Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Sinema Sinemanın unutulmaz 30 kadın filmi
        1

        Kill Bill 2003/2004
        Yönetmen: Quentin Tarantino

        Kadınların merkezde olduğu aksiyon filmlerinin sayısının günümüzdeki kadar yaygın olmadığı bir dönemde çekilen “Kill Bill”, Uma Thurman'ın canlandırdığı Gelin karakterinin Bill'in (David Carradine) erkek iktidarına karşı verdiği bir mücadele olarak da okunabilir... Bill, elindeki en iyi tetikçilerden biri olan Gelin'in kendisinden ayrılıp başka bir hayat kurmasına izin vermez. Gelin'in erkeğin mutlak iktidarına karşı gelmesi onu rahatsız eder...

        2

        Komadaki Gelin, hastane yatağında uyandığında önce kendisine tecavüz eden hastabakıcıyla başlar intikam almaya... Bill ve çetesinin üyeleriyle tek tek hesaplaşırken erkekleşen bir kadın değildir. Tam aksine kadınlığını hiç kaybetmeden savaşır...

        3

        Jeanne D'Arc'ın Tutkusu 1928
        (La passion de Jeanne d'Arc) Yönetmen: Carl Theodor Dreyer

        Ölümünden yüzyıllar sonra Katolik Kilisesi tarafından azize ilan edilen 19 yaşındaki Jeanne D'Arc'ın engizisyon tarafından yargılanması ve idam edilmesinin hikâyesi... Danimarkalı yönetmen Carl Theodor Dreyer'in Fransa'da çektiği bu siyah beyaz sessiz film, başroldeki Maria Falconetti'nin muhteşem oyunculuğu, Dreyer'in unutulmaz yakın planlarıyla hatırlanır...

        4

        Feminist film teorisyenlerinin, feminist oyunculuğun başladığı film olarak da andığı “Jeanne D'Arc'ın Tutkusu”, yargılanma sürecine yalın ve güçlü bir sinemayla yaklaşır. Jeanne D'Arc, erkeklerin dünyasına meydan okuyan bir melek gibidir... Yargıçlar ise toplumun koyduğu sınırları zorlayan kadını cezalandıran erkek iktidarının simgesidir.

        5

        His Girl Friday 1940
        Yönetmen: Howard Hawks

        “The Front Page” adlı bir tiyatro oyunundan sinemaya uyarlanan filmde, günlük bir gazetenin genel yayın yönetmeni olan Walter Burns (Cary Grant), muhabir olan ve evlenip her şeyi geride bırakmak isteyen eski eşi Hildy Johnson'ın (Rosalind Russell) yeniden gazeteye dönmesi için elinden geleni yapar...

        6

        Hildy'nin meslek aşkını, gazetecilik sezgilerini alevlendirmek için “senaryolar” hazırlar. İş yerindeki cinsiyetler arası ilişkilere bakış açısından kendi döneminin çok ilerisinde bir filmdir. Rosalind Russell'ın canlandırdığı Hildy Johnson, mesleğine âşık mükemmel bir muhabirdir. Erkeklerin dünyasında, eski eşi Walter başta olmak üzere hiç kimseye boyun eğmez. İşini en az onlar kadar iyi yapar... 1940'lı yıllarda birçok kadın için ilham verici bir karakterdir.

        7

        5'ten 7'ye Cleo 1962
        (Cléo de 5 a 7) Yönetmen: Agnes Varda

        Üç hit şarkıyla tanınan ve sahne adı Cleo olan Florence Victoire (Corinne Marchand), karın ağrısı sorunlarıyla iki gün önce doktora gitmiştir... Sonuçları akşam altı buçukta alacaktır. Saat beşten itibaren testlerin sonucunu beklerken kanser olabileceği korkusunu yaşar... Amansız bir hastalığa yakalanıp hayatını kaybetme endişesi, geçirdiği her dakikayı, düşüncelerini ve insanlarla kurduğu ilişkileri etkiler...

        8

        Fransız yönetmen Agnes Varda, ilk filmlerinden bu yana feminist sinemanın ikonlarından biri oldu. “5'ten 7'ye Cleo”, geçtiğimiz yıllarda “Mekânlar ve Yüzler”ini (Visages villages) izlediğimiz Varda'nın başyapıtlarından biri olarak kabul edilir. Film duyarlı ve yalın bir tarzda Cleo'nun ruh haline odaklanır, melodramdan ziyade komediye meyleder. Varda, Cleo'nun bir kadın olarak yaşadığı korkuları ve kaygılarını onu hiç yargılamadan dürüstçe anlatır.

        9

        The Color Purple 1985
        Yönetmen: Steven Spielberg

        Alice Walker'ın romanından uyarlanan film, 1900'lü yılların başında henüz 14 yaşında hamile kalmış Celie'nin hayat hikâyesini anlatıyor... ABD'de, ırkçılığın tüm şiddetiyle sürdüğü güney eyaletlerinde yaşayan Celie için hayat çok zordur. Çünkü sadece ırk ve sınıf ayrımcılığının değil, cinsiyet ayrımcılığının da kurbanıdır. Cinsiyetçi baskının ötesinde aile içi cinsel şiddet yakasını bırakmamış, çok sevdiği kız kardeşinden de ayrı kalmıştır.

        10

        Başrolünde Whoopi Goldberg'ün oynadığı film, Celie'nin her şeye rağmen ayakta kalma mücadelesini anlatır... 11 dalda Oscar'a aday olup tek ödül bile kazanamamasının nedeni kuşkusuz beyaz erkeklerden oluşan bir Akademi'nin ilgisini çekemeyen feminist bir temaya sahip oluşudur.

        11

        Piyano 1993
        (The Piano) Yönetmen: Jane Campion

        Baskı altındaki sıra dışı, isyankâr kadınların hikâyesini anlatması açısından Jane Campion, kuşkusuz ilham verici bir yönetmendir... Gösterime girdiği yıl çok ses getiren “Piyano”, başyapıtlarından biri olarak kabul edilir. 19'ncu yüzyılda İskoçya'da yaşayan, konuşma engelli Ada (Holly Hunter), daha önce hiç karşılaşmadığı bir erkekle (Sam Neill) evlenmek üzere Yeni Zelanda'ya gider... Kocası, piyanoyu sahilden eve taşımayı reddedince Ada, bölgede yaşayan eski bir denizciyle (Harvey Keitel) yakınlaşır...

        12

        Campion'un diğer kadın ana karakterleri gibi çelişkilerle dolu zor biridir Ada... Asla bir kurban olarak kabul etmez kendini. Film, Cannes'da kazandığı Altın Palmiye'nin yanı sıra üç Oscar ödülü almıştı. Campion, Oscar'a aday gösterilen ikinci kadın yönetmen olmayı başarmış ama Spielberg'e karşı kaybetmişti.

        13

        4 Ay, 3 Hafta, 2 Gün 2007
        (4 luni, 3 saptamâni si 2 zile) Yönetmen: Christian Mungiu

        1987 yılında, Romanya'da Nikolay Çavuşesku'nun baskıcı rejiminin karanlık günlerinde geçen film, iki genç kadının dayanışmasını anlatır. Ülkede kürtaj yasa dışıdır ve çocuk doğurmak istemeyen kadınlar yasal bir sağlık kuruluşunun vereceği hizmetlerden tümüyle mahrumdurlar. Fırsatçı erkekler, “ellerine düşen” genç kadınları sömürmek ve istismar etmek için pusuda beklerler... Kadınlara yönelik baskı, devletin en yukarı kademelerinden aşağı doğru inerken daha da korkunçlaşır.

        14

        İşte bu yüzden, Otilia (Anamaria Marinca) üniversitedeki oda arkadaşı Gabita'ya (Laura Vasiliu) sonuna kadar yardım etmeye kararlıdır. Süreç her aşamasında daha da zorlu ve sinir bozucudur... Hikâyesinin çarpıcılığı, yarattığı gerilim duygusu, oyunculukları ve anlatımıyla seyredenin kolay kolay unutamadığı çok sağlam ve etkileyici bir film.

        15

        Mad Max: Fury Road 2015
        Yönetmen: George Miller

        Max (Tom Hardy), çölün derinliklerinde “yalnız kovboy” misali takılırken Ölümsüz Joe’nun yönettiği yarı vahşi bir toplumun avcıları tarafından yakalanır. Daha sonra kendini, Ölümsüz Joe’nun haremiyle birlikte Yeşil Diyar’a kaçmaya çalışan Furiosa (Charlize Theron) ve onu takip edenler arasındaki kanlı bir kaçma kovalamacanın ortasında bulur. Filmde fiziksel deformasyon ve hastalığın, sembolik olarak hem iktidarı hem toplumu sardığını görürüz. Toplum, iktidar tarafından dini fanatizm ve militarizmle ayakta tutulur. Furiosa’nın kaçırmaya çalıştığı genç, güzel ve sağlıklı kadınlar ise kıyametin orta yerinde insanlığın umudu ve geleceğini temsil ederler.

        16

        Kadınlar mutluluğu öte dünyada ya da fanatizmde değil, gerçek dünyada ararlar. Umudun zararlı olduğunu söyleyen, sadece hayatta kalmaya çalıştığını iddia eden ama tam bir kahraman gibi savaşan Max’i etkileyen ise kadınların iktidara baş kaldırma cesareti ve geleceğe duydukları inançtır. Son bölümdeki motosikletli savaşçı kadınları ve onların sakladıkları tohumları unutmayalım... Özetle “Gelecek kadınlarda” diyen bir film bu...

        17

        Thelma ve Louise 1991
        (Thelma & Louise) Yönetmen: Ridley Scott

        Eşinin maddi-manevi baskılarından bunalan ev kadını Thelma (Geena Davis) ile garson Louise (Susan Sarandon), her şeyi boşverip yola çıkarlar. Amaçları, birlikte özgürce vakit geçirmektir. Louise, Thelma’ya tecavüze yeltenen bir erkeği öldürür. Polisin ve sistemin onları asla anlamayacağını bilirler. Sonuçta, onları sorgulayacak olanlar da erkektir ve sistem, erkek egemenliği üzerine inşa edilmiştir.

        18

        Tacizin, baskının, aşağılamanın hiç bitmediği bir dünyadan bıkmışlardır. İki kadının yolculuğu otorite karşıtı, feminist bir isyana dönüşür... Callie Khouri’nin senaryosundan çekilen film, eğlenceli olduğu kadar politik bir boyut da taşıyor. “Thelma ve Louise” kadın dostluğu öykülerine odaklanan filmler için bir devrim niteliğindeydi... Bugün de modern bir klasik olarak anılıyor.

        19

        Desperately Seeking Susan 1985
        Yönetmen: Susan Seidelman

        Herkesin Madonna'dan söz ettiği, hayranlarının sayısının giderek arttığı yıllardı... Çoğu kişi Madonna'yı seyretmek için gitmişti filme. Hatta film Türkiye'de 1987 yılında “Çılgın Madonna” adıyla gösterime girmişti. Ama seyirciler filmde Madonna'dan çok daha fazlasını buldular... Madonna, kendi imajına çok yakın bir karakteri, New York'lu çılgın Susan'ı canlandırıyordu. Büyük şehirde başına buyruk yaşayan özgür bir kızdı. Filmin ana karakteri ise canı çok sıkılan bir ev kadını... Rosanna Arquette'in canlandırdığı Roberta Glass banliyöden çıkıp New York'a geliyor ve kader, Susan ile ikisinin hayatını kesiştiriyordu...

        20

        İyi yazılmış iyi çekilmiş, komediyle dramı birleştiren eğlenceli bir filmdi. Her şeyiyle tam bir kadın öyküsüydü... Leora Barish yazmış, Susan Seidelman yönetmişti. Madonna ve Rosanna Arquette'in filmde giydiği ikonik montun 2014 yılında düzenlenen bir açık artırmada yaklaşık 225 bin dolara satıldığını da belirtelim.

        21

        Daire 2000
        (Dayereh) Yönetmen: Cafer Panahi

        Bir erkek yerine kız doğurmanın mutsuzluğunu yaşayan kadın eşinin ailesi tarafından dışlanma korkusu yaşar... İki kadın, sigara içmelerinin yasak olduğu Tahran sokaklarında gözlerden uzak bir yer arar. Hapisaneden geçici izinle çıkmışlardır ve geri dönmeyi düşünmezler... Otobüsle memleketlerine gitmek isterler ama polis her yerde kimlik kontrolü yapmaktadır...

        22

        Arkadaşları Pari ise kürtaj olmak için hapishaneden kaçmıştır ve abilerinin onu öldüreceğinden korkmaktadır. Şehir, bütün kadınlar için adeta büyük bir hapishanedir... Panahi, tek suçları kadın olmak olan karakterlerinin yaşadıklarını, nefes nefese bir tempoda adeta bir gerilim filmi gibi izletir bizlere...

        23

        Bound 1996
        Yönetmenler: Lana ve Lilly Wachowski

        Şartlı tahliyeyle serbest kalan Corky (Gina Gershon) tesisatçılık yaptığı binada oturan Violet (Jennifer Tilly) ile tanışır. İki kadın birbirlerinden etkilenir... Violet, mafya için kara para aklayan Ceasar'ın (Joe Pantoliana) sevgilisidir... Corky ile Violet'in ilişkisi tutkulu bir aşka dönüşür ve kendilerine yeni bir hayat kurmak için Ceasar'ın sakladığı 2 milyon dolarlık mafya parasını çalma planları yaparlar.

        24

        Lana ve Lilly Wachowski'nin yazıp yönettikleri bu ilk film, o yıllarda moda olan erotik soslu gerilim suç öykülerini lezbiyen bir aşk ilişkisi ve feminist bir alt metinle yeniden ele alıyordu... Türün klişe ve kodlarını kullanmaktan kaçınmayan Wachowski kardeşler, ince bir ironi duygusunu da ihmal etmiyorlardı. Film, Türkiye'de “Tuhaf İlişkiler” adıyla gösterilmişti.

        25

        Çalışan Kız 1988
        (Working Girl) Yönetmen: Mike Nichols

        Regan dönemi ABD'sindeyiz... Egosu yüksek kibirli genç finansçıların “Dünyayı ben yarattım” edalarında ortada dolaştığı bir dönem... Cazibeli, güzel, sarışın bir kadının iş dünyasında yapabilecekleri erkekler tarafından sınırlandırılmış durumda. Ondan sadece erkeklerin ilgi odağı olan bir kadın olması bekleniyor... Ama eğer “ciddiye alınmak” istiyorsa yapacakları belli: Kendisi gibi değil, haliyle tavrıyla finans dünyasındaki diğer kadınlar gibi olmak zorunda...

        26

        Ama Melanie Griffith'in canlandırdığı Tess McGill'in kendisi gibi olmaktan vazgeçmeye hiç niyeti yok. Başkalarının onun için belirlediği hayatı istemiyor. Zekâsı ve sezgileriyle erkeklerden ya da erkeklik kültürünün savunucusu kadınlardan hiçbir eksiği yok. Tam tersine fazlası var... Senaryosunu Kevin Wade'in yazdığı “Çalışan Kız” 1980'lerin en popüler ve etkili kadın filmlerinden biriydi.

        27

        Gerçeğin Parçaları 2010
        (Winter’s Bone) Yönetmen: Debra Granik

        4 dalda Oscar'a aday olan "Gerçeğin Parçaları" (Winter's Bone), şehirlilerin yer almadığı neredeyse otantik denilebilecek bir "Amerikan köy filmi". Yönetmen Debra Granik, film başlar başlamaz bizi kodlarını çözemediğimiz, insanlarını anlamakta zorluk çektiğimiz, irkiltici ve yabancı bir coğrafyanın orta yerine götürüyor. Uyuşturucu üretimiyle geçinen, aslında hepsi de akraba olan dağ köylülerinin sert ve yoksul dünyasındayız... İki küçük kardeşine ve hasta annesine bakmak zorunda kalan 17 yaşındaki Ree (Jennifer Lawrence), kayıp babasını arıyor. Oturdukları evi ipotekten kurtarmak isteyen Ree, akrabaları tarafından merhamet ve şefkatle karşılanmıyor. Tam aksine, "Burnunu her şeye sokma!" diye tehdit ediliyor.

        28

        "Gerçeğin Parçaları", kuralları çok sert olan bir dünyada, inatçı bir genç kızın ailesini açlıktan kurtarma ve ayakta kalma mücadelesini gerçekçi bir atmosferin içine yerleştiriyor. Trajik hatalar yapan babasının cezasını çekmek zorunda kalan Ree'nin genç bir kız olarak erkeklerin dünyasında verdiği varolma mücadelesi gerçekten etkileyici.

        29

        Terminator 2: Mahşer Günü 1991
        (Terminator 2: Judgment Day) Yönetmen: James Cameron

        İlk filmin “yokedici” robotu bu kez iyilerin yanında... Schwarzenegger'i, “soydaşı” makinelere karşı insanlık uğruna savaşırken sevginin önemini anlayan ama bu arada “kapıyı kaportayı dağıtan” Terminatör rolünde seyrediyoruz. Ama filmin gizli kahramanı hiç şüphesiz Sarah Connor (Linda Hamilton)...

        30

        Sarah, 1984 yapımı filme oranla daha farklı bir anne olarak geliyor karşımıza. Kurban olmayı kabul etmeyen, oğlunun hayatını korumak için sonuna kadar mücadele etmeye kararlı bir Sarah Connor bu... Artık erkeklerin korunmasına muhtaç, zayıf ve aciz bir kadın değil. Tam aksine, hem fiziksel hem ruhsal anlamda erkeklerden daha güçlü. Çünkü o bir anne... Filmin ruhuna çok şey katan Sarah Connor'ın, çağımızın aksiyon kahramanı kadınlarına ilham veren öncü bir karakter olduğunu iddia edebiliriz.

        31

        Karabasan 2014
        (The Babadook) Yönetmen: Jennifer Kent

        Oğlunu tek başına büyüten yalnız anne Amelia'nın (Essie Davis) Babadook adlı canavarla mücadelesi... Amelia hayatı üzerindeki kontrolünü kaybettikçe ve oğluyla kendini dış dünyadan izole ettikçe Babadook da güçlenip eve yerleşiyor. Babadook’un bir sahnede “İnkâr beni güçlendirir” demesi boşuna değil. Yönetmen Jennifer Kent, “Korkularımıza karşı ya sinip yorganın altına saklanacağız ya da yüzleşip onları kontrol edeceğiz” demeye getiriyor. Klasik bir Hollywood filminde olduğu gibi anne ve oğlu koruyacak güçlü bir erkek figürünün olmaması önemli.

        32

        Zaten Samuel için canavar korkusu babasızlığın bir simgesi. Amelia ise Babadook’un karşısına annelik içgüdüsü ve iradesiyle çıkıyor. Hikâyesini sembolik bir alt metin üzerine inşa eden Jennifer Kent, yönetmen olarak gerilimin hakkını çok iyi veriyor; erkek bakışının hâkim olduğu gerilim türüne, ilgiye değer bir kadın dokunuşu getiriyor.

        33

        Prenses Mononoke 1997
        (Mononoke-Hime) Yönetmen: Hayao Miyazaki

        Japonya’nın geçmişinden gelen bu fantastik hikâye, köyünü kötü bir varlığa karşı korurken sağ kolu lanetlenen Prens Ashitaka’nın macerasını anlatıyor. Lanet ona insanüstü güçler verse de içten içe yiyip bitiriyor. Ashitaka, laneti kaldırmak için batıya doğru yola çıkıyor... Animasyon ustası Japon yönetmen Hayao Miyazaki’nin yazıp yönettiği film, Japon halk hikâyeleriyle fantazi öğelerini çevreci temalarla bir araya getiriyor.

        34

        Filmin dönüm noktası, hayvanların lideri olan ve kurtlar tarafından yetiştirilen Prenses Mononoke’yle karşılaşması ve ona âşık olması. Mononoke'nin doğal dünyayı insanlığın aç gözlülüğünden kurtarmak için verdiği mücadele, sadece Ashitaka'yı değil, bizi de etkiliyor. Feminist alt metinlere sahip film, doğa ve hayvan sevgisini fantezi ve macerayla birleştiriyor. Gösterime girdiği yıl, Japonya’da gişelerde “Titanic”i dahi geçen bir film olmuştu.

        35

        Wonder Woman 2017
        Yönetmen: Patty Jenkins

        Gal Gadot’un canlandırdığı Amazon prensesi Diana, I. Dünya Savaşı’nı bitirmek amacıyla yaşadığı cennet adayı terk ederek Almanların geliştirdiği kimyasal silahın peşine düşer. Resimli romanlarda kadınların, genellikle “arzu nesnesi” olarak yer aldığı bir dönemde Wonder Woman güçlü kadın imgesinin temsilcilerindendi. Sinemada da aynı imgenin hakkını veriyor. Diana’nın büyüdüğü ada, kadınların yönettiği uygarlık dışı bir mekân... Filmde Diana’nın saflığı üzerinden bir uygarlık eleştirisi var. Özellikle Londra bölümünde kadının meclisten ve ordudan dışlandığı bölümlerde feminist eleştiri ağır basıyor.

        36

        Diana savunduğu barış idealiyle idealist bir kahraman. Sadece fiziksel olarak değil, vicdani anlamda da insanüstü özelliklere sahip. Her anlamda bu dünyaya ait olmayan erdemli ve güzel bir kadın. Yönetmen Patty Jenkins, Amazonlu kadınlarla Alman ordusunun plajdaki savaşında harika bir iş çıkarıyor... Üniformalı erkeklerin ateşli silahlarına karşı kadınlar ok, mızrak ve kılıçların yanı sıra fiziksel güçleri ve akrobatik yetenekleriyle savaşıyorlar. Görsel anlamda keskin kontrastlara dayalı bir tür medeniyetler ve cinsiyetler savaşı bu...

        37

        Kızarmış Yeşil Domatesler 1991
        (Fried Green Tomatoes) Yönetmen: Jon Avnet

        Evliliğiyle ilgili sorunlar yaşayan Evelyn (Kathy Bates), ziyarete gittiği bakımevinde Ninny (Jessica Tandy) ile karşılaşır. Ninny, ona 50 yıl önce ABD’nin güneyinde yaşayan ve çevrelerindeki toplumsal baskıya, hoşgörüsüzlüğe karşı direnen iki genç kadının öyküsünü anlatır. Evelyn, öyküyü dinledikçe hayatına farklı gözlerle bakmaya başlar... Irkçılığa, bağnazlığa, erkek baskısına, aile içi şiddete, tacize karşı kadın dayanışmasını öneren gerçekçi ve iyimser bir film...

        38

        Farklı kuşaklardan kadınların öykülerini anlatan film, erkek egemen dünyaya karşı dostluğu ve dayanışmayı adeta kutsuyor. Fannie Flagg'ın romanından uyarlanan filmde Mary Stuart Masterson ve Mary-Louise Parker da oynamıştı.

        39

        Fargo 1996
        Yönetmenler: Joel ve Ethan Coen

        Bu filmden 18 yıl sonra “Fargo” polisiye bir dizi olarak karşımıza geldiğinde “Fargo kafası”nın ne olduğunu bir kez daha hatırladık... “Fargo” kadınlığın gücünü yansıtan bir filmdir. Minnesota'nın sert ve amansız kışında geçer olaylar... İnatçı ve zengin kayınpederinden para sızdırmak için eşinin kaçırılmasını organize eden Jerry (William H. Macy), şehir dışından iki suçluyla anlaşır... Suçluların şehre gelmesiyle birlikte olaylar kontrolden çıkar... Erkeklerin inatçı, acımasız, merhametsiz, çıkarcı, bencil ve kibirli olduğu bir dünyada, karnı burnunda hamile polis şefi Marge (Frances McDormand) mütevazı ve sakin tarzıyla filmin en aklı başında, olgun kişisidir.

        40

        Ve gerçekten çok iyi bir polistir... Coen kardeşler, Hollywood'un güçlü erkek dedektif imgesini, kadınlığın en doğal haliyle yer değiştirirler. Filmde bir insan olarak tutunabileceğimiz yegane değer, Marge'ın varlığıdır...

        41

        Diren: Zamanı Geldi 2015
        (Suffragette) Yönetmen: Sarah Gavron

        İngiltere “demokrasinin beşiği” olarak anılsa da kadınlara oy hakkı tanınması konusunda hayli geç kalan ülkelerden biri. Söz konusu dönemlerde iktidarı elinde tutan erkekler için kuşkusuz utanç verici bir durum... Öte yandan, 1912 yılında geçen “Diren: Zamanı Geldi”yi seyrettikten sonra, İngiltere tarihinin feminist mücadele açısından iftihar edilecek sayfalarla dolu olduğunu da görüyorsunuz. Film dönemin kadın hareketine ve Emmeline Pankhurst (Meryl Streep) gibi önderlerine işçi sınıfından genç bir kadının, Maud Watts’ın (Carey Mulligan) gözünden bakıyor. Çamaşırhanelerdeki ağır ve sağlıksız koşullar, erkeklerin tacizi, baskısı, alaycı yaklaşımları sıklıkla vurgulanıyor.

        42

        Maud’nun da dahil olduğu yasal mücadeleye parlamentonun kayıtsız kalması ve polisin orantısız güç gösterisinin ardından feministlerin yasa dışı eylemleri başlıyor... Film bütün bu süreçte Maud’nun yaşadığı değişime ve bunun karşılığında ödediği bedele odaklanıyor. Farklı sınıftan ve kültürden gelen İngiliz kadınların erkek egemen sisteme isyanları ve direnişleri gerçekten etkileyici...

        43

        Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız 2014
        (A Girl Walks Home Alone at Night) Yönetmen: Ana Lily Amirpour

        ABD’de çekilen film, İran taşrasında geçen bir vampir hikâyesi anlatıyor. Arzularını tesettürün altında saklayan vampir kız (Sheila Vand), kadınlığın ve cinselliğin özgürlüğünü simgeliyor. O ve spor otomobil tutkunu Arash (Arash Marandi), özgürlük peşindeki gençliği temsil ediyorlar. Uyuşturucu müptelası Hüseyin (Marshall Manesh) ise sanki önceki neslin hastalığını, pasifliğini yansıtıyor. “Kötü adam”ın rejimi simgeleyen biri değil de, uyuşturucu tüccarı olmasını unutmayalım. Amirpour, uyuşturucularla rüyalara dalmayı gerçeklerden kaçış olarak görüyor. Kötülere karşı harekete geçmekten ve herkesin özgürce kendi hayatını yaşamasından yana.

        44

        Petrol kuyuları, tekinsiz sokakları ve ölülerin atıldığı dere yatağıyla kent, bazen western filmlerindeki kasabaları, bazense dışavurumcu sanat filmlerini hatırlatıyor. Amirpour, filmin yer yer video klip tadında ilerlemesinden de çekinmiyor. İsmiyle dahi İranlı kadınların özgürlük meselesine gönderme yapan genç, enerjik ve tutkulu bir film... Amirpour'un kadınları mağdur ve kurban olarak göstermemesinin de altını çizelim.

        45

        Persepolis 2007
        Yönetmen: Vincent Paronnaud, Marjane Satrapi

        Marjane Satrapi’nin 1969’da doğduğu İran, modern bir ülkeydi. İran halkı şahı devirmeyi başardı ama devrim kısa sürede mollaların kontrolüne girdi ve İran, vatandaşlarının yaşam tarzlarını zorla değiştiren bir ülkeye dönüştü. İran artık Satrapi’nin çocukluğunu geçirdiği ve çok sevdiği o ülke değildi...

        46

        “Persepolis” bütün bu süreci sade ve gösterişsiz bir üslupta, siyah beyaz bir animasyonla anlatıyor. İllüstratör Marjane Satrapi, kendi resimli romanını güçlü bir animasyona dönüştürürken feminist perspektifini hiç kaybetmiyor. İçten gelen kadınsı bir isyanı, keskin bir mizah duygusu ve güçlü bir grafik dille birleştiriyor.

        47

        Girlfight 2000
        Yönetmen: Karyn Kusama

        Cinsiyetçilik bazen “kadın işi”, “erkek işi” demekle başlar. Toplum cinsiyetler için önceden alanları çizmiş; mesela boks, erkek sporu olarak kodlanmıştır... Boks filmi deyince de aklımıza kaslı erkekler gelir. Karyn Kusama'nın yazıp yönettiği “Girlfight”, kafamızdaki klişeleri ters yüz ediyor. Genç bir kızın boks tutkusunu ve ringlerdeki yükselişini anlatarak dolaysız yoldan feminist bir söylem tutturuyor. Diana (Michelle Rodriguez), liseden kovulmak üzere olan, 18 yaşında, kavgacı ve öfkeli bir kızdır...

        48

        Erkek kardeşini almak için gittiği spor salonunda, babasından gizli olarak boks eğitimi almaya karar verir. Kısa sürede boksa büyük bir yeteneği olduğu ortaya çıkar... “Girlfight” iyi bir boks filmi olmanın ötesinde karakterlerini derinlemesine ele almayı başaran sağlam bir dram. Film, Cannes'da Gençlik Ödülü'nü, Sundance'te ise en iyi yönetmen ödülünü kazanmıştı. Michelle Rodriguez, ilk filminde, Diana rolünde harika bir performans çıkarıyor.

        49

        Bagdad Cafe 1987
        Yönetmen: Percy Adlon

        Orta yaşlı bir Alman kadını olan Jasmin (Marianne Sagebrecht), eşiyle yaptığı kavganın ardından otomobilin kapısını çarpar ve iner. Elinde valiziyle ABD’nin orta yerinde bir çölde tek başınadır. Bulduğu ilk mola yerine girer ve oda ister... Bu, onun için yeni bir hayatın başlangıcıdır. Otel sahibi Brenda’nın (CCH Pounder) desteğiyle Jasmin, yeni heyecanlar yaşar; kadınlığını keşfeder ve hatta kendine yeni bir iş bulur.

        50

        Jasmin, sınırlarını erkeklerin çizdiği eski hayatından çıktığında, kadın dayanışmasının yardımıyla her şeyden keyif alan, kadınlığın güzelliğini yaşayan birine dönüşür. Artık özgür bir kadındır. Filmin senaryosunu yönetmen Percy Adlon ve Eleonore Adlon birlikte yazmıştı.

        51

        Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar 1988
        (Mujeres al borde de un ataque de nervios) Yönetmen: Pedro Almodovar

        Yabancı filmlere dublaj yapan, reklamlarda oynayan Pepa (Carmen Mauro), Madrid'de teraslı bir evde yaşar... Kümes hayvanlarının dolaştığı, çiçeklerle, bitkilerle dolu, rengarenk hayat dolu bu ev, sevgilisi Ivan'la (Fernando Guillen) birlikte onun için bir adadır... Pepa, kendisini aniden terk eden Ivan'a ulaşmak, onunla yüz yüze konuşmak için elinden geleni yapar... Pepa bu süre içinde Ivan'ın kendisini başka bir kadın için terk ettiğini keşfeder; Ivan'ın psikolojik sorunlar yaşayan ilk eşiyle tanışır.

        52

        Bu arada, aşk uğruna teröristlere evini açan Candela (Maria Barranco), Pepa'nın evine sığınır... Tümüyle bir tesadüf eseri, Ivan'ın oğlu Carlos (Antonio Banderas) ve onun mutsuz sevgilisi Marisa (Rossy de Palma) da Pepa'nın hayatına dahil olurlar... Seyri son derece keyifli, yüzünüzde gülümsemelerle seyredeceğiniz bu Almodovar klasiği, kadınların bir araya gelince, acılarla çok daha iyi baş edeceklerini söylüyor.

        53

        Erin Brockovich 2000
        Yönetmen: Steven Soderbergh

        Erin Brockovich (Julia Roberts), işsiz ve yalnız bir annedir. Bir avukatlık bürosunda çalışmaya başladığında kimse onu ciddiye almaz. Giyim kuşamını beğenmez, halini tavrını küçümserler. Ama o başkalarının düşüncelerini çok da önemsemez, patronundan aldığı bir dosyayı kendi çabalarıyla araştırır. Araştırmalarını derinleştirdikçe Pacific Gaz ve Elektrik Şirketi’nin çevreye ve insan sağlığına verdiği zararları kanıtlayacak belgeler bulmaya başlar...

        54

        Çocuk yetiştiren bir anne olarak mesele onun için giderek daha önem kazanır. Hayatın içinden gelen, fevri ve açık sözlü bir kadın olan Erin, ilk bakışta bir kahraman gibi görünmese de yaptıklarıyla ABD’nin gönlünü fetheder. Julia Roberts'ın Erin Brockovich ile Oscar kazandığı film, kadınların gücünü ve yaratacakları farklılıkları anlatıyor... Gösterime girdiği yılın en çok konuşulan filmlerinden biriydi.

        55

        Nedimeler 2011
        (Bridesmaids) Yönetmen: Paul Feig

        Hollywood tarzı duygusal kadın filmlerine gerçekçi ve eğlenceli bir alternatif... Annie, Lillian’ın baş nedimeliğini yapacağım derken yanlış tercihleri ve sorumsuzluklarıyla her şeyi yüzüne gözüne bulaştırır...

        56

        Gösterişe dönüşmüş evlilik ritüellerine hınzır bir gözle bakan “Nedimeler”, kadınların sinir krizlerine, çıkardıkları rezilliklere bir tür isyan ve kurtuluş gözüyle bakıyor. Öyle ki filmde her şey, ancak iyice parçalanıp dağıldıktan sonra doğru yola giriyor...

        57

        Sanık 1988
        (The Accused) Yönetmen: Jonathan Kaplan

        Sarah Tobias (Jodie Foster) bir barda eğlenirken üç erkeğin cinsel saldırısına uğrar... Savcı Kathryn Murphy (Kelly McGillis), tecavüzcülerin yanı sıra onları cesaretlendiren ve alkışlayanları da adaletin karşısına çıkarmak ister...

        58

        Senaryosunu Tom Topor'un yazdığı film, erkek egemen toplumun kadınlar konusundaki çifte standartlarını açığa çıkarmakta çok başarılı... Film, güzel çekici bir kadının tek başına eğlenme hakkına kadar uzanan bir toplumsal baskının izlerini sürüyor. Tecavüz olaylarından sonra kadınların her davranışını hafifletici neden olarak göstermeye çalışan zihniyeti sorgulamamızı sağlıyor... Başta Türkiye olmak üzere anlam ve önemini hiçbir zaman yitirmeyecek bir film...

        59

        Roma 2018
        Yönetmen: Alfonso Cuaron

        Filmdeki kadınların arasında sınıfsal, etnik konumları aşan bir sevgi ve dayanışma bağı var. Birbirlerine ihtiyaç duyduklarını biliyorlar... Kocası tarafından terk edilen dört çocuk annesi biyokimyager Sofia (Marina de Tavira), mükemmel biri olmaya çalışmıyor. Zaaflarına, zayıflıklarına rağmen film ilerledikçe ondaki gücü hissediyorsunuz. Anneliğin, kadınlığın getirdiği bir güç bu... Biliyorsunuz ki bu güç, o çocukları, o çatı altında sevgiyle yetiştirecek... Aynı güç evin hizmetçisi Cleo'da (Yalitza Aparicio) da var. Cleo da mükemmel değil. Doğru erkeği seçemiyor ve yaptığı hataların trajik sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyor.

        60

        Öte yandan, Cleo çocuğunuzu gönül rahatlığıyla emanet edeceğiniz biri. Çünkü onda kadınlığın hayat veren enerjisi var. Yüzlerce dövüşçü erkeğin yapmayı beceremediği hareketi kusursuz şekilde yaptığı sahne hikâyenin çözüm anahtarı gibi... Cleo aslında olağanüstü biri ama bunu sadece Sofia ve çocuklar biliyor. Bir de biz... “Roma” anneliği, kadınlığı kutsayan bir film...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ