Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BAŞBAKAN Erdoğan, Afrika’da yine bir İsrail çıkışı yaptı.

        Bunu sık sık yapıyor.

        İsrail’in duruma alıştığını zannediyorum.

        Başbakan’ın İsrail çıkışlarının Türkiye’de aldığı tepkiler ise farklı.

        Geniş bir kesim, “Hem İsrail’e çatıp duruyoruz, hem de İsrail’e yönelik füze kalkanını onaylıyoruz. Bu ne yaman çelişkidir” diyorlar.

        Ben ise tam aksini düşünüyor, burada bir çelişki değil, “bir politika” görüyorum.

        Daha önce de yazdığım gibi, Başbakan Erdoğan ince bir ip üzerinde uluslararası politika yürütüyor.

        Tehlikeli bir denge üzerine kurulmuş bir oyun.

        Bir yandan bölgesel güç olarak, bölge ülkeleri üzerinde etkin olmaya, İslam dünyasında önder ülke olma durumuna gelmek istiyor, diğer yandan da Batı dünyasının bir parçası olarak kalmak istiyor.

        Çünkü Türkiye biliyor ki, Batı dünyasından kopması halinde Türkiye ve Türkiye’yi yönetenler bir anda farklı bir konuma düşürülecekler.

        Batı medyası eliyle meczuplaştırılacak, diktatör ilan edilecek, köşeye sıkıştırılacaklar.

        Bu yüzden hem Batı dünyasının önemli ve etkin bir parçası olarak kalmak, hem de İslam âlemi üzerinde etkili olmak zor oyun.

        Füze kalkanının onaylanması, işte bu denge oyununun bir parçası.

        Türkiye hem Birleşmiş Milletler’deki oylamalarda İran’ın yanında yer aldı, hem de Kanada’da İran yüzünden Batı’yla kavga etti, dengeleri bozdu.

        Bu durum Türkiye’nin Batı dünyasına yavaş yavaş sırtını döndüğü şeklinde yorumlanmaya başlandı.

        Bir de İsrail’e karşı olan tavır iyiden iyiye görülmeye başlayınca Türkiye, İran ile aynı kefeye koyulmaya doğru gidiyordu ki, Türkiye füze kalkanını onayladı.

        Bu onayla birlikte pek çok mesaj verilmiş oldu.

        Birincisi, Türkiye’nin İsrail halkıyla değil, İsrail hükümetiyle sorunu vardı. İran’ın füze tehdidi İsrail hükümetini değil, İsrail halkını hedef alıyordu ve İsrail halkının korunmasına Türkiye’nin bir itirazı değil, desteği vardı. Bu söylem füze kalkanına onay eylemiyle desteklendi.

        İkincisi Türkiye, Batı dünyasının ortak tehdit algılarında onlarla birlikte hareket etmeye devam edeceğini ve Batı’dan kopmaya niyeti olmadığını gösterdi.

        “Füze kalkanını niye onayladık?” diye soranların, bir de böyle düşünmelerini öneririm.

        Not: Dışişleri Bakanlığı’nın, iktidara da yakın etkin isimlerinin İran yanlısı bir politikadan yana olmadıklarını da ayrıca belirtmek isterim.

        Fazıl Say bundan sonra ne yapabilir

        FAZIL Say’ı tanımam.

        Görünce selam veririm o kadar.

        Klasik müzik dinlerim. Bazıları gibi bunu bir statü sembolü olarak görmem. Bu yüzden de yazıp durmam.

        Klasik müzik tutkularını dillerine dolayıp, ha babam yazanların büyük bölümünün 40 yaşına kadar saz dinleyip, sosyal statü değişikliğini göstermek için klasikçi olduklarını da bilirim.

        Klasik müzik dinlerim ama Fazıl Say’ın bir albümü bile yoktur ne evimde, ne işyerimde.

        “İyi piyanist” derler. Bilemem. O seviyelerde kimin iyi kimin kötü olduğunu anlayacak kadar bu işten anlamam.

        Bizim Murat anlar. O da Fazıl Say için “İyi” der. Ama şunu bilirim.

        Fazıl Say işin bokunu çıkardı.

        Yine herkese dalmış. Saydırmış.

        Ne Orhan Gencebay kalmış, ne Müslüm Gürses, ne de başkası.

        Ben uluslararası kabul görmüş, herhangi bir yabancı klasik müzik üstadının o ülkedeki diğer tarz müzik yapanlara böyle saldırdığını görmedim.

        Hiçbirinin ne bileyim Madonna’yı, Michael Jackson’ı ya da Elvis Presley’i veya Elton John’u yerin dibine batırdığını, çamura buladığını duymadım, görmedim.

        Fazıl Say ise sürekli bunu yapıyor.

        Anladığım kadarıyla müthiş bir medya maymunu olmaya doğru ilerliyor.

        Kendini gazetelerde göremeyince haber olmak için, gazetelerde yer almak için ağzına geleni “Bu bana yakışır mı?” diye sormadan sayıp sallıyor.

        Farkında değil ki, bunu yaptıkça kendisine zarar veriyor. Benim korkum şu: Bir süre sonra basın bu açıklamalara da alışıp, haber yapmaz hale gelince iyice zıvanadan çıkacak.

        Bir gün Nişantaşı sokaklarında bir tarafını açmış gezerken göreceğiz diye korkuyorum.

        GSGM’nin ayıpları

        TÜRK Telekom Arena’nın açılışında yaşanan olayların faturası Galatasaray’a çıkarılmaya devam ediliyor. Bunun siyasetten gelen bir istek olmadığına adım gibi eminim.

        Ama kraldan çok kralcılar böyle yapmayı uygun görüyor olsalar gerek.

        Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, hiçbir statta yapmadığı bir uygulamayı Arena’da yaparak stada dev bir “Burası GSGM’nin malıdır” tabelası asmaya hazırlanıyor.

        Peki Türkiye’de GSGM’ye ait olmayan hangi stat var! Diğer statlara niye bu tabela asılmıyor?

        Ayıptır bu yapılan!

        Çatı kapanması konusu ise ayrı bir rezalet.

        GSGM, “Çatı kapansın, yoksa yakarım” diyor.

        Çatı kapalı olarak maç oynanması mümkün değil. Maçlarda açılacak.

        Maç yokken kapanması mümkün değil; çünkü çimler anında nemden ve güneşsizlikten çürüyecek.

        Peki kapalı çatı neye yarayacak!

        Hiçbir şeye. Tam aksine boşu boşuna milyonlarca dolar ödenecek. Bırakın Galatasaray’ı, memleketin parasına yazık.

        “Deprem olursa kapalı çatıyla sahra hastanesi olarak kullanılacakmış.”

        Yapmayın Allah aşkına. TOKİ bir hayır yaptı. Siz bacağından ayırıyorsunuz.

        Yakışmıyor. Devlete yakışmıyor.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Hizmeti hezimete çevirmediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar