Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞTA Almanya ve Avrupa’nın pek çok yerinde olduğu gibi ABD’de de “Türkiye aleyhtarı” bir siyaset veya yönetim anlayışı hızla yükseliyor.

        Türkiye, daha doğrusu Türkiye’deki yönetim anlayışı ve biçimi hızla “şeytanlaştırılıyor”, Türkiye’nin “dünya düzeni dışına çıktığı” medya kampanyalarıyla zihinlere yerleştiriliyor.

        Türkiye’yle ilgili olarak “tipik bir Ortadoğu diktatörlüğü” imajı Batı toplumlarının hafıza kodlarına yerleştiriliyor.

        Türkiye’de de iktidar bu algıyı yaratmak isteyenlere bol bol malzeme vermekten, tabloyu olduğundan daha kötü göstermek isteyenlere bahaneler yaratmaktan geri kalmıyor. (Bkz Cumhuriyet davası gibi.)

        Zarrab davası da bunun unsurlarından biri.

        Davaya Türkiye’den bir kamu bankasının yöneticilerinin karıştırıldığı yetmezmiş gibi, bir de eski bakan sanık koltuğuna oturtuluyor.

        Büyük ihtimalle başka siyasetçiler de bu davanın konusu olacak gibi görünüyor. Türkiye ise tepki gösteriyor, Trump’ı arıyor.

        Ben size söyleyeyim, bu dava Trump’ı aşan bir iş.

        Bu ABD’nin derin dış politikasının yansımalarından biri.

        ABD’de “derin devlet” çok açık biçimde Türkiye’ye karşı bir oyun planlıyor.

        Bu oyunun Türkiye için hiç beklenmedik noktalara gitmesi, ABD’nin oyun planı içinde olabilir diye görüyorum.

        Önce Türkiye’yi uluslararası kurallara uymayan, Batı çıkarlarıyla çelişen bir Ortadoğu diktatörlüğü olarak tanımla.

        İçerideki gazeteciler, içerideki siyasetçiler, tutuklanan yabancılar üzerinden hukuksuzluk yapan bir ülke olma imajını oturt.

        Bundan sonra gelinecek aşamalar çok daha korkutucu olmaya aday.

        Yarın öbür gün özellikle Güneydoğu’da PKK ile bir “kargaşa” ortamı yarat.

        Türkiye’nin buna sert müdahalesini bekle.

        Bu müdahalenin ardından Türkiye’yi iyice suçlu haline getir.

        Ve sonrasında Türkiye’ye uluslararası müdahaleyi gündeme taşı.

        Ve daha sonra da Türkiye’ye müdahale et.

        Tezgâhlanan senaryo bu gibime gelmeye başladı.

        Türkiye’nin bir oyun planı var mı bilmiyorum.

        Ama rakibin antrenmanlarından gördüğüm planı bu.

        **************

        ÜNİVERSİTE İZNİ VERİLMEMİŞ

        MENZİL tarikatının sahip olduğu okullardan birinde çalışan bir öğretmen, bu okullarla ilgili önemli bilgiler verdi.

        Başı açık ve Atatürk Cumhuriyeti değerleriyle barışık biri olan öğretmen şöyle diyor:

        “Tarikat yapılanmalarına ve aklı şeyhe kiraya vermeye karşı olan biriyim. Sizin de değindiğiniz Menzil tarikatının okullarından birinde öğretmenlik yapıyorum. Bu okulların tarzı ilginç. 20 kadın öğretmen var ise bunlardan en az 5-6’sının başının açık olmasına önem veriyorlar. Bu durumumdan ötürü bir olumsuzlukla karşılaştım dersem yalan söylemiş olurum.

        Gördüğüm kadarıyla devleti ele geçirme çabaları yok, ama mümkün olduğunca örgütlenme gayreti içinde bir yapıları var. Bu cemaatlerin ortak anlayışı ve gayeleri de bu.

        Okulun düzenlediği öğretmenler arası sosyal etkinliklere pek katılmadığım halde bunu bile konu yapmıyorlar. Yani rahatız.

        Benim çalıştığım kurumun 5 okulu var.

        6’ncıyı açmak istedikleri zaman Milli Eğitim izin vermedi ve ‘5 yeter’ dendi.

        Keza üniversite açma girişimleri de YÖK ve bakanlık tarafından kabul görmedi.

        Benim anladığım kadarıyla devlet bu yapının güçlenmesini istemiyor.

        Yani devlet bir anlamda bu konularda artık daha hassas.

        Tabii bu benim izlenimim ve çevremde konuşulanlardan anladığım.”

        Bunları bana aktaran öğretmen hanımefendi alınmasın ama bu işler böyle başlar.

        Bundan 10 yıl önce de FETÖ okulları için “Şahaneler, çok iyiler” deniyordu.

        Ben devlet içinde kendini örgütlemek isteyen herkesin bir süre sonra bir vesayet kuracağından zerre kuşku duymam.

        Moda tabirle insanın fıtratında bu var.

        Cemaatlerin fıtratı ise sadece bu.

        Bu açıdan devletin üniversite izni vermemiş olmasını da çok doğru bulduğumu söylemeliyim.

        **************

        SAĞLIKTA METAL YORGUNLUĞU MU?

        EMEKLİ bir okurum, sağlıkta değişen düzeni anlatan bir mektup yollamış.

        Paylaşayım ve Sağlık Bakanlığı bu konuda ne diyecek görelim:

        “Dün omzumda peydahlanan bir rahatsızlık nedeniyle devlet hastanesine gittim. Kısa bir muayeneden sonra ilaç yazdılar. Ancak eczaneden ilaçları alırken şoke oldum. Sadece ben değil, benim gibi diğer hastalar da şaşkındı ve ben içeri girdiğim sırada eczacıyla kavga ediyorlardı. Oysa eczacının sürekli değişen kuralları uygulamaktan başka bir suçu yok. Benim ilaçlarım 67.55 TL tuttu. Önceleri bunun % 10’unu verirdik, yani 6.75 TL’sini. Şimdi ise işler değişmiş, benden 22.29 TL aldılar. O da yetmezmiş gibi 7.51 TL de maaşımdan kesilecek, yani benden aldıkları rakam 29.80 TL. Neredeyse % 50’sini almaya başlamışlar. Bizim gibi emekliler için önemli bir rakam ama yine de ödenmeyecek bir şey değil. Ancak daha pahalı ilaçları almak zorunda olan hastalar, özellikle de emekliler için durum gerçekten vahim. İtiraz edince de ‘Bize değil Ankara’dakilere söyleyin. Yönetmelikleri değiştiren onlar. Biz değiliz. Bizim cebimize girmiyor ya bu paralar’ diyorlar.”

        Bu mektuptan anladığım, sağlık sisteminde de “metal yorgunluğu” başlamış.

        Yorulan metalden yapılan çivi de emeklinin cebine batıyor.

        **************

        ‘IT GİRL’ KÜLTÜRÜ

        YANLIŞ hatırlamıyorsam “it girl” kavramı literatüre Paris Hilton ve Nicole Richie ile girmişti.

        Aileleri, ana babaları ünlü ama kendileri bir halta yaramayan ama bir şekilde popüler olmuş kızları ifade ediyordu.

        Bu ikisi için “Simple Life” diye bir program yapılmıştı ve çok ünlü olmuşlardı.

        Paris Hilton’un yanında bir de çantacısı vardı: Kim Kardashian.

        Richie evlenip çoluk çocuğa karıştı, Paris Hilton bir süre daha “it girl” olarak ortalıkta gezdi, sonra o da iş güç sahibi oldu.

        Aradan sıyrılan ise Kim Kardashian oldu.

        O programı basamak yapıp “en it girl” olarak televizyona ailece bir şov yaptı. Tam gündemden düşerken bir de seks kaseti patlatıp TV fenomeni haline geldi.

        Yüz milyonlarca dolar kazandı.

        Sonrasında bu akım Türkiye’ye de sıçradı.

        Benim hatırladığım ilk “it girl”ümüz Eda Taşpınar isimli bir genç kızdı.

        Kendinden hayli büyük bir sosyetik çapkınla yaşadığı ilişkiyle adını duyurdu.

        Siyahileşen teni ve yaptığı koltukla ün kazandı.

        Yıllarca rakipsiz olarak gezdi ve daha sonra güzellik ürünleriyle hiç yoktan oluşan şöhretini paraya çevirmeye başladı.

        Şimdi de yine birtakım genç kızlar ortalıkta. Kiminin anası-babası ünlü, kiminin anası-babası zengin, kiminin ise kocası veya müstakbel kocası.

        Sürekli olarak magazin gündemindeler.

        Yaptıkları hiçbir şey yok.

        Yiyip içip geziyorlar. Para harcıyorlar. Fotoğraflarını sosyal medyaya koyuyorlar.

        Oradan da gazete sayfalarından evimizin ve gözümüzün içine giriyorlar.

        Gazetelerimizden rica ediyorum.

        Allah aşkına bu kızları daha fazla gözümüzün içine sokmayın.

        Kötü değil, çok kötü örnekleri çocuklarımıza, toplumumuza dayatmayın.

        Onlar bildikleri gibi yaşasınlar. Beni hiç ilgilendirmiyor.

        Ama bu anlamsız, kültürsüz, kalitesiz tarzı bize matah bir haltmış gibi dayatmayın.

        ParisHilton -Eda Taşpınar

        **************

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Özgürlükleri artırıp yolsuzlukları azaltmak sadece muhalif bir söylem olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar