Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Başbakan Erdoğan “ekonomi politikalarında herhangi bir sapma olmayacak” sözüne rağmen son günlerde ekonomi yönetiminin değişip değişmeyeceği tartışılıyor.

        Ekonomi yönetimi değişirse önümüzdeki dönemde bir zorluk yaşar mıyız?

        Geçmiş 12 yıllık dönem yarattığı sonuçlar itibarıyla kendi kendini besleyen bir sürece de dönüştü. Ortaya çıkan sonuçlarda Başbakanı, AK Parti’yi ve ekonomi yönetimini birbirinden ayırmak oldukça zor. Ocak ayındaki faiz artırımına Başbakan onay vermeseydi yapılamazdı. Demek ki, iş kemiğe dayandığında gereken neyse yapılıyor. Bu, faizin artırımı olsa bile. Buradan hareketle ara süreçte hata yapılsa bile, uçurumun kenarına gelindiğinde dönülür, sonucu çıkartılabilir. Piyasalar dalgalanabilir, gelişmeler karşısında volatilite artabilir ama treninin rayından çıkmasına izin verilmez diye varsayılabilir. Böyle bir geçmiş, ekonomi yönetimi değiştirildiğinde önemli bir destek olmaya aday.

        BEŞ ÖNEMLİ KONU: Bunun yanında ekonomi yönetimi değişse de değişmese de Türkiye’nin belli ana konularda hata yapma lüksü yok. Bu konularda hata yapmayacaksa da, ekonomi yönetiminin değiştirilmesi ya da değiştirilmemesinin sert bir tepkiye yol açmayacağı varsayılabilir.

        Gelecek bir yılda 260 milyar dolar kadar dış kaynak ihtiyacımız var. Bu her ay ortalama 20 milyar dolarlık yeni kaynak bulunması gerektiğine işaret eder. Sermaye hareketlerini tersine çevirecek ve dış finansman ihtiyacını karşılayamaz duruma düşürecek gelişmeler ve adımlar, kendi ayağına kurşun sıkmak olur. Hayati önemdedir. Sermaye hareketleri kısıtlanmak isteniyorsa işe önce yurtiçi tasarrufları artırmaktan başlanmalı ve belli bir hazırlık gizlice yapılmalıdır.

        Türkiye’de mevduat faizleri düşük, kredi faizleri yüksektir. Büyük fark aracılık maliyetlerinden ve kamusal yüklerden kayaklanmaktadır. Faiz, TL’nin değeridir. Faizi düşürmek TL’yi değer kaybettirmek demektir. TL’nin değeri aşağı çekilirse karşılığında dövizin değeri yükselir. Bu matematiksel bir sonuçtur ve her para birimi için, dolar ve Euro için de geçerlidir. TL’nin değer kaybı hedefleniyorsa faiz düşürmek en etkili araçtır. Faizler düştüğünde ve TL değer kaybettiğinde normalde tüketim, yatırım, üretim, kredi ve ihracat patlaması yaşanır. Devamında enflasyon da talep artışıyla patlar.

        Ancak TL’nin değer kaybı veya döviz kurlarının artması, sıcak paranın elde edeceği kazancı azaltır, hatta zarara döndürür. Bu duruma düşmemek için sıcak para erkenden kaçmak ister. Kapıya yığılma etkisi olur. Bu durum doları hiç istemediğimiz düzeylere taşıyabilir. Devalüasyon olur ve TL’de kalan, TL varlığı olan, Türkiye’de yaşayanlar cezalandırılır, fakirleştirilir. Devalüasyonun sonu da yine enflasyon patlaması olur.

        Önümüzdeki dönem hem jeopolitik riskler artıyor hem de ABD faizini artırmaya hazırlanıyor. Bol para ve ucuz kaynak döneminin sonuna geliyoruz. Dış kaynak ihtiyacı yüksek bir ekonomi olarak bu kritik dönemde yatırım yapılabilir kredi notunu korumak hayati öneme sahip. Bu dönemde Türkiye ne yapıp edip bu not seviyesini korumalı.

        Dış borcumuz fazla, cari açığımız yüksek, küresel ortam da aleyhimize dönmekte, notumuzu düşürmemek de hayati önemde. Böyle bir ortamda enflasyonun çift haneli rakamlara yükselmemesi ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığına dokunulmaması gerekiyor. Bu durum algıyı yönetmek, reytingi korumak ve faizi artırmamak açısından da önemli.

        Bu konular mutlaka dokunulamaz konular değil. Bedeli göze alınıyorsa elbette dokunulur. Anadolu deyimiyle belirtmek istediğimiz dokunulduğunda “astarı yüzünden pahalıya çıkacak” konular.

        SONUÇ: “Bir şeyin bedeli neyse değeri odur.” Papa II.Johannes Paulus

        Diğer Yazılar