Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir aşk filizlenmekteydi ama ikisinin arasında tam 26 yaş fark vardı. Kadın 20, erkek 46 yaşındaydı. Üstelik H.G. Wells evliydi ve boşanmaya niyeti yoktu. Daha baştan bir keşmekeşle başladı bu ilişki ve sonuna kadar da öyle devam etti.

        Yazarların kendi özel hayatları bir romanı aratmaz bazen. Kâğıt üstünde son derece aklı başında görünen bir edebiyatçı ya da sanatçı, bir de bakarsınız ki kendi hayatında çocuktan farksız. Büyümemiş, olgunlaşmamış. En akılcı ve soğuk görünenimiz aslında en duygusalımız. Kitap yazan halimiz ile gündelik hayattaki kişiliğimiz aynı değil. Hatta bazen en ufak bir benzerlik bile yok arada. Karmaşık bir aşk hikâyesidir anlatacağım. Yazılmamış bir hikâye... Üstelik mesleği yazı yazmak olan iki insan arasında geçmiş.

        İngiliz romancı H.G. Wells (Herbert George Wells) 1866-1946 yılları arasında yaşadı. Yüze yakın kitap yazdı ve bunların yarısı romandı. Dr. Moreau'nun Adası, en iyi bilinen başyapıtlarından. 1938 senesinde Orson Welles, yazarın bir eserini radyoya okurken, tam o anda dünyanın istilaya uğradığı duyurusunu yaptı. Radyo dinlemekte olan binlerce Amerikalı panik içinde sokaklara döküldü. Başlarında havlular, üzerilerinde bornozlarla duştan dışarı koşanlar bile vardı. Tam bir kaos yaşandı. Olayın gerçek olmadığı anlaşıldığında bile bir türlü yatışmadı ortalık. H.G. Wells ise kendi eserinin yarattığı bu dalgaya güldü geçti, insanların uzaylılar korkusuna hiçbir zaman anlam veremedi. Yazmaya devam etti. Bugün bilimkurgu edebiyatının babası olarak görülmekte. Gişe rekorları kıran pekçok büyük bütçeli Hollywood filminin arka planında onun gölgesi, onun hayaleti dolaşmakta.

        1914'te Birinci Dünya Savaşı patlak verdiği esnada H.G. Wells, ününün doruğunda bir yazardı. Yeni çıkan bir romanı hakkında dönemin önemli bir gazetesinde bir eleştiri yazısı çıktığını duydu. Yazıyı okudu ve küplere bindi. Zira makale ağır ithamlar ve küçümsemeler içermekteydi. Hem yazara hem kitabına yönelik. Hatta kendisi hakkında şöyle bir laf kullanılmıştı: 'Günümüz yazarları arasında evde kalmış yaşlı bir kadını andırıyor... '

        Eleştiri Rebecca West adında genç ve feminist bir gazeteci kadın tarafından kaleme alnmıştı. H. G. Wells, eleştirmenine hakaret dolu bir mektup yazmak ya da uluorta cevap vermek yerine, kendisini yemeğe davet etti. İkisi baş başa bir öğle yemeği yediler. Konuştular. Yemeğin sonunda birbirlerine âşık olduklarını anladılar.

        Bir aşk filizlenmekteydi ama ikisinin arasında tam 26 yaş fark vardı. Kadın 20, erkek 46 yaşındaydı. Üstelik H.G. Wells evliydi ve boşanmaya niyeti yoktu. Daha baştan bir keşmekeşle başladı bu ilişki ve sonuna kadar da öyle devam etti. On sene sürdü aşkları. On sene boyunca H. G. Wells sevdiği iki kadını (karısını ve sevgilisini) romanlarında renkli ve zorlu karakterler olarak kullandı. Hiçbir şeyi saklamadı. Hep açık davrandı. Ne var ki dürüstlüğü daha az incitmedi etrafındaki insanları. Ama en azından yalanlar, kaçamaklar yoktu. Herkesin birbirini olduğu gibi kabullendiği ama hiç kimsenin hiçbir şeyi tam olarak içine sindirmediği bir karmaşık ilişkiler ağıydı onlarınki.

        Böylece beklenmedik, dikenli ve bol inişli çıkışlı bir ilişki başladı. West ve Wells kendilerine "panter" ve "jaguar" diye lakap takmışlardı. İki vahşi hayvan... Balta girmemiş bir ormanda nasıl olduysa yolları kesişmiş, yoldaş olmuş ama her an birbirlerine saldırmaya hazır iki yaratıcı, yırtıcı yaratık... Bir sene sonra bir çocukları oldu. Evlilik dışı dünyaya gelen bu oğula Anthony adını verdiler.

        Takip eden senelerde Rebecca West gazeteci, yazar, eleştirmen olarak ün kazandı. Dönemin en önemli gazetelerinde yorumlar yapıyor, eleştiri yazıları yazıyor ve romanlar kaleme alıyordu. Time Dergisi onu yüzyılın en önemli kadın entelektüellerinden biri olarak adlandırdı. Parlaktı, zekiydi, donanımlıydı ve dili sivriydi. Kamusal alanda başarı üstüne başarılara imza atarken, kendi özel hayatında alabildiğine mutsuz ve tedirgindi. Çocuğunu tek başına büyütmek durumundaydı. Zorluklar çekti. H.G. Wells ile ilişkisi iyi gitmediği halde birbirlerinden kopamıyorlardı.

        Oğul Anthony tüm bunları görerek, gözlemleyerek büyüdü. Ve ileride kendisi de yazar olmaya karar verdi. Ve bir gün bir otobiyografi kaleme aldı. Kendisi, ailesi hakkında. Bu biyografi beklenmedik tartışmalar kopardı; bir oğul ile anne ilişkisini kökünden kopardı. Anthony West kendini büyüten annesi hakkında son derece olumsuz yorumlarda bulunurken, babası hakkında hayranlıkla, takdirle yazmıştı. Annesinin kalbini kırdı ama geri adım atmadı. Hemen ardından otobiyografik bir roman daha yazdı ve burada annesini gene yerin dibine geçirdi. Rebecca West mahkemeye giderek kendi oğlunun romanının İngiltere'deki basımını durdurdu. Böylece edebiyat tarihinde görülmemiş bir olay gerçekleşti. Anne-yazar, oğul-yazarın kitabını sansürletti.

        Rebecca West yaşlılığının son demlerini hastalıklarla boğuşarak ve oğlunu görmeden geçirdi. Ölüm döşeğindeyken bile Anthony onu görmeye gelmedi. Son ana kadar küs kaldılar. Kızgın ve buruk... Hayat bir roman kadar beklenmedik sürprizlerle örülü, inişli çıkışlıdır bazen. Ve yazarlar, kendi özel hayatlarında aşk acemisi, kalp acemisi, hayat acemisidir ya, kimse bilmez, bilemez.

        Diğer Yazılar