geri adım attıkları, tanımadıkları unutulmamalıdır.

        Bu sebeple üyelik prosedürünün TBMM’ye geleceği kadarki aralıkta bu somut adımlar için baskı devam etmelidir. Örneğin Türkiye’nin bu iki ülkeden iadelerini istediği kişilerin durumu ne olacaktır? Değilse bunca çıkış, beklenti ve hassasiyet hayal kırıklığına dönüşebilir!

        Konunun önemli bir boyutu aslında Türkiye-Rusya ve Türkiye-ABD-NATO ilişkilerinin yeni bir denge haline gidip gitmeyeceğidir... NATO açısından resmen yeni düşman Rusya'nın ilanı, Türkiye'nin daha hızlı bir tercih noktasına gelmesine neden olduğu anlaşılıyor. Çünkü bu belge ile NATO ortakları, ki Türkiye gibi Rusya ile ilişkileri olan ülkelerin bu konuda daha gazla sıkıştırılabileceği, daha net tercihlere zorlanacağı bir dönem gelmektedir. Ve Türkiye’nin şuan ki kırılgan ekonomisi...

        Biden ile görüşmeden yansıyanlar ise ikinci önemli ve en stratejik parçasıydı zirvenin. Görüşme 1 saat 10 dk sürdü ve geçen yıldaki zirveden sonra ilk yüz yüze temastı. İsveç ve Finlandiya'ya yönelik veto tartışması masadan kaldırılarak bu görüşmeye geçilmiş oldu! Biden bu konuda memnuniyetini dile getirdi. "F-16 konusunun kongreden geçmesi için gayret göstereceğim" mesajının dışında dişe dokunur bir gelişme kamuoyuna yansımış değil.

        ABD sorunların diyalogla çözümleneceğini söylese de, PKK/PYD/SDG konusunda mevcut pozisyonunu korumayı sürdürmektedir. Çünkü önemli bir müttefiki olarak görmektedir. Haliyle zirve öncesinde seslendirilen, Türkiye'nin yukarıdaki taleplerine ilişkin ABD tarafından kimi adımların atılabileceği ihtimali hayli düşük gözüküyor.

        Diğer Yazılar