Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bilmem fark eder mi hangi ekonomik statüye sahip aileden geldiğimiz. Orta direk diyelim, hani evde toplu para gördüğünde, “O başkasının parası, bizim değil” denilen evlerden çıktığımızı farz edelim. Hayır o bayramda giydiğin kırmızı ayakkabı değil, ötekisi var ya, onu hiçbirimiz unutmadık. İlk lastik ayakkabımız, ilk aşkımızdan da önce oradaydı.

        İlla ki her ailede bir akraba vardı, yurtdışında yaşıyordu, çalışıyordu, o getirecekti, getirdi de. “Büyük al sen yine de, seneye de giyer” demişlerdi, o da büyük almıştı. Cırt cırtlı Converse’lerimizi, o üç bantlı Adidas’ları, hani o kimsede olmayan ama sadece sende olan bilekli Nike’ları uzaktan bir akraba getirdi. O akraba sanki aynı kişiydi ve hepimizin hikâyesi aynı başladı: “Ondan bir tek bende vardı...”

        Jesse Owens’ın da aklından geçiyor muydu bu cümle: “Kimsede yok, sadece bende var!” Sanmam. 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’na giderken aklında görmezden gelindiği ülkesini temsil etmek varken, Adidas’ın da kurucusu Adi Dassler 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’nda Olimpiyat Köyü’ne gidip, bizzat Owens’a çivili bir ayakkabı hediye ediyordu. Daha Adidas’ın adı “Gebrüder Dassler”ken, henüz ayakkabının kenarındaki o meşhur üç çizgi ikiyken, tribünlerdeki binlerce seyirci bir kahraman gibi gördüğü Jesse Owens’ı alkışlıyor, Owens rekor üstüne rekor kırıyordu. Atletin ayağında Adi Dassler’in kendisine hediye ettiği ayakkabılar vardı.

        Şimdi bu ayakkabı Brooklyn Müzesi’nde “Lastik Pabucun Yükşelişi” adlı sergide bir köşede duruyor. Sergilenen 150 lastik pabuç arasında yüzyılı aşmış ayakkabılar olduğundan içerisi epey loş. Serginin küratörü ayakkabıların yoğun ışıktan etkilendiğini, ışıkların bu kadar kısık olmasından ötürü özürlerini bildiriyor. Bu New York’ta uzun süredir gördüğüm en kalabalık sergi! İçerisi gıcır gıcır lastik pabuçlarını giyip gelmiş gençlerle, eski Stan Smith’lere bakmak isteyen 40’lıklarla dolu...

        1860 yapımı epey kalın lastikten üretilmiş bir ayakkabı, koşu ayakkabısıymış. Zira lastik malzemesinin o yıllarda nasıl kullanılacağı henüz bu kadar net değil, epey pahalı ancak ayakkabılar ya soğukta donup çatlıyor ya da sıcak havada eriyor. Biraz daha deniyorlar, ancak sonuç aynı, öyle pahalı ki ancak zenginlerin ayağında görülebiliyor. 1925’e gelindiğinde modellerde farklı tasarımlara gidiyorlar, topuklu koşu ayakkabısı da bu sayede tasarlanıyor. O yıllarda bir yerden bir yere gitmek günler alırken; kim, nereden nereye koşuyor tahmin etmek zor. Ancak lastik pabucun geçirdiği evrimi anlamak için örnekleri dizmişler.

        NASIL PAZARLAYACAĞINI BİLEN AMERİKA

        Altıya böldükleri serginin büyük bir bölümü basketçi Michael Jordan’a ait. Kapalı dolaplarda sırf Jordan için tasarlanan 23 adet Nike ve duvarda Jordan’a övgüler yağdırılan bir video dönüyor. Sergi 1984’ten beri işbirliği yapan Jordan ve Nike için düzenlenmiş gibi durduğundan sergiyi düzenleyenler Jordan’ın lastik pabuç devriminde ne kadar büyük katkı sağladığını anlatıyor. Jordan’cılar bir köşede ayakkabılarla selfie çekedursun, kimin hangi jenerasyondan olduğu sergide net anlaşılıyor; kimlik kontrolüne gerek yok, 70’lerde doğanlar Reebok’lara Puma’lara, Asics’lere bakıyor. Kimbilir akıllarından ne geçiyor! Kanye West hayranları Louis Vuitton’un West için hazırlatıp 2009’da lanse ettiği Don modeline bakıyor. Var yani herkesi mutlu edecek bir şeyler, lakin komple bir tatmin sözkonusu değil. Ama burası Amerika, Brooklyn Müzesi sergiyi komple bir hikâye olarak pazarladığından müzenin girişine bir DJ koyup, müzik sistemini kökleyip ve “Free stylin dans yarışması yapıyoruz” dediği için mahallenin çocukları sergiyi de geziyor, yarışmaya da katılıyor. Maksat gönüller hoş olsun! (Yolu düşenler için sergi ekim başında sona erecek!)

        Diğer Yazılar