Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ramazan M. Fatih Çıtlak ile Ramazan Sohbetleri

        M. FATİH ÇITLAK - GAZETE HABERTÜRK

        Zikir; yâd etmek, bir şeyi çokça anmak gibi manalara gelir. Bizim medeniyet dünyamıza baktığımızda zikir; daima Allah Teâlâ ile irtibatı diri tutmak, sözle, fiille Cenâb-ı Hakk’ın isimlerini, zatını, hukukunu unutmamaya çalışmak, hayatını bu zikir ve fikirle geçirmektir.

        Bir kişinin kulluğunu hatırlaması da aslında zikirdir. Kulluk o kadar büyük bir nimettir ki, kul ile Allah Teâlâ hiç ayrılmadığından kulluğu zikretmek yani unutmamaya çalışmak, tabiatıyla kişiyi Cenâb-ı Hakk’ı zikretmeye götürür.

        Kur’ân-ı Kerîm’de Cenâb-ı Hakk kâinatta ne “şey” varsa, yani canlı cansız ne yaratılmışsa hepsinin Allah Teâlâ’yı tesbih ettiğini yani kendi lisanlarıyla Allah Teâlâ’yı zikrettiğini beyân etmiştir. Ayet-i kerimelerle ağaçların, taşların ve hayvanların her birinin kendine mahsus zikri olduğu da işaret edilmiştir. Bu mevcudat içerisinde en şerefli ve en yüce yaradılışa sahip olan insanın, Rabb’ini zikretmemesi mümkün müdür? Elbette olmamalıdır ve aslında herkes Allah Teâlâ’yı zikretmektedir.

        İnsandaki hücrelerden zerrelere kadar hepsinin kendine mahsus tesbihatı olmasının yanında insan vücudundaki hücreler günde en az beş vakit, aldıkları komutla adeta içtimaya durur gibi bir pozisyon alıyorlar. Bu durum tıbben tespit edilmiştir.

        Belki bu mevzular biraz ince gelebilir ama mesela kalbimizi ele alalım, kalbimize bir kulak verelim. Kalp de belli bir ritimle daima Allah (CC) zikriyle meşguldür.

        Ya alıp verdiğimiz nefes? İnsan “Hu” nefesiyle hayat bulur, yaşamını idame ettirir. “Hu” nefesi durduğunda insanın hayatı da durmuş olur. Yani insan aslında zikre bağlıdır, zikirle hayat bulmaktadır.

        ALLAH (CC) NİÇİN ZİKRETMEYİ EMRETMİŞTİR?

        Bazılarınız şu soruyu sorabilir: Peki, insan zaten böyle zikrediyorsa Cenâb-ı Hakk niçin ayrıca zikretmeyi kullarına emrediyor? Yahut niye Efendimiz (SAS) zikrin faziletini, bereketini bu kadar çok anlatıyor? Bunun cevabı çok kolay olmakla beraber muhteşemdir.

        İnsan en şerefli mahluktur. İnsanın en büyük özelliklerinden biri de yaptığı fiili ve işi, idrak ve niyetle yapmasıdır. Hayvan nefes alır verir, “Hu Huu” diye zikreder fakat onlar bu durumdan habersizdir, zikri idrak edemezler.

        İşte bu çok önemli bir farktır. Daha da önemlisi Allah’ı (CC) inkâr eden bir kâfirin kalbi de “Allah Allah” diye atar. Fakat o kişi bu zikirden gafil olduğu için kâfir sıfatlı olmuştur. Halbuki insan zikrettiğini fark ettiği için iman sıfatlı bir “mü’min” olmuştur.

        ALLAH TEÂLÂ’YA HER TÜRLÜ İBADET ZİKİRDİR

        Zikir sadece dille olmaz. Hatta olmamalıdır da. Bir insan “ekmek, ekmek, ekmek” diye diliyle söyler fakat işini doğru yapmaz, mesaisini harcamaz ve çalışmazsa ekmeğine ulaşabilir mi? Dildeki ekmek sözünün fiil ve hareketteki ekmek arayışıyla birleşmesi lazımdır. Bununla beraber sadece dille bile Allah Teâlâ’yı zikretmenin kişiye sayısız faydaları vardır.

        Ama Cenâb-ı Hakk’ın kullarından muradı, dildeki zikrin kalple buluşması, kalbin nurlandıktan sonra aklı kuşatması, o aklın idaresinde âzâların, beden ve ruhun rızaya uygun şekilde zikrin hedeflerine koşmasıdır. Bunlardan birisi eksik kalırsa o kişinin ahlaki gelişimi ve tekâmülü eksik kalır.

        Düşmüşlerin elinden tutmak, mazlumlara yardımcı olmak, işi güzel yapmak, aile efradından bile olsa çocuklarla ilgilenmek, yetimlerle, öksüzlerle yardımlaşmak, hasta bakmak, sadaka vermek, hatta insanların yolu üzerinde bulunan bir çöpü, taşı alıp kenara koymak, tiksinecekleri bir şeyi yollarından def etmek, müminlere tebessüm etmek, canlılara güzellikte bulunmak...

        Bunların hepsi gönülde Allah (CC) muhabbetini tazeleyen zikirlerdir. Dil, zikir ve bu fikirler bir şuurla koordine olurlarsa bunu başaran kişi bütün benliği ve varlığıyla Allah’ı (CC) zikretmiş olur. İnsan, yukarıda saydığımız fiilleri, karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek yaparsa dili suskun bile olsa âzâları ve vücudu “Rahman, Rahim, Kerim, Muin, Kuddüs, Selâm, Mü’min, Kavi, Kadir, Gaffar, Settar, Alîm, Halîm, Vedud, Samet, Allah, Allah, Huu, Huu” diye zikreder.

        Hizmetler ne kadar çeşitli olursa, Allah Teâlâ’nın da isim ve zikir tecellileri o kadar çok olur ve kişiyi olgunlaşıp güzelleşmeye götürür.

        İBADET VE HİZMET FİİLİ OLARAK ZİKİRDİR

        Zikreden, arzu ettiğini, talep ettiğini eninde sonunda bulur. Kul, Allah’ı (CC) zikrettiği anda bilmelidir ki Allah Teâlâ da onu zikretmekte ve ona yakınlığını bahşetmektedir. Bu dünyaya geliş ve gidişten gaye, Rabb’imizi tanımak, tanıdıkça da zikrimizi artırmaktır. Şu unutulmamalıdır ki, Allah Teâlâ’yı hakkıyla zikir mümkün değildir. Dolayısıyla biz Cenâb-ı Hakk’a karşı zikirle acizliğimizi arz eder ve bu zikirle boynumuzu kullukla, O’nun (CC) önünde eğeriz.

        DUHÂ SÛRESİ

        “Andolsun kuşluk vaktine.”

        (Duhâ vakti; kuşluk vakti olarak da bilinen güneşin parlayıp yükselmeye başladığı zamandır. Buradaki vakit aynı zamanda Efendimiz’in (SAS) âlemlere güneş gibi doğarak ışığını saçmaya başladığı vakte de işârettir.)

        “Ve sakinleştiği zaman geceye ki,”

        (Burada da gecenin kararıp dindiği, karanlığın iyice çöktüğü ve örteceğini örttüğü zamandan bahsedilmektedir. Aynı zamanda geceleyin sakinleşip dinlenilmesi gibi, vahyin kesilmesinde de bir dinlenme olduğuna işaret edilmektedir.)

        “Rabb’in seni bırakmadı ve sana darılmadı.”

        (Güneşin yükselişinin müjdecisi olan vakte ve gecenin dindiği sakinlik zamanına yemin olsun ki Rabb’in seni bırakmadı. Seni bırakmaması da öfkesinden, gadabından değil, rahmetinden dolayıdır.)

        “Ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır.”

        Vahyin kesilmesinden sonra gelecek zaman ve senin bulunduğun her an, yaşamında ve ölümünde bulunduğun her durumun sonrası, öncesine göre daha hayırlıdır. Sen daima daha hayırlısına yükseltileceksin.)

        “Rabb’in sana verecek ve sen de hoşnut olacaksın.”

        (Rabb’in sana öyle lütuflarda bulunacak, keremiyle öyle muamele edecek ki tamamen hoşnut olacak ve hoşnut kalınacaksın. Ehl-i beyt bu ayetin kullara en çok umut veren ve en müjdeli ayet olduğunu beyan etmişlerdir.)

        “O seni yetim iken (bulup) barındırmadı mı?”

        (Efendimiz’in (SAS) dünyayı teşriflerinden önce babası vefat etmiş ve Efendimiz (SAS) yetim kalmıştır. 6 yaşında iken annesi, 8 yaşında iken dedesi vefat etmiştir.

        Bu ayetteki bulmak da icat etmek manasındadır.)

        “Sen hidayet arzusunda iken sana yol göstermedi mi?”

        (Efendimiz (SAS) Allah Teâlâ tarafından daima korunmuş, peygamberliği ilanından evvel de şirkten, puta tapmaktan ve günahtan beri olarak yaşamıştır.)

        “Seni yoksul iken zengin etmedi mi?”

        (Efendimiz’e (SAS) ailesinden miras kalmamıştır. Ticaret yaparak refaha kavuşmuş, kazandıklarını Allah (CC) yolunda dağıtmıştır.

        Bu ayete Allah (CC) senin ilminden feyizlendirerek pek çok kişiyi hidayete erdirdi manası da verilmektedir.)

        “Öyleyse sakın yetimi ezme.”

        (Yetimliği tattın ve ne olduğunu bilirsin, o yüzden yetime layıkıyla muamele et.)

        “El açıp isteyeni de azarlama.”

        (İsteyeni azarlayarak kovma, lütufta bulun, işini gör yahut yumuşak dille geri çevir.)

        “Fakat Rabb’inin nimetini anlat.”

        (Allah’a (CC) şükrünü ödemek için, başkalarının da istifâde edeceği şekilde O’nu(cc) insanlara anlat.

        HADİS-İ ŞERİF

        Zikredeceğimiz hadis-i şerif, Efendimiz’in (SAS) çok mühim bir hadis-i şerifidir. Bilmek ve bulmak için bu hadis-i şerifi dikkatle okuyunuz. Zihninizde oluşan suallerin cevabını mutlaka bu hadis-i şerifte bulacaksınız.

        “Ben haseb (saygınlık) bakımından insanların en şereflisiyim. Övünmek yok! (Bununla övünmüyorum!)

        İnsanların kıymet bakımından da en asiliyim, en kıymetlisiyim. Övünmek yok! (Bununla övünmüyorum!)

        Ey insanlar! Biz bize ziyarete, misafirliğe gelene gideriz. Kim bize ikramda bulunursa, iyi muamele yaparsa; biz de ona iyi muamele yapar, onun hatırını kollarız. Kim bizimle yazılı anlaşma yaparsa, biz de o anlaşmaya riayet ederiz.

        Kim bizim cenazemize, vefat eden kimsemize gelir, cenazeyi teşyi ederse; biz de onun cenazesini teşyi ederiz.

        Kim bizim hakkımızı çiğnemezse, yerine getirirse; biz de onun hakkını çiğnemeyiz, onun hakkını yerine getiririz, hakkını veririz.

        Ey insanlar! İnsanlarla, onların saygınlıklarının ölçüsüne göre, mecliste oturun. (Saygın, büyük kimselere davranışınızla küçüklere davranışınız aynı olmasın.)

        Ve insanların dindarlıklarındaki kuvvetine göre, onlarla samimiyetinizi ilerletin, onlarla kaynaşın.

        Ve insanlara mürüvvetleri, mertliklerine göre misafir olun.

        İnsanlara aklınızı kullanarak muamele yapın; onları öyle dirayetle idare edin!”

        Hadis-i Şerif - Deylemî

        GÜNÜN DÜŞÜNDÜRDÜĞÜ

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ