Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Savaş karşıtı en iyi 15 film
        1

        BATI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK (1930)
        (All Quiet on the Western Front)

        Hitler ve Mussolini gibi savaş çığırtkanı diktatörlerin halkı savaştan soğutacak korkusuyla kendi ülkelerinde yasakladığı film, anti-militarist anlam ve önemini hâlâ koruyor. Erich Maria Remarque’ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan film, I. Dünya Savaşı’nda gönüllü olarak orduya yazılan bir grup genç Alman askerinin başına gelenleri anlatıyor. Lewis Milestone’un yönettiği film, bireysel trajediler üzerinden savaşın anlamını ve ‘düşman’ kavramını sorgulayan etkileyici bir başyapıt.

        2

        HARP ESİRLERİ (1937)
        (La Grande Illusion)

        Usta Fransız sinemacı Jean Renoir’ın senaryosunu Charles Spaak ile yazıp yönettiği film, Birinci Dünya Savaşı sırasında Alman ordusuna esir düşen iki Fransız askerinin esir kampında yaşadıklarına odaklanır. Film ‘büyük yanılsama’ anlamını taşıyan orijinal adını İngiliz gazeteci Norman Angell’in, savaşın büyük Avrupa ülkeleri için gereksizliğini anlatan kitabının başlığından alır. Renoir, esir düşen ve kaçmaya çalışan askerler ekseninde sınıfsal farklılıkları gözlemler ve savaşa insancıl bir bakış açısıyla yaklaşır. Aynı zamanda birkaç yıl sonra başlayacak II. Dünya Savaşı’nı, Avrupa’da yükselen milliyetçilik ve faşizmi önceden haber verir. Savaş karşıtlığıyla hafızalarda yer edinen bir sinema klasiği.

        3

        ZAFER YOLLARI (1957)
        (Paths of Glory)

        Yönetmen Stanley Kubrick’in senaryosunun yazımına da katıldığı film, Birinci Dünya Savaşı’nda geçer. Fransız genelkurmayı çok fazla asker kaybının olacağı bir görev için şan peşindeki kibirli bir generali ikna eder. Yüzlerce askerin ölümü, genelkurmay ve general için hiçbir önem taşımaz. Sadece kendi hedeflerine odaklanmışlardır. Ama onurlu bir albay (Kirk Douglas), generalin ihtirası uğruna daha fazla askerin ölmemesi için elinden geleni yapar. Görev hezimetle sonuçlanınca general, korkaklıkla suçladığı askerlerin idam edilmesini ister. Korkaklık, cesaret ve acımasız hiyerarşik düzenin varabileceği trajik noktalar üzerine çarpıcı bir klasik.

        4

        DR. GARİPAŞK (1964)
        (Dr. Strangelove or: How I Learned to Stop Worrying and Love the Bomb)

        Paranoyak bir general, nükleer bomba taşıyan uçakla ABD adına komünizme savaş açınca, kurmaylar Pentagon’da toplanır. Peter Sellers’in canlandırdığı ABD Başkanı Merkin Muffley, konuya hâkim olmaktan uzak, deneyimsiz ve şaşkın bir başkan olarak çıkar karşımıza. Özellikle askerler ve Sovyet lideriyle olan diyalogları hayli eğlencelidir. Usta yönetmen Stanley Kubrick’in Soğuk Savaş’ı acımasızca “ti”ye aldığı, insanlığı bekleyen nükleer tehlikenin altını çizdiği nefis bir kara komedi... Sinema tarihinin en iyi komedi filmlerinden biri olarak da kabul edilir. Bu arada, Peter Sellers’ın filmde Başkan’ın dışında nükleer bomba uzmanı Dr. Strangelove’ı ve bir İngiliz subayını canlandırdığını belirtelim.

        5

        KIYAMET (1979)
        (Apocalypse Now)

        Yüzbaşı Willard’ın (Martin Sheen) görevi, Vietnam savaşı sırasında emir komuta zincirinden koparak Kamboçya’nın derinliklerinde, emrindeki askerler ve bölgenin yerlileriyle tarikat kurmuş Albay Kurtz’u (Marlon Brando) bulmaktır. Nehirdeki yolculuğu sırasında savaşın akıldışılığına ve vahşetine tanık olur. İnsanlığın bittiği, şiddetin hükmettiği bir dünyada Kurtz, çılgınlığın son noktasıdır... Joseph Conrad’ın “Karanlığın Yüreği” adlı romanından yapılan bu serbest uyarlama, sadece Vietnam Savaşı’nın değil, ABD militarizminin çıkmazını en iyi anlatan filmlerden biridir. Yönetmen Francis Ford Coppola’nın da en iyi filmlerinden biri olarak anılır.

        6

        GELİBOLU (1981)
        (Gallipoli)

        Avustralyalı iki genç koşucu, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin yoğun savaş propagandasının etkisi altında kalarak ANZAC birliklerine katılırlar. Ülkeleriyle hiçbir ilgisi olmayan emperyalist hedefler uğruna Çanakkale’ye gelir ve kendilerini acımasız bir savaşın orta yerinde bulurlar... Vatanlarını koruyan Türk askerlerinin direnişine saygıyla yaklaşan film, iki gencin dostluğu üzerinden dokunaklı ve savaş karşıtı bir hikâye anlatıyor. Alışılmışın dışında bir tavırla savaşa yenilenlerin tarafından bakan yönetmen Peter Weir, özellikle Albinoni’nin Adagio’su ve Jean Michel Jarre’ın “Oxygene”i eşliğinde unutulmaz sahnelere imza atıyor.

        7

        GEL VE GÖR (1985)
        (Idi i smotri)

        1943 yılında Rusya’yı işgal etmek isteyen Almanlar Belarus’a kadar gelirler. Yurdunu savunmak isteyen 14 yaşında bir erkek çocuğu gönüllü olarak savaşa katılır. Gelmiş geçmiş en sert ve çarpıcı savaş filmlerinden biri... Savaş sırasında Belarus’ta yaşanan insan kyımını gerçek tanıklıklar üzerinden yeniden canlandıran yönetmen Elem Klimov, kahramanlık ve direnişi yücelten Sovyet savaş filmleri geleneğini bir yana bırakıp savaşın masumiyeti yok eden dehşetine odaklanıyor. Sovyet sinemasının en iyi örneklerinden biri.

        8

        FULL METAL JACKET (1987)

        İlk bölüm, zorba çavuşun baskısıyla savaş eğitimi sırasında aklını kaybeden bir erin dramını anlatır. Vietnam’da geçen ikinci bölümde ise Amerikan askerleriyle bir tetikçi arasındaki çatışmaya odaklanan alışılmışın dışında bir şehir savaşı seyrederiz. Yönetmen Stanley Kubrick her iki bölümde de savaşın insan ruhuna verdiği zarara odaklanır. Militarizmi, savaş öncesi ve sonrasıyla insan ruhunu tüketen bir süreç olarak ele alır.

        9

        ATEŞBÖCEKLERİNİN MEZARI (1988)
        (Grave of the Fireflies - Hotaru no Haka)

        Pearl Harbor baskını, esir kamplarındaki merhametsiz komutanlar ve sert Japon askerleri... Hollywood yıllarca bunları anlattı. Peki, ya savaş sırasında Japon halkının çektiği çileler? Akiyuki Nosaka’nın kitabından uyarlanan film, annesini sivil hedeflere yönelik bir ABD bombardımanında kaybeden, donanmadaki babasına da ulaşamayan Seita’nın küçük kız kardeşi Setsuko’yu savaştan ve açlıktan korumaya çalışmasını anlatıyor. Isao Thakata’nın yönettiği film, usta Japon sinemacı Hayao Miyazaki’nin stüdyosu Ghibli’den çıkan gelmiş geçmiş en hüzünlü ve acıklı yapım olarak da bilinir.

        10

        DOĞUM GÜNÜ 4 TEMMUZ (1989)
        (Born of the Fourth of July)

        Kovic’in 1976’da yayımlanan otobiyografik kitabından sinemaya uyarlandı. Yönetmen Oliver Stone, Kovic’le birlikte yazdığı senaryoda Kovic’in hayatından 20 yılı aşkın bir sürenin hikâyesini anlattı. Çocukluğundan Vietnam Savaşı’na kadar uzanan dönemde Kovic, ülkesi için doğru olan yapmak isteyen masum bir genç olarak çıkar karşımıza. Savaş sırasında yaralanan ve tekerlekli sandalyeye mahkûm olan Kovic için travmayı atlatmak kolay olmaz. Ama bir süre sonra hayata yeniden tutunmaya çalışırken, Vietnam Savaşı başta olmak üzere yaşadığı her şeyin anlamını yeniden sorgulamaya başlar. Tom Cruise’un akılda kalıcı bir Ron Kovic performansıyla karşımıza geldiği film, 8 dalda Oscar’a aday olmuş, kurgu ve yönetmen kategorilerinde ödül kazanmıştı.

        11

        SCHINDLER'İN LİSTESİ (1993)
        (Schindler’s List)

        Alman işgali altındaki Polonya’da soykırım gibi büyük bir insanlık suçuna şahit olurken elinden geldiği kadar çok insanın hayatını kurtarmaya çalışan vicdanlı Alman sanayici Oskar Schindler’in (Liam Neeson) gerçek hikâyesi. II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Yahudi soykırımı üzerine çekilmiş en iyi filmlerden biri… O yıllarda yaşanmış gerçek olayları yer yer bir belgesel gibi anlatan film, içimizi ürperten, hafızamızdan çıkmayacak sahnelerle dolu... Usta yönetmen Steven Spielberg, Steven Zaillian’ın senaryosunun da desteğiyle filmi öyle iyi planlıyor ki, 3 saat 15 dakikalık süreyi pek hissetmiyorsunuz.

        12

        İNCE KIRMIZI HAT (1998)
        (The Thin Red Line)

        II. Dünya Savaşı’nda Pasifik cephesi... James Jones’un romanından yola çıkan yönetmen Terence Malick, Guadalcanal Savaşı’nı askerlerin yaşadığı algısal ve ruhsal deneyimler üzerinden anlatıyor. Müthiş bir vahşet, askerlerin iç sesleri ve anılarıyla buluşuyor. İç sesler Malick’in şiirsel cümleleriyle şekillendirdiği düşüncelerini yansıtırken savaşın dehşetine ve anlamsızlığına dışardan bakmamızı sağlıyor. Doğayı sessiz bir tanık olarak gösteren Malick, insanın insanı neden öldürdüğünü de sorguluyor.

        13

        BEŞİR’LE VALS (2008)
        (Vals Im Bashir–Waltz with Bashir)

        Her şey bir barda İsrailli iki eski askerlik arkadaşının kâbuslardan söz etmesiyle başlar. İkisi de kâbusların 1982 Lübnan Savaşı’yla ilgili olduğuna inanırlar. Ancak Ari savaşta yaptıklarına dair çok az şey hatırladığını fark eder ve hafızasındaki boşluğu doldurmak için savaşa katılan arkadaşlarını arar. Animasyon tekniğiyle gerçekleştirilen film, bilinçdışı imgelerle başlıyor ve Ari’nin hafızasındaki karanlık bölge aydınlandıkça savaşın vahşetine götürüyor bizi. Animasyonla belgesel janrının birleştiği bu şaşırtıcı film, İsrailli yönetmen Ari Folman’ın imzasını taşıyor.

        14

        MANDALİNA BAHÇESİ (2013)
        (Mandariinid - Tangerines)

        Gürcü sinemacı Zaza Urushadze’nin yönettiği film, 1992-1993 yıllarında 20 bin kişinin hayatını kaybettiği, 250 bin kişinin göçe zorlandığı Abhazya – Gürcistan Savaşı sırasında Estonyalıların yaşadığı bir köyde geçiyor. Köydekilerin çoğu Estonya’ya dönmüş, geride sadece mandalinalarını toplamak isteyen Margus ve ona meyveleri için sandık hazırlayan marangoz Iwo kalmıştır. Evlerinin hemen önünde gerçekleşen çarpışmanın ardından iki yaralı askeri aynı evin içinde iyileştirmeye çalışırlar. Biri Abhazya adına savaşan bir Çerkes, diğeri ise Gürcü’dür. Aynı çarpışmada arkadaşlarını kaybeden iki askerin geçinmesi mümkün değildir ama evde Iwo’nun kuralları geçerlidir. İntikamcı yaklaşımların anlamsızlığını, savaşın insan ilişkileri karşısında çözülüp gidişini anlatan ve anti-militarist yaklaşımıyla öne çıkan bir film.

        15

        QUO VADIS, AIDA? (2020)

        Geçtiğimiz yıl en iyi uluslararası film kategorisinde Oscar’a aday olan film, Venedik ve Toronto gibi önemli festivallerde gösterildikten sonra katıldığı Antalya Film Festivali’nin uluslararası bölümünde en iyi film ödülünü kazandı. Ortak yapımcıları arasında TRT’nin de yer aldığı ‘Quo Vadis, Aida?’, Bosna Hersek'in Srebrenitsa kentinde Sırp askerleri tarafından kadınlar ve çocuklar dahil on binlerce Bosnalı'nın öldürüldüğü soykırım günlerinde, Birleşmiş Milletler Üssü'nde geçiyor. Yönetmen Jasmila Zbanic, BM için çevirmenlik yapan Aida’nın gözünden anlatıyor olayları. Sırp askerlerinin Avrupa’nın orta yerinde geçmişteki tecrübelerden hiç ders çıkarmadan, BM yetkililerinin gözlerinin içine baka baka uyguladığı soykırım, gerçekten tüyler ürpertici. Bütün bu süreçte, Zbanic, milliyetçilik ideolojisi üzerinden yükselen militarizmin savaş sırasındaki vicdansızlığını ve insanlık dışı yanını deşifre ediyor.

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ