Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TRAVMA, eski Yunanca kökenli bir kelime. "Yara" anlamına geliyor. Travma geçiren bir insanın ruhunda/bedeninde bir yara taşıdığına inanılıyor. Görünür ya da görünmez bir yara...

        Türkiye travmalara yabancı olmayan bir ülke. Osmanlı İmparatorluğu'ndan modern ulus-devlete geçiş sürecimizde konuşamadığımız çok badire var. Ve ikilemlerimiz: Alevi-Sünni, Türk-Kürt, merkez-çevre, mufazakâr-Kemalist... derken kolaylıkla kutuplaşabiliyoruz. Sene geçmiyor ki yeni bir yara eklenmesin eskilerine. Buna rağmen bu alanda yapılan çalışmalar son derece az. Öylesine derin bir telaşla ve tarihsel-bilinçsel kopuklukla yaşıyoruz ki sıcak siyaset gündeminin iniş çıkışlarını, travmalarımızın haritasını çıkarmaya, kendimizi analiz etmeye bile vaktimiz yok.

        Bu hafta Radikal Gazetesi'nde Pınar Öğünç'ün, klinik psikolog Murat Paker ile yaptığı söyleşiyi ilgiyle okudum. Hem ilgiyle hem üzüntüyle. İnanıyorum ki bu memleketin geleceğini düsünen, iyiliğini ve huzurlu olmasını isteyen insanların bu söyleşide altı çizilen noktalar karşısında yüreklerinde bir sancı duymamaları mümkün değil. Zira Paker, kaygı verici ihtimaller ve yüzleşmemiz gereken hakikatler üzerinde duruyor. "Kürt milliyetçiliğine karşı gelişen Türk milliyetçiliği" refleksinin bu toplumu derinden bolduğunu söylüyor. Ve daha büyük toplumsal gerilimlerden, hatta bir iç savaş ihtimalinden söz ve endişe ediyor. Türkiyelilik üstkimliğinin yerleşmesinden yana. "Şu anda Türklük hâkim unsur, gerisi 'diğerleri'. Sünnilik asıl İslam; Alevilik başka bir şey. İki bakışta da eşitlik yok. Bunda ısrarın tek sonucu toplumu bölmektir."

        Murat Paker, tarihimizin az bilinen ama en ürkütücü sayfalarından biri olan 1980'ler Diyarbakır Cezaevi Gerçeklerini Araştırma ve Adalet Komisyonu üyelerinden. (Benzeri hakikat komisyonları Güney Afrika'da kuruldu ve eski-yeni kuşakların acılarıyla yüzleşmesinde ve barışın yeşermesinde önemli rol oynadı.) New York'ta işkence mağdurları ve travma görenlere hizmet veren bir merkezde çalıştı. Bizim tanışmamız o günlere rastlar. Daha sonra oradaki vizyonunu ve mesleki tecrübelerini buraya taşıdı. Şimdi onunla beraber Bilgi Üniversitesi bir ilke imza atacak. Türkiye'de çok ihtiyaç olan ama daha evvel gerçekleştirilememiş bir gelişme bu, normalleşme yönünde bir adım. Travma Çalışmaları Sertifika Programı kuruluyor. İrili ufaklı nice trajedinin anlaşılması ve uzun vadede iyileşmesi için çalışılacak. Depremin izlerinden aile içi şiddetin fertlerde yol açtığı sarsıntılara, Türk-Kürt bölünmesinden 12 Eylül'ün bıraktığı izlere kadar yakın dönem sosyal ve kültürel tarihimize gölge düşüren nice hadise burada ele alınacak.

        Türkiye zor coğrafyanın çocuğu. Gönül isterdi ki komşularımız Norveç, Danimarka, Hollanda olsun. Demokrasi pratiğinin ya hicç olmadığı ya çelimsiz kaldığı bir diyarda tutunmaktayız. Nevi şahsına münhasır bir yerde. Ancak travmalarla yüzleşme pratiğimiz zayıf. Ne zaman bu konular su yüzüne çıksa, bilinçaltımızdaki korkularla hareket ediyoruz. Farklılıklara "potansiyel tehlike" olarak bakıyoruz. Aynılaşmadan medet umuyoruz. Pandora'nın kutusu gibi bakıyoruz çoğulcu, çoksesli topluma. Bir kez açılırsa kapak öyle bir dağılır ki toplanmaz zannediyoruz. Dersim'i, 1915'i, Varlık Vergisi'ni, Diyarbakır Cezaevi'ni anlamak, yara açan darbeleri görmek, beraber yas tutmak, empati duymak, hataları, ayıpları ve acıları konuşmak zor geliyor.

        Oysa halının altına süpürülen her trajedi bir şekilde çıkıyor yeniden. Bastırılan geri geliyor. Önümüzdeki dönem travmalarımızla sükûnet ve olgunlukla yüzleşmemiz şart, tabii eğer yeni travmalar açılsın istemiyorsak.

        Diğer Yazılar