Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “İki kişiyi birden sevebilir insan ama birinin hatırası öbüründen gerçektir” diyor, Krek’in sahnelediği “Bayrak”ın kadın oyuncusu…

        memisbetul@gmail.com

        “Oltalar suyun altında karıştı.’

        İletişim çağında, iletişimsizlik yaşadığımızı söyleyenler ve bu durumu inkâr edenler… Farklarımızda benzerlikler ara(ya)mamanın cezasını, şimdi sırtımıza yüklenen efkârlı kamburlarla ödüyoruz galiba… Susmak yahut konuşmak… Manevi terör en fenasıdır, diyor birileri… Gelelim suyun altında karışan oltaları tutan bizlere… Tam da bu sekmede, bu haftanın vedasını; “oltalar suyun altında karıştı” manasından yola çıkan, biraz da Marcel Proust’un ‘benliğin hareket eden katmanları, dediği şey gibi’ diyerek, sonrasında dönüşüp şekillenmesiyle “Bayrak” adını alan, Berkun Oya’nın 4 yıldan fazla, Krek semalarında dalgalandırdığı oyunuyla vermek istiyorum.

        BİLDİĞİMİZ BAYRAK DEĞİL!?

        Bilenler bilir, ‘Bayrak’, Krek’in eski oyunlarından… Daha önceleri farklı oyuncularla, farklı mekânlarda tiyatro tutkunlarıyla buluşan ‘Bayrak’ın senaryosu, kitap haline de getirildi. (Hep kapalı gişe sahnelenen oyunu, bir de benim kadrajımdan dikizleyin istedim. İşte sayfaya düşenler...)

        Sondan başa doğru ilerleyen, güçlü bir metine sahip olan “Bayrak”, kısa bir film gösterimiyle başlıyor. Bir kasaba evinde yaşayan anne (sadece bu sinevizyonda göreceğimiz Ayten Uncuoğlu) ve baba (aynı şekilde Köksal Engür), oğullarının (Ozan Çelik) derdiyle sıkıntı halindedir. Karısını (Canan Ergüder) öldüren ve cesedini bahçeye gömmek isteyen oğullarına yardım edip etmeyeceklerine karar vermek zorundadırlar. Ki yola düşmüş, cesedi getiren de (Okan Yalabık) hayatı pek yolunda gitmeyen, ‘büyük oğul’dur. Aslında gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden farksız bir metin döşeniyor sahneye… Duyduğumuz, bildiğimiz, kıyısından köşesinden az da olsa yaşadığımız, sevmek, kıskançlık ve iletişememe halleri… Ama Berkun Oya kadrajından, az sonrasında karakterlerin iç dünyalarına çıktığımız yolculukta, anlıyoruz ki sadece üçüncü sayfa haberleri minvalinde bir hissiyat değil bu anlatılanlar. Zaten bu ‘Bayrak’ da bildiğimiz bir ‘Bayrak’ değil! Ne diyordu karakter; "Sevdiğinin sevdiği kişiye zarar verir miydin?"

        İşte tüm bu film bittikten sonra Krek sahnesi açılıyor. Biz izlekler de üç gün önceye dönüyoruz. Yani bu iki perde ve beş tablodan oluşan, kasvetli ve sıkıntılı gecenin doğumuna…

        AŞK VE ŞİDDET HAD SAFHADA

        Ve elinde bavulla sahneye giriyor, öldürüldüğünü düşündüğümüz küçük oğlun karısı... Dört aydır seyahatten dönmesini bekleyen koca, sınamaya başlarken kadının duygusunu, kadın da aynı minvalde onu sınamaya başlıyor. İletişimsizliğin ve efsunlu konuşmaların tavan yaptığı sahnelerde anlıyoruz ki; kadın artık bir başka adamı (Ulaş Tuna Astepe) seviyordur. Bir kalbe iki sevgi sığdırıl mı, sığdırılsa ne hallere bürünülür?! Hikâye, tam da bu diyalogların yamacında, sessiz sedasız akarken, Berkun Oya, yine her zaman ki döktürüyor tüm maharetini-esprisini ve izleyicisini sarsmasını biliyor en kallavisinden… (Oyunun ışık tasarımı Cem Yılmazer’e, metni, rejisi, dekor ve kostüm tasarımı ise Berkun Oya’a ait. )

        Şiddet ve gerilimin had safhada yaşandığı sahnelerin sonunda adam, kadını öldürdü sanırken biz, diğer perdeye geçişle kilit adamımız ağabeyin (Okan Yalabık) eve gelmesiyle kadının ölmediğini öğreniyoruz. Tüm bunları flasback’ler ile harmanlayan Oya, gündelik hayattaki bir bakıştan, beyinsel lobları deviren bir anlatım ortaya çıkarmış. Sonunda da sinema perdesi iniyor tekrardan sahneye. Film bitiyor, kararıyor sahne, oyuncular selama çıkmıyor… Ve perdeden de cast akıyor. Sinema tadında tiyatro, tiyatro tadında sinema, ne derseniz deyin, kafa açtığı kesin!

        İKİ KİŞİYİ SEVERBİLİR İNSAN AMA…

        ‘Bayrak’ta, sandığımız şeylerin öyle olmadığını anlıyoruz (bu ‘anlıyorum’ diyen dillerin hastasıyımdır, o ayrı), bazen anlamak yetmez diyorlar ya bu defa Berkun Oya’nın bir röportajında dillendirdiği üzere, bu cümlelerine kulak kabartma(nızı)k istiyorum: “Umarım tiyatro binasından çıktıktan sonra hemen konuşmaya başlayabilecekleri ve gündelik hayata dönebilecekleri bir oyun olmaz... Beş dakika, hiç değilse beş dakika istiyorum.”

        Vedaya düşerken yazı da bitmeden, “İki kişiyi birden sevebilir insan ama birinin hatırası öbüründen gerçektir” diyor kadın, oyunun bir bölümünde… Öyle midir dersiniz?! Şimdilik, ben kaçar, yolcudur Abbas minvalinde, biraz da Kayseri rotasında, ulu Erciyes Dağı’nı şereflendireceğim efendim…

        Oyun programı için: (212 311 78 24)

        İçimden geldi: İsteyene günün sözü olsun, isteyene 140 karakter… “Biraz insan ol diyeceğim ama, seni de zor durumda bırakmak istemiyorum.” (Donnie Darko)

        Diğer Yazılar