Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        FİNALDEKİ şiirde, hayatın “aydınlıktan karanlığa bir yolculuk” olduğu söylense de “Cennet” (Eden) karanlığın içindeki gölgelerle başlıyor. Sene 1992 ve Paul (Felix De Givry), alacakaranlıkta uçan “rengârenk animasyon bir kuş” görüyor. O kuş bizi Paul’ün geleceğine dair ümitlendiriyor. Nasıl ümitlendirmesin ki? DJ’lerin önem kazandığı, “garage” akımının şekillendiği, Fransız elektronik müziğinin altın çağına doğru ilerleyen bir dönemin hemen başındayız ve Paul, annesinin karşı çıkmasına rağmen “iş güç sahibi” olmak yerine arkadaşıyla birlikte DJ’lik yapmaya karar veriyor. Hem büyük bir başarı hikâyesine hem de Fransız elektronik müziğinin yıllar içindeki gelişimine şahit olmak için hevesleniyoruz. Ne var ki, “Cennet” Amerikan tarzı başarı hikâyelerinin tam zıt kutbunda yer alan bir film.

        HÜZÜNLÜ BİR BÜYÜME HİKÂYESİ

        Fransız yönetmen Mia Hansen- Love 2011 yapımı filmi “Elveda İlk Aşk”ta (Un amour de jeunesse – 2011) olduğu gibi yine yıllara yayılan gerçekçi ve hüzünlü bir büyüme hikâyesi anlatıyor. 1992’den 2010’ların başlarına kadar uzanan bir süreç boyunca Paul’ün aşklarını, hayal kırıklıklarını, başarılarını, başarısızlıklarını, arkadaş çevresiyle ilişkilerini, mesleki sorunlarını, ABD turnesini, uyuşturucu bağımlılığını, bir türlü bitmeyen maddi sorunlarını, kısaca hayata tutunma çabalarını seyrediyoruz. Yönetmenin kardeşi Sven’in hayatından esinlenen film, bize kendi gençliğimizi, hayallerimizi, hüsranlarımızı ve yüzümüze çarpan gerçekleri düşündürüyor.

        GÖZLEMCİ GİBİ TAKİP EDİYOR

        Mia Hansen-Love, genellikle yakın plan çalışan hareketli kamerasıyla film boyunca Paul’ü adeta tarafsız bir gözlemci gibi takip ediyor. Onun ve sevgililerinin nerede yanlış ya da doğru yaptığı konusundaki kararı bizim vermemizi istiyor. Ana akım sinema anlayışının aksine, seyirciye hiçbir şey dayatmadan her şeyi sadece gözlemlemek isteyen alternatif bir yönetmenlik anlayışı bu. Belli ki yönetmenin amacı iyimser, romantik, neşeli bir yaşam sevgisini telaşsız, şirin bir disko ritmiyle buluşturan Fransız elektronik müzik geleneğinin sinemasal karşılığını yakalamak. Bence yakalıyor da. Dolayısıyla, hem söz konusu müzik türünü hem de anlatım denemelerini sevenlere hitap eden bir film.

        Filmin notu: 7

        Aşk ve tutkunun 3 hali

        Thomas Hardy’nin ünlü romanından sinemaya uyarlanan “Çılgın Kalabalıktan Uzak” (Far From The Madding Crowd), 1870’li yıllarda İngiltere’nin kırsal kesiminde başına buyruk yaşamak isteyen bir kadının ve ona ilgi duyan 3 erkeğin hikâyesini anlatıyor

        İNGİLİZ yazar Thomas Hardy (1840 – 1928), 19. yüzyıl sonu İngiltere’sinde ve genellikle kırsal kesimde geçen romanlarında farklı bir yol izlemek isteyen bireylere odaklanır. Karakterler arasındaki sorunlar ve çatışmalar, toplum tarafından dayatılan katı kurallar ve sınıfsal farklılıklardan doğar. Roman Polanski 1979 yapımı “Tess”te iyi bir Hardy uyarlamasının püf noktaları hakkında iki önemli ipucu vermişti.

        BEKLENMEDİK BİR ANDA GİRİYOR

        Bir; Hardy romanları, ağırbaşlı bir hikâye anlatma sinemasıyla daha iyi gider. İki; eserlerinde önemli bir yer tutan doğa tasvirlerini görmezden gelirseniz romanların ruhunu da elinizden kaçırırsınız. Özetle, Hardy romanları tablo tadında doğa görüntüleri ve sakin bir ritimle akmalıdır. Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg, David Nicholls’un sinemaya uyarladığı “Çılgın Kalabalıktan Uzak”ta bu ilkeleri aynen uyguluyor. Gerçi film “Tess”e oranla daha hızlı akıyor ama Vinterberg, özellikle karakterler arasındaki ilişkileri anlatırken oyunculara geniş bir alan açmayı ihmal etmiyor. Oyuncular sadece diyalogların değil sessizliklerin de hakkını veriyor.

        1870 yılında İngiltere’de geçen film; annesiz babasız büyümüş, özgür ruhlu bir genç kadın olan Bathsheba Everdene’in (Carey Mulligan) ve hayatındaki 3 erkeğin hikâyesini anlatıyor. Orta halli bir çiftçiyken Bathsheba’ya evlenme teklif eden Gabriel Oak’u Matthias Schoenaerts canlandırıyor. Amcasından kalan çiftliğin başına geçen Bathsheba ile ilgilenen ikinci erkek ise varlıklı toprak sahibi Boldwood (Michael Sheen) oluyor. Beklenmedik bir anda oyuna genç ve yakışıklı aristokrat Francis Troy (Tom Sturridge) da giriyor.

        Vinterberg, Bathsheba’nın iç dünyasında yaşadığı duygusal karmaşayı Carey Mulligan’ın oyunculuğunun yardımıyla incelikle gözlemliyor. Bathsheba ile Gabriel arasındaki sevgi bağının derinliği öykünün en güçlü yanı. İlişkilerinin tek düşmanı sınıfsal farklılık değil, her ikisini de teslim almış olan kibir...

        DUYGULARIYLA BARIŞIK BİR KADIN

        Karşı karşıya oynadıkları her sahnede söyledikleri kadar akıllarından geçenleri de düşünüyoruz. Kırılgan ve duygusal Boldwood ise filmin belki de en tutkulu, özü sözü bir ve gözüpek âşığı. Bathsheba, üç erkekle de aşkın, sevginin ve tutkunun farklı hallerini yaşıyor. Bazen kendini bastırarak bazen duygularına kapılarak büyük hatalar yapabiliyor ama Vinterberg onu çevreleyen toplumsal yapıdaki sorunları bize hiç unutturmuyor. Bathsheba, evlilik yoluyla kadına “erkeğin malı” olmanın dayatıldığı bir toplumda duygularıyla barışık bir kadın olarak ayakta kalmaya çalışıyor. Filmin bir yerinde söylediği gibi “kurallarını erkeklerin koyduğu bir dilde kendini ifade etmenin yolunu” arıyor. Vinterberg, önceki filmlerinde olduğu gibi yine toplumun ezici hâkimiyetine karşı kendi olmaya çalışan bireyin yanında yer alıyor. “Çılgın Kalabalıktan Uzak” sadece 19. yüzyıl sonunda yaşayan bir kadınla ilgili değil; toplum dışı kalmadan doğru olanı bulmaya çalışan ve yanılmaktan korkmayan bir insanın öyküsü aslında.

        Filmin notu: 7

        Diğer Yazılar