Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu hafta sevgili dost Fikret Kalmak‘un gönderdiği, Talip Apaydın‘ın 1967’de yayınlanan “Karanlığın kuvveti” adlı kitabından güzel bir alıntıyı sizlerle paylaşıyorum.

        Kurban bayramı tam kışın ortasına rastlıyordu. O günler bir soğuktu, bir soğuktu... Kar, fırtına, tipi... Sular donmuştu hep. Santral kanalı kapandığından, elektriklerimiz kaç gündür doğru dürüst yanmıyordu. Akşam seminerlerinde kitap okuyamıyorduk, ders çalışamıyorduk. Dersliklerimizde pelerinlerimizle oturuyorduk da, gene de ısınamıyorduk. Musluklarımızdan su akmıyordu. Üç gün bayram iznimiz vardı, ama bu soğukta nereye gidecektik? Köyü yakın olanlar gitti ancak. Bayram sabahı kampana çaldı. Dışarıda toplanılacak dediler. Başımızı gözümüzü sararak, büzülerek çıktık. Müdürümüz Rauf İnan merdivende bizi bekliyordu. Üstünde palto bile yoktu. Ellerini arkasına bağlamıştı. Savrulan karlardan gözlerini kırpıştırıyordu. O halini görünce usulca pelerinlerimizin yakalarını indirdik. Ellerimizi cebimizden çıkardık.

        Siz isterseniz üşümezsiniz...

        “Arkadaşlar !” diye başladı. Bir canlıydı sesi, bir heybetliydi. Hava soğuk evet, fakat siz isterseniz üşümezsiniz, dedi. Olduğumuz yerde birkaç kez sıçramamızı ve kuvvetli tepinmemizi istedi. Dediğini yaptık. Birden ısınmıştık sanki. Bugün bayram, dedi. Şimdi birbirimizi tebrik edeceğiz. Sonra yapacağımız iki iş var: Ya tekrar içeri girip sıralara büzülmek, mıymıntı mıymıntı oturmak, yahut da kazmayı, küreği alıp, santral kanalını temizlemeye gitmek. Emin olun gidenler, kalanlar kadar üşümeyecektir. Çünkü inanarak çalışan insan ne soğukta üşür, ne sıcakta yanar. Ben şimdi kazmamı küreğimi alıp kanala gidiyorum, dedi. Çünkü kanal açılınca elektriklerimiz yanacak. Kitap okuyabileceksiniz, ders çalışabileceksiniz. Sularınız akacak, yıkanabileceksiniz. Size şunu söylüyorum, bizim asıl bayramımız, yurdumuz bu gerilikten, bu karanlıktan kurtulduğu gün başlayacaktır. Şimdilik bize düşen milletçe çalışmak, çok çalışmaktır. Parolamız şu olmalıdır: “Bayramlarda çalışırız bayramlar için...” Ben gidiyorum. Gelmek isteyenler gelsin. Heyecanlanmıştık, üşümemiz geçmişti. Hepimiz geleceğiz! diye bağırmıştık. Sonra da kazma kürekleri kapıp onar metre arayla su kanalına dizildik. Kazmayı vurdukça yüzlerimize buz parçaları fırlıyor. Müdürümüz, öğretmenlerimiz başımızda dört dönüyor. Öyle çalışıyoruz ki, boyunlarımızdan buğu çıkıyor. Kimisi bağırıyor, kimisi kazmalara tempo tutuyor. Yeşilyurt köylüleri evlerinin önüne çıkmış, bize bakıyorlar. Yeşilyurtlu arkadaşımız Azmi, köyü yakın olduğu için izinli ya! Bize evlerden bazlama ekmek taşıyor. Köylü ekmeğini özlemişiz, aramızda kapışıyoruz.

        Çifteler Köy Enstitüsü’nün ışığı...

        O gün o kanalın yarı yerini açtık. Ertesi gün taa bende kadar tamamladık.

        Sonra merasimle suyu saldık.

        Nazlı bir gelin getirir gibi önünden ardından yürüyerek, türküler marşlar söyleyerek getirdik. Sonra bir baktık, okulumuzun balkonuna çakılı “Ç K E” yandı... ( Çifteler Köyü Enstitüsü ).

        O zamanki sevincimizi nasıl anlatmalı?

        Üşümüş ellerimiz alkıştan ısındı.

        Dünyanın en içten gelen, en coşkun bayramı oldu belki.

        Sevinçten gözlerimiz yaşarmıştı.

        Müdürümüz bir tümseğe çıktı.

        Birkaç kelimeyle başarımızı tebrik etti.

        - Şimdi, dedi, depomuza su dolacak, banyoyu yakacağız. Yıkanın ve çalışıp başarmış insanların huzuru içinde uyuyun. İşte gördünüz, inanarak çalışan yapar! Amacına ulaşır! Bu heyecanla çalışmaya devam edersek, biz Türkiye’yi de yükseltebiliriz!

        - Yükselteceğiz!, diye bağırdık. İçeri girdik, musluklardan şarıl şarıl sular akıyordu. Birbirimizi tebrik ediyorduk.

        Değerli okurlar; insanımızın aydınlanmasını istemeyenlerin telkinleriyle kapattığımız, “dünya eğitim modelleri literatürüne girmiş” Köy Enstitüleri işte böyle bir şeydi. Hepinize sağlık içinde iyi pazarlar...

        Diğer Yazılar