Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİR evin içinde tek başlarına büyümek zorunda bırakılmış, Hench ve Bobbie adlarında iki erkek kardeş. Yedikleri yemeklerden, giydikleri kıyafetlere kadar her şeylerinden yoksulluktan ziyade sevgiden, ilgiden yoksunluk akan... İstisnalar elbette vardır ama bir insanın bu hayatta gözünü neye açmışsa ona dönüştüğüne inananlardanım ben. Bu çocuklar gözlerini sevgiye açamamışlardan...

        Baba figüründen yana travmaları, evlerine aklına estikçe uğrayan ve bedenleri sevgisizliğin, ilgisizliğin ruhlarında yarattığı tahribatı avaz avaz bağırsa da boş boş bakmakla yetinen, görmezden gelmeyi tercih eden Maggie adında nevrotik bir anneleri var. Okula gitmiyorlar, bir odanın içinde sabahtan akşama silahların konuştuğu bilgisayar oyunları oynuyor ya da porno izliyorlar, gerçek bir arkadaşları yok. Evlerindeki küçücük pencere dış dünyayla tek bağlantıları...

        HEP ÖZLEMİ ÇEKİLENLE KARŞILAŞMAK

        Kahverengi ve saldırgan diye Taliban adını verdikleri köpeklerinin durumu da kendilerininkinden farksız. O da karanlıkta, o da yoksun, o da bir köşede tek başına bırakılmış... Ona da kendileri gibi hiç dokunulmamış, gözlerine sevgiyle bakılmamış, başı okşanmamış... Ah hep buralardan doğuyor o dünyayı esir alan şiddet, vahşet ve saldırganlık...

        Bir gece Hench ve Bobbie’nin evlerindeki o küçücük pencereden içeriye ışık giriyor. Yolun karşısında kapalı tuttukları köpeklerine dikkatlice baktıklarını fark ettikleri Jen adında bir kız dahil oluyor yanlızlıkla örülü hayatlarına. Onlara da perde inmemiş bir kalp gözüyle dikkatlice bakıyor Jen. Bakmakla kalmıyor görüyor, anlatıyor, dinliyor, dokunuyor... Taliban’ı da onları da bambaşka bir dünyayla tanıştırıyor, hep özlemini çektikleri şeye kavuşturuyor, gülümsetiyor, yara bere içindeki ruhlarına, kalplerine pansuman yapıyor, ama...

        KAHKAHA VE GÖZYAŞI İÇ İÇE GEÇİYOR

        Bütün bunlar nerede mi oluyor? Craft Tiyatro’nun, Anna Jordan’ın yazdığı, Fatih Gençkal ve Zeyneb Gültekin’in Türkçe’ye çevirdiği, Çağ Çalışkur’un yönettiği ‘Yen’ adlı oyununda. Hench’i Bora Akkaş’ın, Bobbie’yi Berker Güven’in, Jen’i İdil Sivritepe’nin, Maggie’yiyse Neslihan Yeldan’ın canlandırdığı oyun; etkili teksti, incelikli rejisi ve çarpıcı ama lafın gelişi değil insanın kalbine kalbine çarpıcı, tertemiz oyunculuklarıyla seyirciyi kahkahalarla gözyaşlarının iç içe geçtiği bir yolculuğa çıkarıyor, kendisinin ve dünyanın acıyla dolu kuytularıyla da yüzleştiği bir yolculuğa...

        SEZONUN EN PARLAK OYUNLARINDAN

        Dekoru Taciser Sevinç’in, ışık tasarımı Cem Yılmazer’in imzasını taşıyan, 2 saat 15 dakika süren tek perdelik oyun öyle bir çekiyor ki seyirciyi içine, zaman su gibi akıyor. Sezonun en parlak oyunlarından biri, 1-6-7-12-13-19-20-28 ve 29 Mart’ta Craft Tiyatro’da, mutlaka izleyin ‘Yen’i!

        Oyunda “Sana nasıl dokunacağımı bilmiyorum” diye bir cümle var, gelip kalbime taş gibi oturan... Dokunulmamış ya da sevgiyle dokunulmamış çocuklar ileride nasıl dokunacaklarını bilmiyorlar. Sonuçta da ya kayıp hayatlar yaşıyorlar ya da hayatın içinde dokunduğu her şeyi yıkıp döken yaratıklara dönüşüyorlar. Yineliyorum insanın gözünü neye açtığı çok önemli, ailede şekilleniyor insanın temeli. Ve o temelin sağlamlığının olmazsa olmazı sevgi. Güzel dokunmalı, güzel sevmeli...

        Diğer Yazılar