Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Radikalizme giden süreç adım adım nasıl işliyor?

        Anıl EMRE / GAZETE HABERTÜRK

        Geçtiğimiz 3 gün boyunca İslami radikalleşmenin sebeplerini inceledik. Ancak aslında radikalleşmeye dair sorulması gereken asıl soru, dünyaca ünlü terör uzmanı Dr. John Horgan’ın da söylediği gibi “Neden?”den çok “Nasıl?”... 18 yıl boyunca dünyanın her yerinden sayısız teröristle görüşerek “Neden?” sorusuna cevap arayan Horgan, bugün kendisine bu soruyu sorsanız, “Hiçbir fikrim yok” cevabını vereceğini belirtiyor: “Motivasyonlar çok çeşitli ve komplike. Bence birçok terörist de aslında gerçek cevabı bilmiyor. Bu sorunun hiçbir zaman tam anlamıyla cevaplanabilir olduğunu düşünmüyorum.” Eğer terörle daha etkin mücadele edilmek isteniyorsa, nedenleri araştırmaktan çok ‘“Nasıl?” sorusuna cevap aramalı, radikalleşme ve bu radikalizmin terörizme dönüşmesi sürecini incelemeliyiz.

        DİNİN ILIMLI YORUMLARINDAN UZAKLAŞTIRMAK

        Dini radikalleşme sürecinin ilk ve en önemli aşaması, bireyi, dinin özüne uygun, gerçek ve ılımlı yorumlarını duyabileceği mecra ve kişilerden uzaklaştırmak. Bunların başında da camiler ve imamlar geliyor. IŞİD terör örgütü, dünyanın her yerinde ağına çekmek istediği bireyleri, İslam’la bağdaşmayan kendi din anlayışlarının dışındaki yorumlardan etkilenmemeleri ve bu sayede kesintisiz propaganda yaparak beyin yıkama sürecinin sorunsuz gerçekleşebilmesi için camilerden uzak tutmayı öncelik haline getirmiş durumda. Bireyi camiden uzak tutmak için ileri sürülen sebepler, bireyin yaşadığı ülkeye göre farklılık gösterebiliyor.

        Türkiye’de ‘devşirilmeye’ çalışılanlara, ‘imamların gerçek İslam’ı anlatmadığı, devletten para aldıkları ve devletin ajanı oldukları, camilerde İslam’ın gerçeklerinin öğretilmediği’ gibi camilerin meşruiyetini sorgulatıcı propagandalar yapıldığı göze çarpıyor. Buna önemli birer örnek, 5 Haziran’da Diyarbakır’da 5 kişinin yaşamını yitirdiği, 400’den fazla kişinin yaralandığı HDP mitingine yönelik bombalı saldırıda bulunan Orhan Gönder ve 20 Temmuz’da Şanlıurfa’nın Suruç İlçesi’nde 34 kişinin ölümüne, onlarca kişinin yaralanmasına sebep olan canlı bomba Şeyh Abdurrahman Alagöz. 2 bombacının da camiye gitmeyi reddederek IŞİD militanlarının toplandığı bir çay ocağında namaz kılmayı tercih ettikleri biliniyor. Çay ocağını işleten ve Abdurrahman Alagöz’ün ağabeyi olan Yunus Emre Alagöz’ün de Ankara’daki mitinge saldıran canlı bombalardan biri olduğu iddia ediliyor.

        Ailesinin ifadeleriyle Orhan Gönder’in önceden düzenli olarak gittiği camiden nasıl uzaklaştığı gözler önüne seriliyor: “Oğlum 2014’te arkadaşlarıyla camiye gidiyordu. Bir gün namaz sonrasında cami imamına çelme taktığını öğrendik. ‘Türkiye’de cami imamlarının arkasından namaz kılınmaz, bunlar devletten para alıyorlar’ dedi.” Gönder’in, ailesinin şikâyeti üzerine polise verdiği ifadede “İmamların Kuran’daki bazı ayetlerle ilgili yanlış yaptıklarını düşündüğümden arkalarında namaz kılmam” ifadesini kullandığı görülüyor. Çocukları Türkiye’den IŞİD terör örgütüne katılan başka aileler de benzer hikâyeler anlatıyor. Benzer davranışlara başka ülkelerdeki örneklerde de rastlamak mümkün. 2013 yılında ABD’nin Boston kentindeki maratona bombalı saldırıda bulunan Tsarnayev kardeşlerden Tamerlan’ın gittiği camide sürekli olay çıkardığı, Şükran Günü ve Noel gibi bayramlar hakkında olumlu sözler sarf eden imamla kavga ettiği biliniyor. New York Times Gazetesi’nde yayımlanan bir habere göre, IŞİD militanları geçtiğimiz yıl ABD’nin Washington Eyaleti’nde yaşayan Alex isimli bir kilise okulu öğretmenini internet üzerinden radikalleştirmeye çalışmış. İnançlı bir Hıristiyan olan ve İslam konusunda herhangi bir bilgisi olmayan Alex’in, internet üzerinden konuştuğu militana evine yakınlarda bir cami bulduğunu ve ziyaret etmeyi düşündüğünü söylediğinde kesinlikle gitmemesi, ‘terörist’ olarak damgalanacağı söylenerek camiden uzak tutulmaya çalışıldığı görülüyor.

        "ESKİ HAYATINIZI UNUTUN"

        İkinci aşama, bireyi önceki hayatından soyutlamak. Kendisini uyaran, yanlış yolda gittiğini söyleyen, endişe duyan arkadaşlardan, ailesinden uzaklaştırmak. IŞİD ve El Kaide gibi örgütlere katılanların arkadaş çevrelerini tamamen değiştirdiğini, sadece örgüt mensuplarıyla görüşmeye başladıklarını, bir süre sonra ailelerinden de uzaklaştıklarını görmek mümkün. Terör uzmanı Prof. Ercan Çitlioğlu, bu soyutlamayı “Yeni kimlik yaratma” olarak tanımlıyor ve tüm terör örgütlerinde görüldüğünü ifade ediyor:

        “Haberlerde teröristleri tarif için kullanılan ‘Kod ismi şu olan’ şeklindeki ifadeleri kamuoyu bir gizliliğin ifadesi olarak algılar, bu da doğrudur ancak kod adlarının aslen bunun ötesinde bir anlamı vardır. Kod adı, örgüte katılan kişinin eski hayatını geçmişte bırakarak bu isimle yeniden doğduğunun göstergesidir. Geçmişteki bağlarından, ailelerinden, arkadaşlarından soyutlanırlar. Bu nedenle örgütün arzu etmediği kişilerle görüşmeleri engellenir, örgütün arzu etmediği yayınları izlemeleri, kitap veya gazeteleri okumaları yasaklanır.”

        Psikolog Prof. Doğan Şahin ise eski hayatından soyutlananların yeni bir ortak kimliğe bürünmelerinin amaçlandığını anlatıyor: “Özellikle radikal dinci gruplar gibi hayatın tüm alanlarını içeren, tüm alanlarına dair bir şey söyleyen bir gruba mensup yapmanın yolu, hayatın tüm alanlarını kontrol etmekten geçer.” Ailelerinin ifadelerinde rastlandığı gibi, örgütten arkadaşlarıyla aynı uzunlukta sakal bırakmaları, aynı kıyafetleri giymeye ve aynı şekilde konuşmaya başlamaları, bu çocukların söz konusu ortak kimliğe büründüklerinin işareti: “Bu örgütlere baktığınızda hep belli bir tipte giyindiklerini görürsünüz. Onlara göre en doğru giyim şekli budur. Sakalın nasıl bırakılması gerektiği bellidir. Dünya, onlar gibi olanların iyi, onlar gibi olmayanların kötü olduğu şeklinde ikiye bölünmüştür. Tekfirci bir zihniyet söz konusudur. Griliğe, toleransa yer yoktur.”

        Bu anlayışı Nazi Almanya’sına benzetiyor: “İdeolojilerini en saf şekliyle muhafaza etmek, başka herkesi ve her şeyi, her bireyi ve her söylemi dışarıda bırakmayı, kendini bunlardan soyutlamayı gerektirir. Saf olmak demek, etkiye kapalı olmak demektir. Başkalarının tehlikeli varlıklar olduğu, insanı yozlaştırmaya açık olduğu mantığı vardır. Bunun arkasında tabii ki başkalarıyla konuşarak propaganda uykusundan uyanmamasını sağlama amacı var.”

        'KANDIRILMIŞ GENÇLER' NASIL KATLİAM YAPABİLİYOR?

        Bireyin örgüte katılması kâbusun sadece başlangıcı. Radikalleşen bireyin bir teröriste dönüşmesi, şiddet eylemleri gerçekleştirmesiyle oluyor. Tespit ettiğimiz üzere katılanların ciddi bir kısmının şiddet içeren geçmişleri yok. Peki herhangi bir şiddet geçmişi olmayan biri nasıl olur da kafa kesebilir? ‘Macera arayan, kandırılmış gençler’ nasıl gözlerini bile kırpmadan insan öldürebilir? Dini duyguları sömürülerek örgüte üye yapılmış gençler, nasıl intihar bombacısı haline gelebilir?

        Prof. Doğan Şahin, yanıtlıyor: “Siz bu örgütlerden birinin parçası olmaya başladıkça ilgi gösterilen kişi haline gelir, aidiyet hissini yoğun şekilde yaşamaya başlarsınız. Fakat kabul aşamasında gösterilen olağanüstü ilginin sürmesi, o aşamayı geçtikten sonra sizin önemli bir şeyler yapmanıza bağlıdır. Başta koşulsuz gördüğünüz ilgiyi artık ‘hak etmeniz’ gerekiyor. Yoksa itibarınız azalmaya başlar, gördüğünüz ilgiyi kaybedersiniz. İşte bu aşamada bir infaz gerçekleştirmeniz, örgütün ‘kalıcı’ bir parçası olmak için kendinizi ispat etmeniz teşvik ediliyor.”

        Sosyal becerileri düşük insanların radikal örgütlere katılımının daha yüksek olduğunu hatırlatan Şahin, bu bireylerde kabul görme ihtiyacının tavan yaptığını belirtiyor: “Arkadaşı olmayan bir gencin birden etrafında oluşan geniş bir arkadaş grubunun ilgi odağı haline geldiğini düşünün. Dini sohbetlere çağrılıyor, beraber namaz kılınıyor, vaaz dinleniyor. Gece gündüz sürekli beraber vakit geçirilmeye başlanıyor, birey eski yaşamından soyutlanıyor, bu ilgiye ve aidiyete ‘bağımlı’ hale geliyor. Bir süre buna alıştıktan sonra bu ilgi kesintiye uğrarsa, alkolik birinin alkolsüz kalması ile aynı etkiye yol açar. Bunu yitirmemek için her türlü şeyi yapmaya hazırdır. Radikalleşmesi sırasında grubun parçası olmanın verdiği aidiyet duygusuyla nasıl her türlü söylemi benimseyebiliyorsa, gruptan dışlanmamak, grupta itibarlı olabilmek için de her türlü eylemi yapacaktır.”

        Peki ama tüm bu baskılara rağmen 15-16 yaşında bir gencin mahallesinde top oynamaktan Suriye’de kafa kesmeye geçiş yapabilmesi nasıl mümkün olabiliyor? Bunun gibi akıl almaz bir vahşete imza atabilenlerin psikopatça eğilimleri, ağır ruhsal sorunları olması gerekmez mi? Prof. Şahin, cevabın ‘karşısındakini insan olarak görmemekte’ yattığını ifade ediyor: “Bütün radikal gruplarda iyiler ve kötüler arasındaki sınır çok net çizilmiştir. IŞİD gibi gruplar dini kendi inandıkları ve yaşadıkları şekilde yaşayanlar dışındakileri kabul edilemez, dine zarar verenler, kâfirler gibi görür. İnsanın altında bir varlık olarak görürler, öldürülmelerinde de bir beis görmezler. Militanların beyni böyle yıkanır, buna inandırılırlar.” Öyleyse Prof. Şahin’e göre yeterli beyin yıkama ile psikolojik olarak normal sayılabilecek birinin de korkunç şiddet eylemlerine imza atacak noktaya gelebilmesi mümkün mü? “Gelebildiklerini görüyoruz. Madımak katliamını hatırlıyorsunuz. Oradakilerin hepsi psikopat eğilimleri olan kişiler miydi? Karşı tarafı insan gibi görmediğiniz zaman üzerinde her türlü tasarrufta bulunulabileceğini düşünürsünüz.”

        YARIN: RADİKALLEŞME İLE NASIL MÜCADELE EDECEĞİZ? TERÖRÜN PANZEHİRİ NEDİR? AİLELER ÇOCUKLARININ RADİKALLEŞMESİNİ NASIL ÖNLEYEBİLİR?

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ