Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kimbilir kaç türkü söyleyecek, kaçında el çırpacak, kaçında sessizce duracaksınız. Bir bağlama hikâyesi onunkisi. Neşet Ertaş’ın gölgesinde duruyor, ama genç Neşet Ertaş olmadığını söylüyor. Buyrun, ben çalayım, İsmail Altunsaray söylesin. 1980 doğumlu. O vakitler Kırşehir’de yaşıyor. Henüz 12 yaşında. Ablası İstanbul’da, şehirde, Marmara Üniversitesi’nde okuyor. Bir enstrüman satan dükkâna giriyor, kardeşine hediye alacak. Ne? Keman! Fiyatını soruyor, “Ne kadar?”, “Şu kadar”. Parası yetişmiyor. Bir paranın çıkışmaması hikâyesiymiş aslında dinlediğimiz. Dükkân sahibine soruyor, “Bende şu kadar var ama n’apabiliriz?” “O paraya bağlama var” “E o zaman kardeşime bağlama alayım ben.”

        ANNESİ BAĞLAMAYI SIRTINDA KIRIYOR

        İsmail Altunsaray’ın hikâyesi böyle başlıyor, bir paranın çıkışmaması hikâyesi. Parası çıkışmayınca zeytin ezmeli açma yerine simit yeriz ya, Altunsaray da belki keman çalacak onun virtüözü olacaktı da yerine bağlama geldi. 12’den 17’sine kadar kendi kendine çalıp öğreniyor. İnsan kendi kendine nasıl öğrenir bir bağlamaya nasıl davranacağını, neresine basıp, neresinden akort edeceğini? “Bilmiyorsun ki zaten”, öyle diyor İsmail Altunsaray. “Zamanla etraftan, etraftaki âşıklardan öğrenmeye başladım. Orada abdallık geleneği devam ettiği ve profesyonellik de pek olmadığı için baka baka, çala çala öğreniyorsun.” Düşünün ki o para yetmediği için alınan bağlama bir de kırılacak. Anlatıyor, dinliyorum: “Ortaokulda bu bağlama peşine düştüğüm için, ders mers yok, bütün mesaimi bağlamaya harcıyorum, annem bir gün dayanamadı. ‘Vallahi’ dedi, ‘Şu sazı artık kıracam sırtında’. Vurdu da, kırmak için vurmadı ama dokundurayım diye vurdu. Saz da kırıldı. Aylarca bağlamasız kaldım. Annem de hâlâ hayatta, ama tabii şimdi memnun. O zamanlar endişe etmesi normal, bizim oralarda –gerçi hâlâ da öyle ya- çalgıcıya kız vermezler ya da ‘Müzikle uğraşma abdal olursun’, ‘Çingene mi olacaksın ne yapacaksın’ gibi saçmasapan yakıştırmalar halkın dilinde olduğu için büyükler de bundan etkilenirdi, sonunu önünü ardını göremedikleri mesleklere girmeyelim isterlerdi. Benim bağlamama kızması da biraz bundandı!’

        DÜĞÜNLERDE ÇALARKEN ÖĞRENİYORSUN

        Her evde bağlama mı var Kırşehir’de? Yok, her evde yokmuş ama çok revaçta bir enstrüman. Birinden akort öğreniyor, birilerinden meşk etmeyi, düğünlerde çalıyor. Düğünün önemi ne? “Çok önemli” diyor: “Çünkü düğün çok önemli bir alan, genelde bütün enstrümanistler için, geleneksel müzisyenler için performansı artıran bir alan. Her zaman sıkı bir performansa sahip olabileceğiniz bir saha düğünler! Benim düğünlerde çaldığım dönemlerde ses sistemleri yoktu. Düğünlerde çaldığımız alanlarda evlerin dışına masa sandalyeler konuyordu, incesaz dedikleri, bağlama keman darbukayla çalıp söylüyorduk.”

        Ve bir gün şu oluyor, Altunsaray’ın müzik öğretmeni Adil Yenidünya, kendisi de İTÜ Konservatuvar mezunu, İsmail Altunsaray’a “Konservatuvara git” diyor. Sözünü dinliyor, lise bitiyor, sınavları kazanıyor. İstanbul’a taşınıyor. Beş senede okul bitiyor. Akitli TRT’te saz sanatçısı dönemi başlıyor. Haliç Üniversitesi’nde tezini yazıyor. Ve albüm çalışması geliyor. Kalan Müzik’ten. Altunsaray bugüne kadar tek albüm (İncidir) yapmış, ikincisi de yolda. Tek şarkı kalmış bitirmeye! “Albüm mesaisi fazla olan bir insanım” diyor. Meğer ilk albümün yapımı 4.5 sene sürmüş, ne kadar uzun bir süre! Bir albüm bu kadar uzun sürer mi? 4.5 sene çalışmadan önce gelen teklifleri değerlendirememiş bir türlü. Niye? “Küçük şehirde yaşamış büyümüş olmanın yarattığı bir özgüven problemi yaşıyordum ve hep ‘Yok ben albüm yapmayayım, ben çalarak daha mutluyum’ diyordum” diye anlatıyor. Ama işte bir gün arkasında çaldığı insanlardan çok ama çok az para alması da canına yetiyor ve albüm teklifini kabul ediyor. Eziklikten, özgüvensizlikten vazgeçmeye karar veriyor.

        BAĞLAMA ÇALANLAR NEŞELİ OLAMAZ MI?

        Peki ya Türk halk müziği sanatçıları hep böyle durgun, sessiz sakin ağırbaşlı insanlar mıdır? Hani bağlama da bir köşede kendi başına duran, kendine yeten bir enstrüman, kimselere ihtiyacı yokmuş gibi. Belki bağlamayı çalanların bağlamayla duruşları benziyordur. Bağlama desen yapayalnız bir enstrüman, çalan adam nasıl kalabalık olsun? Ya da olur mu bağlama çalandan kalabalık birisi? Altunsaray şöyle anlatıyor: “Halk müziği sanatçılarından beklenen bir davranış şekli var. Ağırbaşlı, oturmasını kalkmasını bilen, ‘Aman bunu yapma, aman bunu etme’ gibi birçok baskı altına sokan, iten bazı durumlar var. Camianın tamamı aslında bu psikolojide. İster istemez bundan etkileniyorsun. Halkın da böyle bir beklentisi var. Bizim çıplak dans edecek halimiz yok ama bu kadar kalıba sokulmanın da bir anlamı var mı bilemiyorum. Neden bu beklenti var onu da anlamıyorum. Hep böyleydi. Hiçbir şey değişmedi. Her şey ve herkes bir kalıba sokulmak isteniyor. Türk halk müziği sanatçıları esprili, eğlenceli insanlardır ama bizim kendimiz gibi olmamız mümkün değil, bir çeşit mahalle baskısı!”

        Çok fazla konser veren bir insan İsmail Altunsaray. Yurtiçinde, yurtdışında çok çalıp söylüyor. Konserlerde tek dayanamadığı şey, başka yörenin türküsünün istenmesi. “Canım sıkılıyor” diyor, bozuluyor biraz. “Söylememeliyim diye düşünüyorum” diyor. Hangi ağacın dalı olduğunu biliyor. O bana soruyor, “Kulak burun boğaz doktorundan kalp ameliyatı istenir mi?” İstenmez. “Sözüm ona türkü olarak nitelendirilen, türkü de denilmeyecek, türkü formunda yapılmış bazı besteler var, onları istiyorlar, bozuluyorum” diyor. “O popüler kültürün içine girmemeye çalışıyorum, o çok kötü bir çukur, ama memlekette bu kadar idealistlik de yemiyor.”

        KİMSE KİMSENİN VELİAHTI OLAMAZ

        Bizim sözlerimiz neden çok dertli? “Orta Anadolu’nun derdi bitmiyor mu?” diye soruyorum. “Yaşanmış şeyler üzerine yazılıyor ama aslına bakarsanız Orta Anadolu’nun oyun havaları da çoktur ve güzeldir. Bizim derdimiz şu, biz hep derdi konuşmak istiyoruz. Sürekli dertten bahsedelim istiyoruz, biz mutlu, umutlu, mutluluktan bahseden bir toplum değiliz. Beni dinleyenler İsmail Altunsaray dinleyip feci göbek atıyorum demez hiç. Dedim ya, insanlar mutluluktan bahsetmiyor bu ülkede diye. Gerçekten çok köklü bir sorun bu!”

        Gelelim şu Neşet Ertaş ceketinin emanet edilmesi konusuna. Memnun mu? Yoksa? Gurur da duyduğu bir benzetme ancak işte çekinceleri var. Neşet Ertaş’tan bir alıntı yapıyor burada Altunsaray, “Der ki Neşet Ertaş, ‘Gölgeye girenin gölgesi olmaz’. Şimdi ben, bizim uğraştığımız işte, biz her zaman bizden önceki ustaların açtığı yoldan giden insanlarız. Onların gölgesinde kalmadan, onların açtığı yoldan gidersek kendimizi bulabiliriz. Ben bunu başarırsam o zaman İsmail Altunsaray olabilirim. Ama Neşet Ertaş’ın gölgesinde kalırsam İsmail olamam. Zaten kimse kimsenin veliahtı olamaz. Herkesin farklı bir dokusu vardır, kimse kimsenin yerini de dolduramaz zaten”.

        Konserine giderseniz, kimbilir bakarsınız en sevdiği türküyü de söyler, “Bugün ayın ışığı” diye başlar, “Vay vay vay vay pambuğum edasına yandığım, seni hasta diyorlardı nasıl oldun sevdiğim”. Siz bakın kime benziyor!

        Diğer Yazılar