Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ORTADOĞU'yu, Ortadoğu'da olan biteni avucu-nun içi gibi bilen, Ortadoğu'da ve İslam coğrafyasında olan biteni değil, olacağı ve biteceği çok önceden kestirme yetisine sahip bir dostum aradı dün sabah erken saatte.

        Bu kadar erken saatte aramasına alışkın olmadığım için şaşırdım.

        "Suriye sorunu çözülüyor" dedi.

        "Nasıl çözülüyor. Esad kalp krizi geçirip ölecek mi?" dedim.

        "Esad ülkeyi terk etmek için görüşmelere başladı" dedi.

        Anlattı.

        "Putin'in de Esad'la bu işin yürümeyeceğine kesinlikle ikna olması Suriye'de şok etkisi yarattı. Tayyip Bey'in Putin'le yaptığı son görüşme tam bir dönüm noktası oldu. Esad artık kalamayacağını, İran'ın kısmi desteğinin kendisini kurtarmaya yetmeyeceğini gördü ve çıkış yolu aramaya başladı" dedi.

        Dostumun anlattığı kadarıyla Esad Suriye'yi terk etmek için altyapı hazırlıklarına başlamış.

        "İki ülkeyle ciddi ciddi görüşüyor. Bunlardan biri Beyaz Rusya, daha doğrusu Belarus. Diğeri ise Venezüella. Bu iki ülkeden de siyasi sığınma talep etti. Her iki ülkenin de devlet başkanlarına birer mektup yolladı ve görüşme yaptı. Aracılar da gidip geliyor. Bu iki ülkeden birine gitmesine kesin gözüyle bakılıyor" dedi.

        "Ne engel var. Yarın gitse gider" dedim.

        "O kadar kolay değil. Tek başına ya da karısını çocuklarını alıp gitmeyecek buralara. Kendisi, yakın çevresi, Baas'ın önde gelenleri, iktidar değişikliğinde Suriye'de kalması mümkün olmayanlar, aşiretinden birçok isimle beraber gidecekler. Kalabalık. Tümünü birden kabul edecek bir yer arıyorlar" dedi.

        "Kaç kişi yani" diye sordum.

        "300 belki 400 kişi. En azından."

        "Peki bu ülkelerden ne yanıt almış?" dedim.

        "Belarus olmaz dememiş, ama kesin bir olur da yok. Venezüella daha olabilir gibi duruyor."

        "Ö zaman niye hemen gitmiyor" diye meraklandım.

        "Gidecek ama pazarlıklar var. Para pazarlığı, Esad'ın bütün parasını bu ülkeye transfer etmesini istiyorlar. Ciddi para bu. Milyar dolarlar düzeyinde bir parayı bu ülkeye getirmesini istiyorlar."

        "Bu Suriye'de duyulmadı mı?" "Hükümet çevreleri bunu öğrendi. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Makdisi bu yüzden kaçtı zaten. Baktı ki, gidecekler arasında yer almıyor, başının çaresine bakmak için önceden araziye uydu. Yakında Esad'ın çevresindeki herkes kaçar."

        "Sence Esad'ın Suriye'yi terk etmesi ne zaman gerçekleşir?"

        "Vallahi doğrusunu istersen bir an önce gitmek istiyor. Ancak pazarlıklar biraz daha sürebilir. Birkaç ayı bulabilir. Tabii bir de paranın transferi konusu var. Şubattan önce olması mümkün değil. Ama kesin gidiyor. Yüzde 90 Venezüella. Yüzde 10 Belarus." "Bu, Türkiye'yi nasıl etkiler?" "Her şeyden önce Türkiye haklı çıkmış olur. İkincisi Suriye konusunda hiç kıvırmadan net tutum sergileyen tek ülke Türkiye oldu ve Suriye'deki tüm muhalefet bunu biliyor. Türkiye Suriye ilişkileri inanılmaz derecede güçlenir. Tabii bir de işin ekonomik boyutu var. Ülke bu iç savaşta harap oldu ve yeniden yapılacak. Bunu yapacak olan da Türkiye. Başkası değil. İnşaat sektörümüze inanılmaz bir fırsat kapısı açılmış olacak. On milyarlarca dolardan söz ediyoruz."

        O bot batmasa bile kurtaramazdı

        BİR arama kurtarma teknesinin batması ve çok sayıda arama kurtarma personelinin ölümüyle ilgili yazdığım yazı üzerine Kıyı Emniyeti çalışanlarından bir e-posta geldi. Aynen aktarıyorum:

        "Sahil Güvenlik'te çalışan bir personelim. İsmim sizde kalsın lütfen. Bugünkü yazınız teorik olarak gerçekten çok doğru. Fakat ne yazık ki, yaşanılan rezaleti tam anlamıyla analiz etmiyor. Arama kurtarma operasyonunda amaç kazazedeye en çabuk, emniyetli yoldan ulaşmak, ilk müdahaleyi yaparak en yakın sağlık kuruluşuna nakletmektir. Kazanın hangi hava ve deniz şartlarında olacağı öngörülemez. Sütliman bir havada da tekne kazası olabilir, geçen sene olduğu gibi gayet sakin bir havada Boğaz'a helikopter de düşebilir veya geçen gün olduğu üzere güçlü bir fırtınada gemi de batabilir.

        İşin özü rüzgâr, deniz, operasyon mevkii, kazanın detayı gibi verileri değerlendirerek olaya nasıl, hangi ekipmanla müdahale edileceğine karar vermektir.

        Bu operasyonları Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığı yürütmektedir. Bu kurumlarda değişik özelliklerde ve sınıflarda birçok yüzer ve hava unsuru bulunmaktadır. Kazaya maruz kalan Kıyı Emniyet botu süratli, manevra kabiliyeti yüksek, stabil sınıfta bir bottur. Bu tip bir fırtınada belki seyir yapabilir fakat arama kurtarma operasyonu yapamaz. Dalga boyunun 8-9 metre olduğu denizde bu tip bir bot dümen dinlemez hassas manevra yapamaz. Batmış olan geminin battığı mevkiye hasbelkader ulaşabildiğini düşünelim. Bu deniz durumunda sürekli baş-kıç sallanan köprüüstünün deniz seviyesinden 3 metre yüksek olduğu bir botta mürettebatın görüşü fevkalede düşüktür, hatta oturmakta, ayakta durmakta dahi zorlanır. Deniz yüzeyini tarayamazlar. Bu tip durumlarda kazazedenin fark edilemeyip bot pervanesine takılarak feci şekilde can verdiği hadiseler yaşanmıştır.

        Kıyı Emniyeti'nin envanterinde bu tip fırtınalara dayanıklı, dalgaya dayanıklılığı yüksek römorkör ve benzeri tip gemiler bulunmaktadır. Bu tip bir fırtınada yapılacak operasyona neden bu tip bir gemi görevlendirilmemiştir? Tüm kurtarma personeli üstün meslek bilincinde ve cansiperane çalışmaktadır, ancak kazaya uğrayan bottaki personel böylesine bir fırtınada yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi o tip bir botla arama kurtarmayı bırakın, seyir yapamayacaklarını kaza/kırıma uğrayacaklarını biliyorlardı ve bu sebeple çıkmak istemediler. Fakat olaya tepeden bakan, elindeki gemilerin karakteristiklerinden bihaber, personeline itimatsız amirlerin baskısına, tehdidine maruz kaldılar ve maalesef göz göre göre ölüme gittiler. Bizim isyan ettiğimiz nokta budur. Saygılarımla."

        Tarihi tarihçiler yazsın

        HATIRLARSINIZ, tarihçi Erhan Afyoncu, yayınlanmaya başladığı dönemde Muhteşem Yüzyıl dizisinin "Tarihçi danışmanıydı".

        Ancak birkaç bölüm sonra "Tarih bu değil ama senaristler beni dinlemiyorlar" diyerek dizinin danışmanlığından ayrılmıştı.

        Başbakan Erdoğan'ın Muhteşem Yüzyıl dizisi üzerinden tarih tartışması başlatması üzerine dün bir mesaj yolladı.

        "Sevgili Fatih,

        Başbakan dün tarihimizin savaş ve haremden ibaret olmadığını söyledi. Ancak ders kitapları savaştan geçilmiyor. Ve defalarca görüşlerimi Milli Eğitim yetkilileri ile paylaşmama ve her yerde görüşlerimi birçok milli eğitim yetkilisine göndermeme ve tüm tarihçilerin her yerde öğretilmekte olan tarih anlayışını

        eleştirmelerine rağmen ders kitapları bir türlü değiştirilmiyor.

        Başbakan, herkesi devre dışı bırakıp, tarih kitaplarını tarihçilerin yazmasını istemezse bu durum değişmez. Özellikle Talim Terbiye Kurulu'nun tarih kitabının yazımı içinde kesinlikle yer almaması lazım."

        Erhan Afyoncu'nun tarih kitaplarının içinde bulunması gereken unsurlar için yaptığı önerileri de bir başka yazıda paylaşırız.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Çalışanlarımızı, sorumlu oldukları işi yapabilecek şekilde eğittiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar