Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KEREM AKÇA / keremakca@haberturk.com

        Sinema tarihinde David Wark Griffith, Cecil B. DeMille, David Lean gibi yönetmenlerle anılan tarihi-epik, savaş sahnelerinin görkemiyle tarihi hikayeyi iç içe geçiren bir türdür. Son dönemde ise fantastik ile birleşip ‘Yüzüklerin Efendisi’ üçlemesi ve “300” gibi temsiller vermiştir. Faruk Aksoy imzalı “Fetih 1453”, tarihi-epiğin Hollywood’daki modern örnekleriyle akrabalık kurmuyor belki. Ancak Türk sinemasında B sınıfında işlev vermesine alışık olduğumuz bu alana mensup ucuz eserleri dönüştürüp A sınıfına transfer ediyor. Yeni Çağ’ı başlatan İstanbul’un Fethi’ne Fatih Sultan Mehmet ve Ulubatlı Hasan hikayeleri üzerinden odaklanan bu milliyetçi bakışın getirdikleri, 70’ler Hollywood’unda olduğu gibi çoğu zaman hayallerimizin perdede canlanmasını sağlıyor. Lafın özü bu önemli tarihi olay ile ilgili proje üretme konusunda Hollywood’a çalım atan “Fetih 1453”, popüler Türk sinemasının milatlarından biri olarak kabul edilebilir.

        2000’lerde Türk sinemasının ‘popüler’ kanadının aldığı ivme hepimizi mutlu ediyor. Bunun sonucunda da aslında şimdiden oluşan bir kuşaktan bahsedebiliriz. Hollywood anlatısını uygularken tür sinemasına kayan veya kaymayan yönetmenlerin sayısı iki elin parmaklarını çoktan geçmiş durumda. Bu zaman dilimini, 70’li yılların Yeni Hollywood dönemine benzetince aslında “Fetih 1453”ü (2012) de daha doğru bir yere oturtabiliriz.

        Hayallerimizi gerçekleştiren film

        Zira o periyodun en önemli özelliklerinden biri de ucuz ya da B sınıf işlerin seyircinin görmek istediği A sınıfına transfer edilmesiydi. Bir anlamda hayalleri gerçekleştirmekti. Steven Spielberg ve George Lucas’ın önayaklık ettiği bu ‘türsel dönüşüm’ bir hayli etki yarattı. Halen de bambaşka yönetmenlere ve yapımcılara sıçrayarak yoluna devam ediyor. Faruk Aksoy da Türk sinemasının Jerry Bruckheimer’ı olma işlevini daha sağlam temeller üzerine yerleştirme derdinde burada.

        “Büyü” (2004), ‘Çılgın Dersane’ serisi ve ‘Recep İvedik’ serisi derken, korku, gençlik filmi ve komediden sonra tarihi-epiğe açılmış durumda. Aslında bunların tamamının ‘sinema filmi’ düşüncesinin içinde tartışılması çok doğru değil. Ancak Türkiye’ye uygun birer ticari ürüne dönüştükleri çok net. “Fetih 1453”te dördüncü kez yönetmenlik koltuğuna oturan yapımcı kimlikli Aksoy, hayalimiz olan bizim tarihi hikayelerimizi sinema perdesinde profesyonel efektlerle ve ekiple sarma düşüncesini gerçekleştiriyor. Yani Hollywood’un o zamanlar fantastik ve bilimkurguya uyguladığını şimdilik tarihi-epiğe uyarlıyor.

        Türk sineması için milat olabilir

        Bu açıdan popüler Türk sinemasının milatlarından birine dönüşebilecek bir eserden söz edebiliriz. Zira bizim alışık olduğumuz böylesi tabanların ‘avantür’e veya ‘Yeşilçam’ kartonluğuna kayıp ‘destansı’ hiçbir özellik taşımayan ucuz işlere dönüşmesidir. Bunlardan en akılda kalıcı olanları ‘Malkoçoğlu’, ‘Battal Gazi’ gibi kült serilerdir. Beş yıl önce “Son Osmanlı Yandım Ali” (2007) ile bu alanda yaşanan ‘profesyonel yaklaşım’ın üzerine koymak ise Aksoy’un esas amacına dönüşmüş belli ki.

        Oradaki çizgi romansı dokuyu ve efekt seviyesini bir kenara bırakıp alanında dünya standartlarında isimlerle çalışmış yapımcı-yönetmen. Özellikle Benjamin Wallfisch’in orkestra işi besteleriyle John Williams ve Howard Shore’dan aşağı kalmayan bir ‘farkında’lık yarattığı kesin. Bunun işlevsel olmasına, Mirsad Heroviç ve Hasan Gergin gibi popüler sinemayı bilen bir yabancı bir Türk ismin ‘sinematografi’ alanını ince eleyip sık dokuması katkı vermiş.

        Sadece İstanbul’un Fethi’ne odaklanması avantaj sağlamış

        Ancak daha ziyade “Fetih 1453”, İstanbul’un Fethi’ni kanatları altına alırken 160 dakikalık süreyi iyi değerlendirmesi ile dikkat çekiyor. Fatih Sultan Mehmet’in tahta geçişindeki ‘dini’, ‘siyasi’ ve ‘derin’ oyunları masaya yatırırken, onun doğumuna veya süreci ilgilendirmeyen olaylara hiç girmemiş. Padişahın eğitim yıllarını zeki bir sekansla halledip, Karamanoğulları ile mücadelesi başta olmak üzere bu büyük zafer öncesi yaşananlardan bir olay örgüsü oluşturmuş. Ulubatlı Hasan’ın aşk ve ilk bayrak dikme hikayesini de dramatik yapının ortasına aynı önemle yerleştirmiş.

        Fetihe ayrılan bir saatlik son bölümün çekim senaryosunda belli sıkıntılar gözümüze çarpmıyor değil. Hatta çalışılan İspanyol ağırlıklı ekibin Hollywood efektinden ziyade Avrupa’da üreyen profesyonel işleri gözümüzün önünde canlandırdığı söylenebilir. Ancak Aksoy belli ki elindeki 17 milyon dolarlık bütçeyle kalıbına uygun bir iş çıkarmak için kolları sıvamış ve bütçesi 150 milyon doları bulan Hollywood tarihi-epiklerini hedef almamış.

        Her sekans için özel emek harcanmış

        Bunun için de kılıç dövüşü, ata binme, ok atma gibi özel şeyleri eğitime tabi tutarken onlardan yükselen ormandaki çatışma sahnesi, kılıç düellosu sahneleri, eğitim sahnesi, gerçeküstücü kabus sahnesi ve yaban domuzuna ok atma sahnesi gibi bölümlerden bir sinemasal ihtişam aşılamış. Yönetmenin, Era’nın geçmişindeki Haçlı meselesine farklı bir renkle girmesi bir tarafa genelde de renk paletine bir ‘prodüksiyon kalitesi’ getirmesi de sevindirici.

        Zira bu sayede filmin görkeminden yükselen destansılık Türk sinemasında daha önce ‘tarihi filmler’de görmediğimiz o kavramı içeriye sokmuş ve dünya ile yarışmaya çalışan Türk işi bir tarihi-epik ile yüzleştirmiş bizleri. Zaman zaman da Ridley Scott’ın evrenine yaklaştırmış.

        Kalıbına uygun bir milliyetçi omurga

        Bu noktaya gelirken elbette filmin Müslüman-Hıristiyan ya da Osmanlı-Bizans çekişmesi için milliyetçi, ırkçı ve didaktik bir taban izlemesi gayet doğal. Zira Hollywood ile aynı düşüncede olmak için ana akımın öngörüsünü ve buradaki başarı hikayesinin özdeşlemeye açık tarafını da göz önünde bulundurmalısınız. Ulubatlı Hasan ile Fatih Sultan Mehmet’in süreçte yaşadıklarına parça parça odaklanan yapıt da ‘bol malzeme’ açmazından alnının akıyla çıkmış.

        Hatta Aksoy’un genel planlarla kavramaktan ziyade dar çerçeveye sıkıştırmayı tercih ettiği savaş ve çatışma sahneleriyle bir Hollywood görkemi aşıladığı kesin. Onun zekasıyla yakın ve orta ölçekli merceklere odaklanan görsel yapının, bütçenin prodüksiyona göre düşük kaçmasını az hasarla atlattığı da söylenebilir. Zira nihayetinde “Fetih 1453”, ‘Yüzüklerin Efendisi’nden (‘The Lord of the Rings’) “300”e (2006) “Cennetin Krallığı”ndan (“Kingdom of Heaven”, 2005) “Truva”ya (“Troy”, 2004) uzanan bir ‘deja vu’ hissiyatı yaratmayı da becermiş.

        Ancak esasen filmin bir sıkıntısı varsa o da Aksoy’un yönetmen gözünden ziyade yapımcı gözüyle hareket etmesinin ya da kurgu konusuna hiç ağırlık vermemesinin hissedilmesi. Bunun haricinde A tipi bir tarihi-epiğimiz olduğu için vatana millete hayırlı olsun demekten başka bir şey gelmiyor içimizden.

        FİLMİN NOTU: 6

        Künye:

        Fetih 1453

        Yönetmen: Faruk Aksoy

        Oyuncular: Devrim Evin, İbrahim Çelikkol, Dilek Serbest, Cengiz Coşkun, Erden Alkan, Recep Aktuğ

        Süre: 160 dk.

        Yapım yılı: 2012

        İBLİS TÜRKİYE’DE SAHNE ALIYOR

        2000’lerin belki de en zayıf çizgi roman uyarlamalarından “Hayalet Sürücü”, özündeki türleri ve formülleri tepeleme dolduran damarla ilgimizi çekmişti. Ancak bir diğer yandan da dublör bir motosikletçinin varoluş hikayesini ‘inanç’a bağlayan tabanıyla hıristiyanlık güzellemesi yapması gözümüzden kaçmamıştı. ‘Blade’in yaratıcısı ve ‘Tetikçi’nin yönetmen ikilisi ile onun kaldığı yerden alan “Hayalet Sürücü 2: İntikam Ateşi” ise gerçek anlamda daha hızlı, daha dinamik bir çizgi roman uyarlaması. Ancak metnin özündeki çekici tarafları bir bir ayıklayıp, zayıf oyunculuklar ve dini damarla bir yerlere gelme arzusunda gibi daha çok. Filmin bizi ilgilendiren tarafı ise ‘hayalet sürücü’lüğün nesilden nesile geçmesine uzanmasından ziyade hikayesinin çözülme kısmının Pamukkale ve Kapadokya’da geçmesi.

        Özündeki 1972 tarihli çizgi romanın özellikleriyle donatılmış “Hayalet Sürücü” (“Ghost Rider”) adlı sinema uyarlamasını 2007’de izlemiştik. Kendi yarattığı “Daredevil” (2003) ve “Elektra”da (2005) metinsel sıkıntılar yaşasa da benim aksiyon ve mitolojiye yaklaşımı konusunda takdir ettiğim yönetmeni Mark Steven Johnson, işin doğrusu oradaki çok yönlü hikayeyi de olabildiğince iyi kullanabilmişti.

        Yeni ekip adeta sıfır katkı veriyor

        Zira western’den biker film’e (motosikletçilerin maceralarına uzanan yol filmiyle akraba bir tür), şöhret dünyasından şeytani güçlere uzanan ilginç bir ‘füzyon’u vardı o filmin. Fazlaca türü ve formülü iç içe geçirip bunlardan geri dönüşü ‘aksiyon’la alması da bir albeni katkısı getirmişti sözü geçen esere. David S. Goyer’in yani ‘Blade’ serisinin yaratıcılarından birinin imzasını taşıyan senaryosuyla adeta ‘sıfır kilometre’ hale gelen ikinci ‘Hayalet Sürücü’ filmi ise serinin orada kaldığı yerden almış ve ana ekipten sadece Nicolas Cage’i korumuş.

        Onun haricinde bütün kadro değişirken örneğin böylesi prodüksiyonlarda tecrübesiz Violante Placido’nun ‘feminen’ katkısı görülmeye değer noktaya ulaşmamış. Ciaran Hinds, Idris Elba ve Christopher Lambert ise şeytanın dünyamızdaki temsillerini abartılara ve içlerinden fışkıran fantastikliğe bırakarak sanki filmin video piyasasına uygun hale gelmesi için ellerinden geleni yapmışlar.

        Şeytan ve inanç kavramlarını odağına alıyor

        Tüm bunlar bir kenara Neveldine-Taylor ikilisinden bildiğimiz ‘bilgisayar oyunu estetiği’ becerisi burada tam olarak yerine getirilmemiş. ‘Tetikçi’ serisinin ve “Oyuncu”nun (“Gamer”, 2009) geri dönüşü asla metne yansımamış. Aksine açılış sekansındaki ‘devam filmi’ duruşundan ana damarda olanlara kadar gerçek bir ‘hız tutkusu’ izliyoruz. Aralara giren çizgi roman parçaları da sanki kaynağı itiraf edercesine bir portreye kavuşturulmuş gibi. Ancak nihayetinde filmin ‘şeytan’ ve ‘inanç’ meselesine kendini kaptıran süper kahraman prototipinin üzerine ‘Türkiye’ yoluyla gidilmiş.

        Hayalet Sürücü 2: İntikam Ateşi” (“Ghost Rider 2: Spirit of Vengeance”, 2012) de tamamı şeytan gibi dolaşan psikolojik açıdan hasarlı görünen karakterlerinden çekmiş gibi. Belli ki herkese ‘paganizm’ depolayan bu sistemin ajite edilmiş makyajlardan ve efektlerden bir sonuç almak istediği ortada. Nicolas Cage’in eski endamını korumaması bu duruma alan açarken, Neveldine-Taylor ikilisinin de belli yerlerde gaza basması seyir zevkini kuvvetlendirebilmiş. Ancak temelde kesif bir ‘video filmi’ kokusu yayılıyor üzerinize filmi izlerken. Bunun da üç boyutla kurtarılmaya çalışılması pek bir işe yaramamış.

        FİLMİN NOTU: 3

        Künye:

        Hayalet Sürücü 2: İntikam Ateşi (Ghost Rider: Spirit of Vengeance)

        Yönetmen: Mark Neveldine, Brian Taylor

        Oyuncular: Nicolas Cage, Violante Placido, Christopher Lambert, Idris Elba, Ciaran Hinds, Johnny Whitworth

        Süre: 95 dk.

        Yapım Yılı: 2011

        MUPPET SHOW’U KÜLLERİNDEN ÇIKARMA ARAYIŞI

        Mary Popppins” ile “Chitty Chitty Bang Bang”te gördüğümüze benzer bir aile filmi müzikali denemesi. Bu seferki hedef ise nostaljik hislerle hatırladığımız Muppet Show’u ‘Hollywood eskiyen değerlerini yeterince korumuyor’ kıvamında bir şablona sokmak. Bu hedef doğrultusunda Apatow okulundan yetişmiş senaristlerin ve müzikal koreografilerinin gücüyle Muppet figürünü günümüze uyarlayan yapıtın, son düzlükte didaktizm açmazına düştüğü söylenebilir. Nihayetinde “Muppets”, yine müzikal ve masal kavramlarından beslenen “Manhattan’da Sihir” kadar dönüşümcü bir format sunmasa da alanında samimi ve izleyenlerini kendisine bağlayan bir seyirlik vaat ediyor.

        50’lerde müzikalin önemsenen bir türe dönüşüp Hollywood’u fethetmesiyle birlikte ‘sevilen kaynak’tan doğan ‘melez (birçok türü iç içe geçiren) örnekler’ de devreye girmişti. “Oz Büyücüsü”nün (“The Wizard of Oz”, 1939) ‘peri masalı’ işlevi bir tarafa “Mary Poppins” (1964) ve “Chitty Chitty Bang Bang” (1968) gibi şimdilerde ‘aile filmi müzikali’ etiketiyle markalaşan eserler izledik. “Muppets” (“The Muppets”, 2011) da sanki 1976’da çekilen meşhur TV dizisi ‘Muppet Show’u (‘The Muppet Show’) bu kalıba uydurmanın peşinde gibi. Bir tutam fantezi, bir tutam koreografi, bir tutam eğlence içererek bunların tamamından bir bütün çıkarmayı hedefliyor. Adeta yediden yetmişe her yaştan izleyiciye hitap eden bir sinema deneyimi yaşatmayı kafasına koymuş diyebiliriz.

        Muppet’ları yanımızdaki koltuğa oturtuyor

        Bilgisayar animasyonlarının etrafı sardığı bu dönemde bu amacına ulaşıyor mu peki? Aslında “Manhattan’da Sihir” (“Enchanted”, 2007) gibi animasyon karakterler ile kurmaca zeminini bir araya getirip müzikalden de beslenen “Şrek” (“Shrek”, 2001) etkisinde bir başka ‘füzyon’ (fazlaca türü ve formülü iç içe geçirme tekniği) örneğinin varlığı bunu engelliyor. Ancak Jason Segel-Nicholas Stoller ikilisinin Judd Apatow ekolünden gelen alaycı diyalog yazma yetisi bu filmin de ruhuna yansımış kabul edelim.

        Hollywood eski değerleri unuttu’ya odaklanan iğneleyici bakış açısı, beraberinde keyifli bir müzikal mizanseni getiriyor. Kermit, Piggy ve diğer kuklaları ‘acaba gerçekler mi?’ düşüncesiyle adeta yanımızdaki koltuğa oturtmayı da beceriyor. Walker adlı gerçek bir kukla karakterin onlara hayranlığından başlayan 80’lerin ‘16 mm’ dokusunun devamında gelenler bir yere kadar seyirciyi doyuruyor. Aşkla, Muppet’larla ve gerçeklerle dalgasını geçen yapı da hakkıyla yerine getiriliyor.

        Son dilimde didaktizm açmazına düşse de birçok aile filminin üzerinde

        Man or Muppet’ başta olmak üzere müzikal koreografileri ise Amy Adams’ın Judy Garland ile Julie Andrews arasında gidip gelen sahne kimliği ve makyajıyla da bir şekilde nostalji hissi yaratıyor. Ancak Segel-Adams çiftinin ve onların Walker adlı oğullarının hikayesi; ‘Muppets Telethon’a kadar ulaşan ‘yol’da çok şey katetse ve söylese de son 40 dakikada bir didaktizm ve aile sevgisi inisiyatifi eline geçiriyor.

        Zaten böylesi filmlerin dakikası 90’dan uzun olmaması gerekirken adeta ‘ağlatmaya davetiye çıkaran’ karton final bölümü birazcık samimi dokudan uzaklaştırıyor bizleri. Görkemli müzikal koreografileri de geriye çekilince sanki ‘insan mı kukla mı?’ sorusundan ziyade Muppet’ların eline geçen mizansen, ‘kör kör parmağım gözüne aile boyu Hollywood muhafazakarlığı’ temsiline dönüşüyor gibi. Her şeye rağmen birçok aile filminin üzerinde bir yapıt bu. En azından formülüyle eğlendiriyor. O noktada da daha baskın müzikal koreografileriyle çıtayı yükseklere koyabilirmiş hissiyatını harekete geçiyor.

        FİLMİN NOTU: 5.5

        Künye:

        Muppets (The Muppets)

        Yönetmen: James Bobin

        Oyuncular: Jason Segel, Amy Adams, Chris Cooper, Alan Arkin, Whoopi Goldberg

        Seslendirenler: Steve Whitmire, Eric Jacobson, Peter Linz

        Süre: 103 dk.

        Yapım Yılı: 2011

        KEREM AKÇA’NIN VİZYON FİLMLERİ İÇİN YILDIZ TABLOSU

        Acı Tatlı Tesadüfler (Ma Part du Gateau / My Piece of the Pie): 6.1

        Artist (The Artist): 6

        Aşk ve Devrim: 3.9

        Ay Büyürken Uyuyamam: 0.8

        Berlin Kaplanı: 3.2

        Bisikletli Çocuk (Le Gamin au Vélo / The Kid with a Bike): 6.8

        Bu Son Olsun: 4

        Çizmeli Kedi (Puss in Boots): 6

        Demir Leydi (The Iron Lady): 5.9

        Duyguların Rengi (The Help): 4

        Düşler Bahçesi (We Bought a Zoo): 2.8

        Ejderha Dövmeli Kız (The Girl with the Dragon Tattoo): 7.8

        Eşruhumun Eşzamanı: 0.9

        Güzel Günler Göreceğiz: 3

        Hugo: 7.3

        İçimdeki Şeytan (The Devil Inside): 1.3

        İz (Reç): 4.8

        Jack ve Jill (Jack and Jill): 2.1

        Jane Eyre: 4

        Johnny English’in Dönüşü (Johnny English Reborn): 4

        Karanlık Saat (The Darkest Hour): 3.3

        Karanlıklar Ülkesi: Uyanış (Underworld: Awakening): 5.4

        Karanlıktan Korkma (Don’t Be Afraid of the Dark): 5.5

        Katil Köpek Balığı (Shark Night 3D): 4.7

        Kazanma Sanatı (Moneyball): 6.1

        Kevin Hakkında Konuşmalıyız (We Need to Talk About Kevin): 7.8

        Köstebek (Tinker Tailor Soldier Spy): 7.9

        Kurtuluş Son Durak: 4

        Labirent: 5.5

        Marilyn ile Bir Hafta (My Week with Marilyn): 4

        Mavi Pansiyon: 5

        Melankoli (Melancholia): 3.5

        Mission Impossible: Ghost Protocol: 3.8

        Musallat 2: 5.3

        Nar: 6.1

        Neşeli Ayaklar 2 (Happy Feet Two): 5.9

        Savaş Atı (War Horse): 6.4

        Sherlock Holmes: Gölge Oyunları (Sherlock Holmes: A Game of Shadows): 6.5

        Sürücü (Drive): 8.1

        Tutku Günlükleri (The Rum Diary): 5.5

        Utanç (Shame): 5.8

        Yangın Var: 4.7

        Zenne: 3

        Not: Yıldızlar, 10 üzerinden verilmektedir.

        Diğer Yazılar