Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GENEL kurulda milletvekilerinin döviz, pankart gibi şeyler açması yasaklandı.

        Bunu yapan milletvekillerine “kınama” cezası verilecek ve maaşlarından kesinti yapılacak.

        Bu kararı alan milletvekillerinin hangi mantıkla hareket ettiğini anlamak mümkün değil.

        Orası Türkiye Büyük Millet Meclisi.

        Oradaki vekillerimizin, hangi görüşten olursa olsun, fikirlerini, düşüncelerini, siyasal inançlarını, tepkileri, beğenilerini veya eleştirilerini uygun gördükleri her türlü yolla ifade edebiliyor olmaları lazım.

        Şiddet içermediği, şiddeti övmediği veya telkin etmediği müddetçe ister pankart açarlar, ister bildiri dağıtırlar. Bu da yasama ve kürsü dokunulmazlığının, demokratik hakların vazgeçilmez bir parçasıdır.

        Bundan bir sonraki adım, milletvekillerinin konuşma haklarının kısıtlanması ve hatta tümden yasaklanması olabilir ancak.

        En kör topal demokraside bile böyle bir yasak olmaz, böyle bir kural uygulanmaz.

        Bu saçmalığın Anayasa Mahkemesi’nden dönmemesi imkânsızdır.

        DIŞ POLİTİKADA TOPLUMSAL AKLISELİM

        KADİR Has Üniversitesi, 26 ilde 1000 örneklem ile yaptığı Türk Dış Politikası Kamu Algıları Araştırması’nın sonuçlarını yollamış.

        1. Katılanların yüzde 86.5’i, Türk dış politikası ile ilgili bilgileri televizyon kanallarından edindiklerini söylemiş. Sosyal ağlar yüzde 37.7, internet haber portalları yüzde 37.5, sosyal çevre yüzde 33.5, gazeteler ise yüzde 30.7 oranında bilgi kaynağı olarak açıklanmış.

        2. Türk dış politikasının en önemli meselesi olarak katılımcıların yüzde 44.2’si terörle mücadeleyi gösterirken, onu yüzde 24.6 ile Suriye sorunu, yüzde 8.3 İsrail ile ilişkiler izlemiş; yüzde 6.5 Avrupa Birliği ile ilişkileri, yüzde 4.1 ise ABD ile ilişkileri göstermiş.

        3. “Öncelikli olarak sayacaklarımdan hangisidir?” sorusuna verilen yanıtlar ise şöyle olmuş: Yüzde 39.9 “İslam ülkesidir”, yüzde 32.7 “Avrupa ülkesidir”, yüzde 23 ise “Ortadoğu ülkesidir”.

        4. “Sizce Türkiye’de dış politikayı hangi kurum ya da kurumlar yapar?” diye sorulduğunda yüzde 69.2 gibi ezici bir oranla “Cumhurbaşkanı” yanıtı verilmiş. “Dışişleri Bakanlığı yapar” diyenler yüzde 37.3, “Genelkurmay Başkanlığı yapar” diyenler yüzde 24.3, “Hükümet yapar” diyenler yüzde 18.9, “Başbakan yapar” diyenler ise yüzde 15.3 olmuş.

        5. “Dış politikanın yürütülmesinde hangisi aktiftir?” sorusuna ise yine “Cumhurbaşkanı” cevabı 67.2 oranıyla damgasını vurmuş. “Hükümet” yüzde 34.9, “Dışişleri Bakanı” yüzde 32.7, “Başbakan” yüzde 17.3, “Cumhurbaşkanı Danışmanları” ise yüzde 10.2 oranında ifade edilmiş.

        6. “Daha güçlü bir dış politika için hangisine ya da hangilerine ağırlık verilmeli?” sorusunun yanıtları ise ilginç. “Diğer ülkelerle siyasi ilişkilerin kuvvetlendirilmesi” diyenler, yüzde 61.2 oranıyla en ağır basan grup olmuş. Yüzde 38.8, diğer ülkelere ekonomik yardımlara ağırlık vermiş. Diplomatik ve ekonomik yaptırımlar yüzde 30, ekonomik ilişkilerin kuvvetlendirilmesi ise yüzde 25’lik oranda önerilmiş.

        Araştırmanın gerisini de yarın aktarırım.

        Ama şurası açık ki, zaman zaman hatalı değerlendirmeler yapıyor olsa bile Türk halkı hiç de bidon kafalı falan değil.

        Özellikle 6. maddede yazdığım “Daha güçlü bir dış politika için nelere ağırlık verilmeli?” sorusuna verilen yanıta dikkat ederseniz, halkın bugünkü tablodan memnun olmadığını görürsünüz.

        AMAN HOCAM OLUR MU HİÇ?

        PROF. Burhan Kuzu aradı dün.

        “Bakan olamamamla ilgili onlarca yazı yazıldı ama bir tek senin yazdığına üzüldüm” dedi.

        Kendisini İdris Naim Şahin’le bir tutmama üzülmüş.

        “Ben bu partinin kurucusuyum, yıllardır her türlü hizmetini yapmış adamıyım, partime bir gün laf söylememiş, söyletmemiş adamım. Beni onunla nasıl bir tutarsın?” dedi.

        Vallahi de billahi de böyle bir amacım yoktu.

        Burhan Hoca’nın sohbetinden her zaman keyif almışımdır.

        Bazen iyi, bazen kötü esprilerini dahi keyifle izlemiş, yumuşak, eğlenceli anlatımından -katılmasam bile- hoşlanmışımdır.

        Tatsız tuzsuz ve ne olduğunu asla çözemediğim İdris Naim Şahin’le Burhan Kuzu’yu bir tutmak, aklımdan bile geçmez.

        ANTALYA’NIN BÜYÜK YANLIŞI

        ANTALYA Film Festivali, kendi ayağına ateş etti.

        Hem de ne etmek.

        “Domdom kurşunu ile vurup bacağını kopardı” demek daha doğru olur.

        Türkiye’nin en köklü, en etkili ve hatta en önemli film festivalinin yarışma bölümünü iğdiş etti.

        Bundan böyle festivalde “Türk filmleri yarışması” olmayacak.

        Sadece uluslararası yarışma yapılacak.

        Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel kusura bakmasın ama bu karar külliyen hatalı.

        Çünkü Antalya Film Festivali’nin Türk sineması ödülleri, Türkiye’deki en önemli sinema ödülleriydi.

        Belli etmeseler bile sinemacılarımız için de sanatçılarımız için de büyük önem taşıyordu. Antalya Büyükşehir Belediyesi muhtemelen daha önceki yıllarda meydana gelen sansür tartışmalarından, sinemacıların eleştirilerinden yıldı ve böyle bir karar aldı.

        Hatta anladığım kadarıyla bu tartışmalar yüzünden festivalin başına da 2 yabancı ve önemli sinemacıyı getirdi.

        Yeni festival direktörleri doğru isimler ama Türk sineması yarışmasını çıkırmak tamamen yanlış.

        Her ne kadar festival filmlerinin yapımcıları ve yönetmenleri genelde muhalif isimler olsa da ve bundan iktidar kanadı rahatsızlık duysa da sinemacılarımız kılık kıyafetleri ile festivale yakışır tavırlar sergilemese de alınan karar yanlıştır.

        Türkiye’nin en önemli yarışmasını ortadan aldırıp şu an için Avrupa’da pek de önemsenmeyen bir yarışma ile yola devam etmek akıldışıdır.

        Antalya Film Festivali’ni Avrupa’da iyi bir yere getirme çabası elbette devam etmelidir.

        Ama Türk filmlerini ödüllendirmekten vazgeçmek, bu amaca destek değil, köstek olur.

        ARDA İLE VOLKAN’I MİLLİ TAKIM’A ÇAĞIR HEMEN

        FATİH Terim, Alaçatı’da sebebiyet verdiği ya da parçası olduğu olayla ilgili konuştu.

        Dinledikçe üzüldüm, dinledikçe ülke adına karamsarlığa kapıldım.

        Pişmanlık yok, üzüntü yok.

        “Yine olsa yine yaparım” var.

        Neymiş, damadının kız kardeşine yönelik bazı olaylar olmuş.

        Belli ki, iki komşu dükkân arası bir sıkıntı yaşanmış. Dükkân sahiplerinden biri kadın olduğu için Terim, “duygulara” hitap ediyor kendince.

        Türkiye Futbol Direktörü, “İmparator” böyle diyorsa o zaman “töre cinayetlerine” ne diyeceğiz?

        Terim’in mantığı ile töre cinayetinin mantığı arasında bir fark var mı? İkisi de yasaları değil, kendi “adabını” kabul ettirmeye çalışıyor.

        Var mı böyle bir şey!

        Eğer birine yönelik bir olay var ise yasa var, yargı var!

        Başta da dediğim gibi anlık bir olay olur anlarım, Vallahi anlarım, billahi anlarım ama değil.

        Dükkâna gideceğine, yargıya git.

        Madem haklısın, haklıyken haksız konuma düşme.

        Ha bir de böyle şeyler normalse Arda’dan da kaleci Volkan Demirel’den de özür dile.

        Onları da hemen Milli Takım’a çağır, hatta ikisini de kaptan yap.

        Aynı kafaların ikisi suçlu, biri güçlü olamaz.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Okul müfredatları çocukları geçmişe değil geleceğe hazırlamak için oluşturulduğu zaman.

        Diğer Yazılar