Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TERÖR örgütünün hapisteki lideri Abdullah Öcalan, bir süreden beri bir “protokol” söylemi içinde.

        Devlet adına kendisiyle görüşen yetkililerle “bir protokol” üzerinde çalıştığını sık sık vurguluyor.

        Öcalan iki protokolden bahsediyor sürekli.

        Bunlardan biri “güvenlik” diğeri ise “siyasi” protokol.

        Güvenlik protokolü daha çok Öcalan’ın kendi durumu, hapishanedeki yaşantısı ve sonrasıyla ilgili.

        Siyasi protokol ise Kürt sorununun bundan sonra hangi aşamalardan geçerek çözüleceğini içeriyor.

        Geçen hafta bir gazetede, Öcalan’la bazı protokollerin imzalandığına ilişkin bir yazı yer aldı.

        Bunun üzerine arkadaşlarımdan, Öcalan’ın avukatlarını arayıp “protokollerin imzalanıp imzalanmadığına ilişkin” bilgi almalarını rica ettim.

        Zülfikar Ali Aydın, Öcalan’ın avukatlarıyla görüştü.

        Görüştüğümüz avukatın adı bizde saklı. Kendisi adının yayınlanmamasını rica etti. Bunun gerekçesini de “Biz bir grup avukat olarak bu görevi üstlendik. İçimizden birinin adının öne çıkmasını arkadaşlarımıza haksızlık olarak gördüğümüz için ismimizle açıklama yapmıyoruz” diye gösterdi.

        Öcalan’ın avukatı “protokol iddiasını” onaylıyor. Ancak “Adını protokol olarak koymak doğru mu ya da yazılı bir protokolden söz edebilir miyiz emin değilim” diyor.

        Avukatının verdiği bilgiye göre, Öcalan’la yapılan müzakereler sonucunda öncelikle “sorunun teknik olarak hangi çerçevede ele alınması gerektiği” konuşulmuş.

        Ardından “görüşmelerin nasıl ve hangi şartlarda, hangi sınırlar içinde yürütüleceği” konusunda bir prensip anlaşmasına varılmış.

        Avukat, “Bunlar yazılı bir metne bağlandı mı bilmiyorum. Öcalan bize güvenlik ve siyasi protokolden bahsetti ve bunların barışın garantisi olacağını söyledi. Bu konuda bir uzlaşma sağlanmıştır” diyor.

        Aynı avukata göre, Öcalan AKP’nin verdiği sözleri tutmamasından da şikâyet ediyor. “Anlaşılıyor, ancak verilen sözler var, bunlar yerine gelmiyor. Yeni Anayasa yapılmadan, PKK’yı tasfiye edecek girişimler, niyetler bitmeden silahsızlanma olmayacağını görüyoruz. PKK bu aşamada kesinlikle sınır dışına çıkmaz” diyor avukat.

        Öcalan’ın avukatı, “Yazılı hale getirilip imzalandı mı bilmiyorum” dediği protokolün maddelerini de sıralıyor.

        Buna göre “yazılı veya yazısız” protokol şöyle:

        1. Asker operasyon yapmayacak. PKK çatışma şartları oluşturmayacak, çatışmaya girmeyecek.

        2. Yeni Anayasa’da Kürtlerin vatandaşlık hakları yeniden kapsayıcı bir dille tanımlanacak. Dil ve kültürel hakları Anayasal güvence altına alınacak.

        3. Kürt sorununun çözümü için PKK-KCK ile dolaylı da olsa görüşmeler yapılacak. Silahların tasfiyesi için ortak bir görüş oluşturulacak.

        4. PKK’nın yaptığı infazlar ile son 25 yılda Güneydoğu’da resmi görevlilerin terörle mücadele adı altında yaptıkları hukuksuz eylemleri araştıracak bir “Hakikatleri Araştırma Komisyonu” kurulacak. PKK bu komisyonun istediği bilgileri verecek, arşivlerini açacak. İlgili devlet görevlileri de ifade verecek.

        5. Öcalan’ın cezaevi koşulları seçim sürecine kadar iyileştirilecek. (Gazete, dergi, televizyon gibi mahkûm haklarından yararlanmak ve diyalog sürecinde örgüte hâkim olabilmek için PKK ve DTP’den çözüm sürecinde yer alacak isimlerle denetimli olarak iletişim kurmasına izin verilmesi.) Seçimin ardından silahsızlanma aşamasına geçildiğinde Öcalan’ın İmralı’dan çıkarılarak ev hapsine alınmasına imkân sağlamak için kamuoyu oluşturulacak.

        6. KCK operasyonlarında tutuklanan belediye başkanları ve BDP’liler, mahkeme tarafından duruşmalar sırasında tahliye edilecek. Genel af, seçim sonrasında değerlendirilecek. Seçim barajı düşürülerek özellikle Güneydoğu’da oyların Meclis’e daha fazla yansımasının önü açılacak.

        Öcalan’ın avukatının açıkladığı maddeler bunlar.

        Bu arada Diyarbakır Belediye Başkanı’nın geçtiğimiz günlerde söylediği, “Artık silahsız diyalog sürecinin başlaması gerektiği” yolundaki sözlerine Öcalan tarafından verilen “ayarı” da unutmamak gerekiyor.

        Öcalan, “Silahları bırakırsak hiçbir gücümüz kalmaz ve bizi ezerler. Bunu söylemek sana mı kaldı” diyerek Baydemir’i fırçaladı ve bundan sonra çıkabilecek seslerin de önünü kesti.

        Tüm bunlara bakıldığında önümüzdeki dönemde “beklenmedik” ve “şaşırtıcı” gelişmelerin olabileceğini söylemek mümkün.

        Tedavi şart

        ACABA bu işi yapmasam mı?

        Bu paranoyak, hatta psikopatik yaklaşımlar karşısında nasıl bu işi sürdüreceğim?

        THY bavulumu “yine ” kaybedince, “Bilgisayarım da bavulda olduğu için yazımı yazamadım” dedim ya. Gelen e-mail’lere bakın, işimizin ne zor olduğunu anlayın. Birkaçı şöyle demiş: “Bavulunuz falan kaybolmadı. THY özelleştirilecek. Siz de satın almak istiyorsunuz THY’ yi. Şirketin değeri düşsün de ucuza kapatın diye bunları yazıyorsunuz.”

        Yuuuh!

        Bin kere memnuniyetimi de yazmışım THY’den, o zaman ne istiyordum peki.

        Bazıları da şöyle yazmış: “Bavulunu doğru düzgün teslim etseydin kaybolmazdı. Şöhretine güvendin. Alsana böyle oldu.”

        Yuhhhh!

        Meydana iki saat önce gitmişim. Bavulumu herkesten önce vermişim. İki bavulumdan biri gelmiş, biri kalmış. Çünkü THY önce büyük uçak için bilet satmış. Sonra uçak küçülmüş. 60 kadar yolcu dışarıda kalmış. Uçağın içinde kavgalar çıkmış. Bazı yolcular uçamamış. Uçamayan yolcuların valizleri indirilir ken benimkini de indirmişler. Ama suçlu benim.

        Ben bu düşüncelerdeki insanlara acil tedavi öneriyorum.

        Başka bir şey değil.

        İzlenim

        BAYRAM öncesi birkaç gün Paris'e gittim.

        Yaptıklarımı bir ara anlatırım. Merak ediyorsanız tabii.

        Çarşamba günü dönerken uçağa yerleştik. Birden kapıdan Kemal Kılıçdaroğlu girdi.

        Yanında birkaç partiliyle.

        Herkesle selamlaştı, tokalaştı. Yerine oturdu. Biraz sohbet ettik.

        Yanımda eşim vardı.

        Benim değil ama onun izlenimi bence önemliydi.

        Ve Kemal Kılıçdaroğlu için şöyle bir yorum yaptı: "Ne kadar nazik." Eşim, politikacıları pek sevmez. Daha doğrusu politikacıların bulunduğu ortamlarda bulunmak istemez. Gelmez.

        "Ne demek nazik" dedim, "Uçağa binmiş. Millete hakaret edecek hali yoktu ya."

        "Onu demek istemedim" dedi ve neyi kastettiğini özetledi: "Politikacılarda benim gördüğüm bir şey var. Bir yukarıdan bakış. Bir küçümseme. Önemli adam olduğunu hal ve tavırlarıyla hissettirme. Halka yakın gibi davranıp aslında halka yukarıdan bakma. Anlatması zor. O bir tavır. Hissedilen bir şey. İlk defa bir politikacıda böyle bir tavır görmüyorum."

        Acaba "Kılıçdaroğlu'nda lider özelliği" yok diyenlerin bahsettiği şey de bu olmasın, diye düşündüm.

        Not: Kılıçdaroğlu'nun bu tavrının çok benzeri rahmetli Bülent Ecevit'te de vardı. Cep telefonundan arayacağı zaman asla sekreterine aratmaz, doğrudan kendi arardı. Bir gün tatildeyken cepten aramış, ben denizde olduğum için telefonu eşim açmıştı. Eşim karşısında doğrudan Başba-kan'ı bulunca şaşırmış, "Çağırayım denizde" deyince Bülent Bey, "Rahatsız etmeyin, gelince beni bu numaradan arasın" demişti ve ben aradığımda telefonu kendisi açmıştı.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ ?

        Kendimizi adam zannetmediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar