Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İKTİDARIN medyayayönelik tavrından, medyaya yönelik baskısından şikâyet etmekle yıllarını geçiren bir partinin cumhurbaşkanı adayından “Kaşar gazeteciler” lafını duymak hoşuma gitmedi.

        Kendimi “kaşarlardan” saydığım için değil, alınganlık yaptığımı falan düşünmeyin.

        Meslekte 35 yılı geride bıraktım ama kendimi kaşar görmem.

        Hâlâ taze kaşar kıvamındayım en fazla.

        Beni üzen, en fazla “özgürlük ve adalet” vaadiyle beğeni toplayan bir cumhurbaşkanı adayının, daha dereyi görmeden meslektaşlarımızı “sınıflandırmaya” başlaması.

        Böyle bir yaklaşım, çok kısa sürede bugünkü düzenden farksız, hatta beter bir ortam yaratır.

        O “kaşar”, bu “taze kaşar”, diğeri “tulum”, bu “beyaz peynir”, şu “Van peyniri”, öbürü “köy peyniri” diyerek medyaya yeniden “iktidara” göre bir sınıflandırma, bir düzenleme getirme isteğinin işareti olarak görürüm ben bu sözleri.

        Oysa “özgürlük ve adalet” vaat eden bir adayın medyayla ilgili söyleyeceği şey şu olmalıydı:

        “Ben cumhurbaşkanı olursam, tüm gazetecilerimizi iktidar yalakası olma yükünden kurtaracağım. Namuslu ve özgür gazeteciler olarak kalabilmelerini sağlayacağım. Bana yalakalık yapana değil, dürüst olana konuşacağım, namuslu olana yakın duracağım.”

        Ne dersiniz Sayın İnce, vaatlerinizle tutarlı olan bu olmaz mıydı?

        Haksız mıyım!

        ***********

        DEĞERLER EROZYONU (2)

        DÜN Türkiye’deki önemli markaların bir yıl içinde uğradığı “marka değeri” erozyonunu yazdım.

        Bunun Türk ekonomisinin toplam marka değerinde de bir erozyona sebep olduğunu söyleyerek.

        Bazı markalardan “itirazlar” geldi.

        “Bu tabloyu hazırlayan kuruluş çok da önemli değildir. O sıralamaların nasıl yapıldığını biz biliyoruz” diyenler oldu.

        Ben bilmiyorum.

        Ama bunu diyenler daha önce o listelerde “tepelerde” olduğu için benden daha iyi biliyor olabilirler. Bilemem.

        Yine de itirazlarını ciddiye alıyorum.

        Sonuçta marka değeri her ne kadar bazı verilere bağlı olsa da “sübjektif” bir değerlendirme olarak görülebilir.

        O yüzden de bugün Türkiye’de “Değerler Erozyonu 2” başlıklı bir yazı kaleme alayım dedim.

        Bu sefer her şey reel, sübjektif hiçbir şey yok.

        Bakın Türkiye’de çok önemli markalarımızın şirket değerleri nasıl tepetakla olmuş.

        Baktığınız zaman bu şirketlerin ne üretimlerinde, ne satışlarında, ne duran varlıklarında bu düşüşü haklı gösterecek bir değişim, geriye gidiş söz konusu değil.

        Ancak bu sanayi ve ticaret devleri TL bazında bir miktar değer kazanmış görünseler de, dolar bazında ciddi bir “değer erozyonu”na uğramışlar.

        Baz aldığım bu dev şirketlerimizin 2015’ten bu yana, yani 3 yıl içinde uğradıkları ortalama “değer erozyonu” yüzde 47. Bunlar gizli bilgiler falan da değil, borsa değerlerine baktığınız zaman ortaya çıkan sayılar.

        Mesela, Turkcell’in piyasa değeri 2015 yılında 14.2 milyar dolarken şu anda 5.6 milyar dolara gerilemiş.

        Türk Telekom aynı dönemde yüzde 66’lık değer kaybıyla 11.7 milyar dolardan 4 milyar dolara düşmüş.

        Sanayi devi Arçelik yüzde 43 değer kaybıyla 4 milyar dolardan 2.3 milyar dolara gerilemiş.

        Sakın yanlış anlamayın, bunlar taş gibi, sapasağlam, çoğu iyi yönetilen şirketler.

        Bu değer düşüşü şirketlerin kusurundan değil.

        Sadece genel bir erozyon var.

        Ekonomimizde asıl mesele işte bu “erozyonla mücadele” meselesi.

        ***********

        YERLİ OTOMOBİL NE ZAMAN ÇIKAR

        YERLİ otomobili yapacak olan babayiğitler şirketin başına bir CEO atadılar ya, öyle bir beklenti var ki, sanki “yerli otomobil” ya da “otomobillerimiz” birkaç ay sonra piyasada olacak.

        İşin komiği, medyamız da sağ olsun bunu pompalayıp duruyor, bu beklentiyi yaratıyor.

        Oysa ortada böyle bir şey yok.

        Daha önce de değindim, bir kez daha açıkça anlatayım; yerli otomobil dediğin şey en az 3, normalde 5-6 yıllık bir hedef olabilir.

        Nasıl ki, baba istediği kadar güçlü, anne istediği kadar sağlıklı olsun çocuk normalde 9 ayda doğuyorsa, yerli otomobil için de ciddi bir zaman gerekli.

        Hele hele söz konusu araç iddia edildiği gibi yüzde 100 yerli tasarım, yerli üretim ve yerli parçalardan oluşacak ise çok ciddi bir zaman gerekli.

        100 yıldır otomobil üreten, bu konuda sonsuz deneyim, sonsuz bilgi ve sonsuza yakın üretim kapasitesine sahip olan otomotiv devleri bile yeni bir modeli ortalama 7 yılda üretime hazır hale getirebiliyorlar.

        Eğer tüm onayları alınmış hazır bir gövde kullanmayacaksak, eğer tüm onayları alınmış, tüm testleri geçmiş hazır bir motor kullanmayacaksak sadece otomobili üretecek binlerce parçanın belirlenmesi, teknik detayları ve çizimleri ve bunların onaylanma (mesela TÜV) süresi aylar, yıllar demek.

        Aynı anda fabrikanın yapılması, üretilecek otomobile göre üretim bandının dizaynı ve imalatı da oldukça ciddi ve zaman alacak bir iş.

        Elbette kestirme yollar yok değil.

        Daha önce başka bir üretici tarafından dizayn edilmiş ve onaylanmış bir şasi, bir motor ve diğer parçalar toparlanarak daha kısa sürede bir otomobil yapılabilir.

        Zaten dünyanın en büyük üreticileri bile artık her şeyi kendileri yapmıyor.

        Mesela, en büyüklerden Mercedes bile küçük motorlarını Renault’dan alıyor, Renault pek çok komponentini Nissan’a yaptırıyor, böyle yüzlerce işbirliği örneği var.

        Ama buna rağmen yine de dizayna başlamak ile üretim bandından ilk otomobil çıkması arasında ciddi bir zaman, yıllar süren bir dönem var.

        İşin olumlu yanı ise Türkiye’de elektrikli otomobilin tamamını üretecek bir altyapı, yan sanayiyle birlikte hemen hemen hazır.

        Ama yine de unutmamız gereken atasözlerimiz var.

        “Acele işe şeytan karışır” mı desem, “Acele giden ecele gider” mi!

        Yani bu şeyler aceleye gelmez.

        Sağlam ve emin gitmek gerekir.

        ***********

        YAZIK DEĞİL Mİ?

        GEÇ gelen adalet, adalet değil haksızlık olur.

        UBER meselesinde olduğu gibi.

        Vergi kaçakçısı UBER’e bu haliyle karşı olduğum açık.

        Suçu UBER’e değil, düzenleme yapmaktan aciz devlete bulduğumu da hep yazdım.

        “Kardeşim bir ihale yapın, kent içi taksi taşımacılığı için lisans verin. İster UBER alır, ister guber” dedim hep.

        “Ne vergi kaçar, ne kontrol elden gider” diye yazdım kırk kez.

        Ama yapılmadı, yapılmadı, yapılmadı.

        Tam seçim öncesi taksiciler kızmasın diye bir anda UBER yasaklandı.

        Kamu kuruluşu THY’nin promosyon diye verdiği UBER’le aniden mücadele kararı çıktı.

        Peki sonuç ne?

        Bu işe şirketleşerek giren, yüzlerce araçla UBER’e hizmet verenler beter olsun, onları savunacak halim yok ama yine arada gariban yandı.

        Kimi garip gureba, devletin bu işe yol verdiğini görüp üç beş kuruş birikiminin üzerine kredi alarak 150-200 bin TL’yi denkleştirip UBER sistemine girmişti.

        Şimdi bunlar zor durumda.

        Yazık değil mi bu insanlara.

        Sizin geç kalan kararınız yüzünden bu insanların hayatı kararmadı mı?

        Oysa düzeni baştan kursaydınız, bunca insanın ahını almayacaktınız!

        ***********

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Bir süre sonra aç kalacağımızı karnımız tokken bildiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar