Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dünyanın ilk kadın anı yazarı ve tarihçisinin 500-548 yılları arasında yaşamış Anna Comnena veya Osmanlı’nın bilinen ilk Müslüman kadın bestecisinin 1700’lerde ölen Reftar Kalfa olduğunu biliyor muydunuz? Ya da Osmanlı toplumunda, antimilitarist hareketin öncüsü, ilk Ermeni sosyalist, feminist kadın yazarının 1878-1943 arasında yaşamış Zabel Yesayan veya ilk Kürt kadın modern dans sanatçısının 1903-1986’larda yaşayan Leyla Bedirhan olduğunu duymuş muydunuz?! Bazen hiçbir şeye yetişemeyeceğimizi düşünüyorum! Asla adını dahi duy(a)mayacağımız, bil(e)meyeceğimiz bilgiler, tatlar, manzaralar, insanlar, şarkılar, hikayeler, acılar, hazlar, mesutluklar olacak ve biz, sadece bize düşen paralel evrenimizle ve sanmalarımızla devam edeceğiz gibi geliyor! Gibi geliyor değil aslında, arzulasak da ihtimal buna ne us’umuz, ne de dünyevi faniliğimiz izin vermeyecek! Bugün, böylesine şükela günlerimden birindeyim diyelim; his ishali, algı çarpması vs., ne derseniz deyin, şu iki basamaklı yaş kantarımda olgunlaştırdığım tek şuurum; birilerini ve bir şeyleri hep kaçıracağız! Neyse ki bu bilemediğimiz-göremediğimiz algıları bizlerin yamacına düşüren güzel insanlar var! Hazırsanız, başlıyorum volume bilmem kaç desibelli balans ayarlarınızı bozmaya!

        İSTANBUL KADIN MÜZESİ / SEMİHA ES…

        Bilmek zorunda olmak yahut olmamaktan bahsetmiyorum, daha başka bir enstantaneden söz etmek istiyorum. Bugüne kadar dokunduğumuz ya da bize dokunanların, ilk kimlerin savaşı sonunda, bizlere ulaştığının üzerine, ne kadar düşünüyoruz ömür sayacımızda?! Bekleme yapmadan sadede geliyorum: bazen gündelik koşturmalarımız öyle sahiciymiş gibi geliyor ya işte yukarıda da cümlelere düştüğüm güzel insanların değeri böylesine vakitlerde ortaya çıkıyor, bir pusula gibi! Evet, bir şeyleri kaçıyoruz ve ben de kaçıranlardandım, ta ki geçen yıl merhaba diyerek, sanal alemi aydınlatan İstanbul Kadın Müzesi’nin, Kadın Kültür Mirası etkinlikleri kapsamında, algıda şahane, paralel evrenlerde hissiyatlı kadınlarla tanışana dek! İstanbul Kadın Müzesi’nin (İKM) ‘Kadın Kültür Mirası’ etkinlikleri çerçevesinde, Kasım’ın son haftası, foto muhabiri olarak Kore Savaşı’na giden ve 2012’de hayatını kaybeden memleketim coğrafyasının, ilk kadın gezi ve savaş fotoğrafçısı Semiha Es (1912-2012) anısına ‘Semiha Es Uluslararası Kadın Fotoğrafçılar Sempozyumu’ düzenlendi. ‘Semiha Es’ belgeselinin gösterimiyle başlayan sempozyum, İstanbul Kadın Müzesi (İKM), Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KOÇ-KAM), Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu’nun ortak çalışması neticesinde meraklılarıyla buluştu.

        İKİNCİ GÖZ: TÜRKİYE’DEN KADIN FOTOĞRAFÇILAR SERGİSİ

        14 ülkeden 18 kadın fotoğrafçıyı biraraya getiren sempozyumda: ‘Anlamak bir gezidir / Bir başkasının ülkesinde’, ‘Kadınlar ve gündelik hayat’, ‘Cinsiyetlendirilmiş bedenler’, ‘Haber ve belgesel fotoğrafçılığı’, ‘Kadınlar, savaş ve çatışma’, ‘Hafıza akışları, kimlik mücadeleleri’ ve ‘Değişim için hafıza’ gibi başlıklar tartışıldı. Sempozyumun paralel etkinliği olarak düzenlenen, Ahu Antmen ve Laleper Aytek’in küratörlüğünde hazırlanan ‘İkinci Göz: Türkiye’den Kadın Fotoğrafçılar’ başlıklı sergi ise 5 Ocak 2014 tarihine kadar Yunanistan Başkonsolosluğu’nun İstiklal Caddesi üzerindeki sergi mekanı Sismanoglio Megaro’da ziyarete açık olacak. Ayrıca sergide yer alan eserler, kitap olarak da yayınlanacak. ‘Kadın gözü’ yerine Simone de Beauvoir’ın ‘İkinci Cins’ kitabına göndermede bulunan ‘İkinci Göz’, öteki taraftan bakan göz olarak gündeme geliyor bu sergide, hâkim bakış açısının ilk göreceği açıdan bakmayan göz; kendi ‘ikincil’ addedilen dünyasından bakan göz. “Simone de Beauvoir, dünyayı temsil etme işini, kendi bakış açılarını hakikat zanneden erkeklerin üstlendiğini söyler. ‘İkinci göz’, bu bağlamda, ideolojik nedenlerle hakikatmış gibi sunulan bir mitoloji içinde kadın gözünün gördüğü öteki hakikât(ları) da görebilen göz…” tanımının altını çizen sergi ile: Türkiye’de, 1980 sonrasında, ciddi bir bilgesel ve sanatsal birikim oluşturan kadın sanatçı potansiyelinin görünür kılınması; günümüze değin yoğun bir üretim içinde olan ve fotoğrafı sanatsal bir ifade biçimi olarak kullanan kadın sanatçıların/fotoğrafçıların tanıtılması ve fotografik ifadenin öznelleşmesi sürecindeki katkılarının ortaya konulması amaçlanmakta!

        FOTOĞRAF TARİHİNİ ŞEKİLLENDİREN…

        Sergide, Semiha Es’in çeşitli ülkelerde ve dönemlerde çektiği 30’a yakın fotoğrafı ve Türkiye’nin yaşayan kadın fotoğrafçıların yapıtlarından bir seçki sunuluyor. 1 yıldır üzerinde çalışılan proje, bundan sonra da devamlılık getirmeyi hedefliyor. Fotoğrafçı Lalepar Aytek; “Semiha Es’in arşivini güncel sanatçılarla bir araya getirerek adeta bir hayali gerçekleştirdik” derken, ortaya çıkan emeği görünce, naçizane fikrim; hayalin gerçek halinin, hayatımızdaki kör noktalara ışık tutabileceği! Zira bu sempozyum, dünyanın farklı ülkelerinden kadın fotoğrafçılarının bir araya gelip, deneyimlerini paylaşmaları ve aynı zamanda kadın fotoğrafçılar ve çalışmaları üzerine araştırma yürüten, fotoğrafların toplumsal cinsiyet ve cinsellik temsillerini analiz eden, fotoğraf tarihini şekillendiren cinsiyetçi, heteronormatif bakış ve ona karşı geliştirilen eleştiri ve alternatifleri inceleyen araştırmacıların, kadın fotoğrafçılarla buluşması bakımından kıymetli. Zaten sempozyum da fotoğraf üzerine kuramların, eleştirilerin ve pratiğin birarada ele alınabileceği bir platform sunmayı hedeflemiş. Etkinlik, kadınların fotoğraf alanında ne kadar görünür olduğunu, değilse bunun nedenlerini uluslararası bir buluşma ve bilgi paylaşımı aracılığıyla sorgulatmayı istiyor.

        GAZZE’DEN NİJERYA’YA, BOSNA’DAN JAPONYA’YA

        Seminer kapsamında, İstanbullular’la buluşan Gazze’den Nijerya’ya, İran’dan Bosna’ya, Japonya’dan Peru’ya, Güney Kore’den Uruguay’a kadın sanatçılar, hem birbirleriyle, hem de katılımcılarla farklı deneyimlerini paylaşma şansı buldu. Yıl 2013 olmuşsa da her şeye rağmen, bu paylaşımların, kadınların sesini daha da güçlü nidalandırdığını düşünüyorum. Projenin organizasyon komitesinden Doç. Dr. Ayşe Gül Altınay: “İçinde bulunduğumuz şiddetin sonucu olarak kadını, hep hayatın mağduru olarak ele alıyoruz ve gösterdiği direngenliği unutuyoruz. Bu nedenle kadınları, tarihin ve yaşamın özneleri olarak ele alan projeler çok önemli” diyor. İstanbul Kadın Müzesi Küratörü Meral Akkent; “Kadın tarihi çabuk unutulan bir mevzu. İstanbul Kadın Müzesi, etkinlikleriyle bu tarihin kaydını tutmayı, hatırlamayı ve hatırlatmayı amaçlıyoruz” derken, bu ilk hareketin yarattığı heyecanı görünce, amaçlarının, kısa sürede de olsa, yerini bulduğunu/bulacağını düşünüyorum. Hadi, kendinize bi güzellik yapın da sergi mekanının yolunu tutun, pişman olmayacaksınız, benden söylemesi! Bilgi için: www.istanbulkadinmuzesi.org

        İçimden geldi notu: “Kadınlar olmasaydı ne olurdun ki sen? Babanın pantolonundaki bir sperm lekesi. Onu da sinekler yalardı.” (Jean Genet / Paravanlar)

        Diğer Yazılar