Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Hollywood üzerine çekilmiş en iyi 10 film - Haberler
        1

        10 - ÇATLAK YÖNETMEN (1999)
        (Bowfinger)

        Steve Martin ve Eddie Murphy gibi iki başarılı komedyeni bir araya getiren ‘Çatlak Yönetmen’, Hollywood gibi büyük bir endüstrinin kıyısında köşesinde tutunmaya çalışan yoksul sinemacıların matrak hikâyesini anlatıyor. Film çekecek üç beş kuruşu bir araya getirmekte zorlanan, Ed Wood tarzı bir yönetmen olan Bowfinger (Steve Martin), ünlü yıldız Kit Ramsey’i (Eddie Murphy) ikna edemeyince farklı bir yol dener. Gizli kameralarla Kit’i ve diğer oyuncuları uzaktan çekerek filmine dahil eder. Plan işler ama Kit, yaşadığı tüm tuhaflıkların sonucunda uzaylılarla karşılaştığını sanarak evine kapanınca Bowfinger’in imdadına Kit’in ikiz kardeşi Jiff yetişir. Steve Martin’in senaryosu, tecrübeli Frank Oz’un ellerinde eğlenceli ve hafif bir komediye dönüşüyor.

        2

        9 - DELİ DOLU (1976)
        (Silent Movie)

        Sinemaya yazar olarak başlayan, sonra oyunculuğa, ardından da yönetmenlik ve yapımcılığa geçen Mel Brooks, 1970'li ve 80'li yılların tanınmış komedyenlerinden biriydi. Buna rağmen yönettiği filmlerin tümünde başrolde oynamayı tercih etmezdi. Hem yönettiği hem de başrolde oynadığı en iyi filmlerinden biri kuşkusuz “Silent Movie”dir. Film, 1970’lerin Hollywood’unda sessiz film çekmek isteyen üç çılgın sinema âşığının maceralarını anlatır. Brooks filmde yönetmen Mel Funn'ı canlandırır. İki arkadaşıyla birlikte filme para bulabilmek için Paul Newman, Burt Reynolds gibi yıldızları ikna etmeye çalışır, elinden geleni yaparlar. Sinemaya sesin gelişinden sonra çekilmiş en iyi “sessiz film”lerden biri... Mel Brooks sessiz sinemanın estetiğini renkli filmin dünyasıyla buluşturuyor ve mizah duygusuyla seyirciyi yakalamayı başarıyor.

        3

        8 - BİR ZAMANLAR HOLLYWOOD'DA (2019)
        (Once Upon a Time… in Hollywood)

        Quentin Tarantino’nun yazıp yönettiği film, eski Hollywood’un son nefesini verdiği bir dönemde 1969 yılında geçiyor. Rick Dalton (Leonardo DiCaprio), güzel günlerini geride bırakmış, düşüşe geçmiş bir Hollywood starı... Cliff Booth (Brad Pitt) ise Rick Dalton'un dublörü, şoförü ve asistanı... Rick Dalton’un komşusu ise yönetmen Roman Polanski ve eşi Sharon Tate (Margot Robbie)... Tarantino, filmde gerçek olaylar ve karakterleri kurmaca bir öykü ve hayalî kişiliklerle birleştiriyor... Sharon Tate, rengârenk, neşeli ve aydınlık bir “kendini iyi hisset filmi”nden çıkıp gelmiş gibi... Charles Manson çetesi korku, gerilim filmlerinden fırlamış marazi tipler... Rick Dalton ve Cliff Booth ise western, dövüş ve ucuz aksiyon filmlerinden gelen karakterler... Ama filmde asıl olarak Holywood'un rekabete dayalı acımasız çarklarını ve Hollywood'da yaşanan değişimi simgeliyorlar. Tarantino, 1969’u büyük özen ve tutkuyla anlatırken film içindeki filmlerle de Hollywood’a saygı duruşunda bulunuyor.

        4

        7 - YÜCE SEZAR (2016)
        (Hail, Caesar!)

        Daha önce “Barton Fink”te 1940’lı yılların Hollywood’undan bir kesit aktaran Ethan ve Joel Coen kardeşler, bu kez Soğuk Savaş’ın hüküm sürdüğü, muhalif sanatçılar için cadı kazanlarının kaynatıldığı 1950’li yılları anlatıyor. Stüdyo sisteminin altın çağı olarak tarihe geçen 1950’ler, kuşkusuz yıldız oyuncuların dönemiydi. Film, Coen’lerin ironik yaklaşımıyla o yılların Hollywood’una eleştiri getirirken dönemin gözde türlerine selam göndermeyi de ihmal etmiyor… Filmin başrolündeki Josh Brolin, Hollywood starlarının her tür sorununu çözen Eddie Mannix’i canlandırıyor. Brolin’e Ralph Fiennes, Tilda Swinton, Frances McDormand, George Clooney, Scarlett Johansson ve Channing Tatum gibi yıldızlar eşlik ediyor.

        5

        6 - BİR YILDIZ DOĞUYOR (1954)
        (A Star Is Born)

        İlk film 1937'de çekilmişti. William A. Wellman ve Robert Carson'un imzasını taşıyan öykü, biri düşüşte diğeri ise çıkışta olan iki oyuncunun aşk hikâyesini anlatıyordu. Alkolizm batağına saplanan erkek mesleki anlamda çöküşüne engel olamazken, destek olup yardımcı olduğu genç sevgilisi hızla zirveye tırmanıyor ve yıldızlaşıyordu. Film beğenildi ama öykü, Hollywood'un bir kere anlatıp bırakamayacağı kadar şahaneydi. İlk yeniden çevrim 1954'te gerçekleşti. Usta yönetmen George Cukor, Moss Hart'ın senaryosuyla karakterleri daha da geliştirmekle kalmadı, yakından tanıdığı Hollywood'u da filmin içine ustalıkla yerleştirdi. James Mason ve Judy Garland'ın oyunculukları harikaydı... Daha sonra başka uyarlamalar da çekildi ama ben hâlâ George Cukor'un uyarlamasının en iyisi olduğunu düşünüyorum.

        6

        5 - OYURNCULAR (1992)
        (The Player)

        Michael Tolkin’in kendi romanından sinemaya uyarladığı film, 1990’lı yılların başındaki Hollywood’u gerçekçi ve alaycı gözlemlerle anlatıyor. Kimliği gizli bir yazardan ölüm tehditleri alan stüdyo yöneticisi Griffin Mill’in (Tim Robbins) öyküsü, sanat ve yaratıcılıktan ziyade maddi değerlerin her şeye hükmettiği bir dünyadan manzaralar sunuyor. Her zaman Hollywood stüdyo sisteminin dışında kalan ve filmlerinin artistik kontrolünden asla vazgeçmeyen yönetmen Robert Altman, iktidar sarhoşluğuyla gerçeklerden kopan, sınırsız güç sahibi stüdyo yöneticilerine, her tür Hollywood romantizminden uzak sert bir eleştiri getiriyor… Hollywood’un kendini anlattığı filmler arasında Hollywood’un en az sevdiği film olabilir.

        7

        4 - SINGIN' IN THE RAIN (1952)

        1920’li yılların Hollywood’unda sessiz filmlerden sesli filmlere geçiş döneminin sancılarını ve eğlenceli yanlarını anlatan bir müzikal... Seslerine güvenemeyen sessiz yıldızlar, yeni döneme uyum sağlamaya çalışanlar, sesli çekime geçmenin zorlukları vb… Ama hepsinden önemlisi, sinema üzerine sinema yapmanın keyfiyle çekilmiş muhteşem bir film… Hollywood üzerine çekilen en komik, romantik ve güzel filmlerden biri… Her şeyiyle gerçek bir klasik… Hollywood müzikal filmlerinin altın çağında, müzikal türünün en büyük yıldızlarından biriydi Gene Kelly. Filmi Stanley Donen'la birlikte yönetti. Kelly elbette yine başroldeydi ve dans sahnelerinin koreografıydı...

        8

        3 - SUNSET BULVARI (1950)
        (Sunset Boulevard)

        Senaryo yazarı Joe Gillis’in (William Holden) “öte dünyadan” anlattığı bu hikâye başarısız bir yazarın, eski görkemli günlerine dönmek isteyen sessiz film yıldızı Norma Desmond’la (Gloria Swanson) ilişkisini anlatıyor. Hollywood’u, kameranın arkasında yaşanan acı gerçekleri ve kaybedenleriyle anlatan ilk filmlerden biri… Usta yönetmen Billy Wilder, senaryosunu Charles Brackett’ın yazdığı filmde, dışardan ışıltısını gördüğümüz Hollywood’un karanlığına dürüst bir tarafsızlıkla bakmayı başarıyor, şöhreti bir tür marazi bağımlılık olarak inceliyor… Gloria Swanson’un da harika bir performans çıkardığını belirtelim. Tüm zamanların en iyi Amerikan filmlerinden biri ve hâlâ ilham vermeyi sürdürüyor.

        9

        2 - MULHOLLAND DRIVE (2001)

        Naomi Watts’ın canlandırdığı Betty, hayallerini gerçekleştirmek üzere Hollywood’a gelmiş genç, heyecanlı ve yetenekli bir oyuncu adayıdır… Teyzesinin evinde tanıştığı Rita (Laura Harring) ise geçirdiği kaza sonrası hafızasını kaybetmiş esrarengiz bir kadındır. Katıldığı deneme çekiminde başarılı bir performans sergileyen Betty, gerçekte kim olduğunu bulmaya çalışan Rita’ya yardım etmeye karar verir. Rita ile Betty’in gizemli serüvenlerini izlerken mafyanın işinden ettiği kibirli genç yönetmen ve aptal kiralık katil gibi başka karakterlerle tanışırız… Film ilerledikçe, Hollywood’un karanlık yüzü ve sürprizlerle dolu katı gerçeklerinin, gençlik hayallerinin masumiyetini yok ettiğini görürüz. Her şey bittiğinde ise Hollywood’un umut dolu genç insanları öğüten acımasız yüzüyle bir kez daha karşılaşırız. David Lynch’in yazıp yönettiği ‘Mulholland Drive’, Hollywood’da yıkılan masum hayaller üzerine çekilmiş en etkileyici ve güzel filmlerden biri…

        10

        1 - BARTON FINK (1991)

        Yahudilerin Avrupa'da gaz odalarında öldürüldüğü bir dönemde New Yorklu Yahudi oyun yazarı Barton Fink, Hollywood'a transfer olur. Ama senaryosunu yazması gereken güreş filmine bir türlü başlayamaz. Tecrübeli ve alkolik bir roman yazarından tüyolar almaya çalışır, stüdyo patronunun kendine gösterdiği aşırı ilgi karşısında ne yapacağını bilemez. Her şeyden önemlisi kendisinden nasıl bir senaryo istendiğini bir türlü kestiremez. Şehre alışmaya çalışırken gerçeklik her geçen gün ellerinden biraz daha kayıp gitmeye başlar... Hollywood, faşizm, yazarlık, yalnızlık, Yahudilik ve sinema sanatı üzerine, düşle gerçek arasındaki sınırların cesaretle bulanıklaştırıldığı baş döndürücü bir Coen Biraderler başyapıtı... “Barton Fink’, gerçekler ve hayaller arasında gidip gelen bir anlatı yapısına sahip olmasına rağmen dönemin Hollywood’unu gerçekçi bir tarzda anlatmasıyla dikkat çekiyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ