Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KİMİ okur kızıyor.

        “Alkollü içkilere getirilen yasaklarla ilgili yazmıyorsun” diye.

        Okur bu, kafasından geçeni tahmin edip aynısını yazamazsan kızar.

        Üstelik de yazmadım değil.

        Yazdım.

        Etkili de oldu, “Yanlış” dediğim maddeler alt komisyonda değiştirildi.

        Ben dedim diye değil, makul olduğu için, değişmesi gerektiği için.

        Okur yine de haklıdır.

        Bu konuda fazla yazmadım.

        Yazmadım, çünkü “yasak” denilince kan beynime sıçrar.

        Yasağın, dayatmanın her türlüsüne öfkelenirim.

        Ama alkolle ilgili düzenlemelerde “yasak” mantığı göremiyorum.

        Büyük ihtimalle eleştirenlerin de çoğu göremiyordur ama “AK Parti yapıyor, arkasında mutlaka başka bir şey vardır” diye düşünüyorlar.

        Çünkü yapılan düzenleme eksik gedik, az fazla olabilir, fakat çok açık söylüyorum “evrensel standartta”, hatta daha doğrusu “Batı standardında” bir düzenlemedir.

        Avrupa’nın pek çok ülkesinde ve “özgürlükler ülkesi” Amerika’da bile alkol satışıyla ilgili sınırlamalar vardır.

        Avrupa’nın pek çok ülkesinde gece belirli bir saatten sonra içki satışı yasaktır.

        Kiminde saat 22.00’den sonra, kiminde 23.00’ten.

        Bir gün bir Avrupa başkentinde, arkadaşımın evinde muhabbetteyiz. İçki bitti.

        Misafirler, “Gidip alalım” dediler.

        Ev sahibi, “Bu saatte bulamazsınız” dedi.

        Dinlemedik çıktık sokağa. Ara ara yok.

        Açık dükkânda bile içki dolabı kilitli.

        En sonunda bir bara girip şişe aldık, bakkal fiyatının üç katına.

        Sokakta içmek, Avrupa’da ve Amerika’da hemen hemen imkânsız.

        Al kadehi çık sokağa bakalım ne oluyor?

        Alır götürürler adamı, 3 gün çıkamazsın.

        Hele elde şişe parkta iç bakalım polis ne yapıyor!

        Denemesi bedava.

        Üstelik belediyeden ruhsatlı olursan, kapı önünde içki yok değil.

        Bu yüzden düzenlemede bir sorun yok.

        Uygulamada ne olacak onu göreceğiz.

        Kraldan çok kralcıların ülkesinde her şey olabilir.

        O zaman gerekeni söyleriz.

        Bu yasayı eleştirenlerin ve zaman zaman benim de söylediğim bir şey var:

        “Türkiye’de bir alkolizm sorunu yoktur.”

        Yüzde 80’i ağzına içki koymayan ya da koymadığını söyleyen bir ülkede böyle bir sorunun toplumsal yapıyı yıktığından söz edilemez.

        Ama geri kalan yüzde 20’yi ilgilendiren bir düzenlemeyi “Medeni ülkelerde sistem nedir” diye bilmeden eleştirmek için bu argümana sığınarak eleştirmek de doğru olmaz!

        Benim derdim başka

        BIRAKIN alkol yasasını, şunu bunu, Türkiye’nin asıl meselesi bu değil.

        Bunlar “önemsiz” meseleler.

        Bugün AK Parti yapar, yanlışsa, topluma uymuyorsa yarın gelir başkası değiştirir.

        Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanlığı döneminde odasında yaptığımız bir sohbette söylediği gibi: “İç politikada yapılan yanlışlar önemli değildir. Yanlışsa yapan veya bir başkası düzeltir. Ama dış politikada bir hata yaparsanız, bedelini sizden sonraki nesiller bile ödemeye devam eder.”

        O yüzden ben iç politikada yapılanlara çok da önem vermiyorum.

        Değişir, yanlışsa düzelir.

        Benim derdim başka.

        Bir yandan Türkiye’nin gidişiyle gurur duyuyorum, bir yandan Türkiye’nin gidişatından ödüm patlıyor.

        Türkiye, ekonomik açıdan son 200 yılın en “parlak” dönemini yaşıyor.

        Osmanlı döneminden beri kamu maliyesi hiç bu kadar “düzgün” olmadı.

        Türkiye yabancı para stoku açısından hiç bu kadar güçlü olmadı 200 yıldır.

        Terör bitti, toplumsal barış filizleniyor.

        Pek çok alanda yurttaşa yönelik hizmetlerde büyük ilerlemeler var.

        Buna karşılık Türkiye dış politikada çok “tehlikeli” bir ortamın içinde.

        Stratejik derinlik, bir anda “Mariana çukuru”na dönüştü.

        Irak’la Saddam döneminde bile asla olmadığımız kadar sorunluyuz, sorunlar azalacağına büyüyor. Gidecek denilen Maliki, ABD ve İran’ın ortak desteğiyle güçlenerek diktatörleşiyor.

        İran’la başta Suriye olmak üzere pek çok konuda çelişki içindeyiz ve neredeyse taraflar düşmanca bir tutum takınıyor.

        Suriye konusu tam bir bataklığa dönüştü.

        3-4 ayda biter denilen Esad 2 yılı aşkın zamandır direniyor, ne zaman biteceği konusunda tahminde bulunmak bile zor.

        Birkaç aylığına diye gelen mülteciler artık “yerel halk” oldu.

        Suriye politikasında komşularımızın tamamıyla çelişki halindeyiz ve bu durum o ülkelerle ilişkilerimize de yansımaya başladı.

        Dibimizde bir mezhep savaşı giderek tırmanıyor.

        Kimi siyasetçilerimiz bu mezhep savaşının terminolojisini kullanmaya başladı bile.

        Bütün bunlar beni ürkütüyor.

        Ben bunları dert ediyorum.

        İçeriyi değil.

        Fedakâr Samet

        BAZI şeyler çok komik görünüyor.

        Mesela Beşiktaş’ta Samet Aybaba.

        “Feda” senesinde “Beşiktaş’a feda olsun” diye geldi.

        Zannettik ki “bedava”ya geldi.

        Gelir gelmez “Feda” demeyen ve ücretinde yüksek bir indirimi kabul etmeyen Quaresma’yı harcadı.

        “Feda” demedi, hakkı olan, sözleşmesinde yazan parayı istedi, daha doğrusu çok fazla indirim yapmadı diye.

        Sezon sonunda yönetim, Samet Aybaba ile de yolları ayırdı.

        “Feda” demedi diye Quaresma’yı harcayan “Fedakâr” Samet Aybaba, “3 yıllık sözleşmem var. Paramı verin” dedi.

        İstediği para ise 5 milyon TL.

        Tipik bizim insanımız işte.

        Fedakârlığı çok sever.

        Başkası yapınca!

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Kanser hastasının öncelikli sorununu sivilcesi zannetmediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar