Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kaybettiği annesine ulaşmak isterken öte dünyadan kötü bir ruhun gelmesine vesile olan genç bir kızın hikâyesini anlatan “Ruhlar Bölgesi: Bölüm 3” (Insidious: Chapter 3) korku türünü sevenlere sıkı bir gerilim vaat ediyor.

        FİLMİN NOTU: 6.5

        2011’de gösterime giren ilk film “Ruhlar Bölgesi” (Insidious), eski moda gerilim sinemasına bir dönüş niteliği taşıyordu. Özellikle anlatımını ve “gerilim yaratma stratejisi”ni beğenmiş, çocukluğumun, gençliğimin klasik korku filmlerinin tadını yakalamıştım. Serinin ikinci bölümü, aynı karakterleri kullanan yeni bir hikâye aracılığıyla aynı gerilim tarzını devam ettiriyordu. Üçüncü filmde yönetmen değişse de, tarz aynı kalıyor. Film yine ağır ama gergin bir tempoyla açılıyor. Medyum Elise’in (Lin Shaye) evinin loş huzursuzluğu, pencerelerden sızan gün ışığının aydınlatamadığı o karanlık bölgeler daha ilk anlardan filmin tekinsiz atmosferini inşa etmeye başlıyor. Yönetmenliği James Wan’dan devralan, ilk iki filmin senaryo yazarı ve oyuncusu Leigh Whannell, özellikle ilk yarıda geniş açı lensler kullanarak iç mekânlarda seyirciyi huzursuz eden kadrajlar yakalıyor. Annesinin ruhuyla temasa geçmek isteyen lise öğrencisi Quinn’in (Stefanie Scott), “öte dünya”dan farkında olmadan çağırdığı kötü ruhun varlığını ilk hissettiği sahnelerin çok iyi planlanıp çekildiğini söyleyebilirim. Whannell gerilimi kurguyla değil, kadrajın büyük bölümünün karanlıkta kaldığı, kameranın yavaşça hareket ettiği uzun planlarda yakalıyor. Özellikle Quinn’in yatak odası ve üst kattaki boş daire sahnelerinde Brian Pearson’un karanlığın içindeki figürleri çok iyi kullanan görüntü yönetiminin de gerilime katkısı önemli. Filmde galiba en çok karakterlerle birlikte kötü ruhu aradığımız uzun planlar korkutuyor. Bunlardan birkaç tanesi çığlık attırabilecek cinsten.

        ÖYKÜNÜN YEGÂNE AMACI KORKUTMAK

        İkinci yarıda ise öykünün artık “ruhlar bölgesi”nde geçmeye başlamas ı ve karakterlerin ruhlarla fiziksel kontak kurmasıyla birlikte film çağımızın standart gerilim klişelerine teslim oluyor: Yani, ritim hızlanıyor, kurguya dayalı şoke edici planlar çoğalıyor ve özel efekt ağırlıklı bir korku sineması başlıyor. Filmde Specs karakterini canlandıran Leigh Whannell, yönetmenlikte James Wan kadar usta olmasa da üstüne düşeni yapıyor. Ama Whannell’in öykünün geçtiği eski binayı yeterince güçlü bir figür haline getiremediğini düşünüyorum. Bunu, Amerikalıların “apartman gerilimi” konusundaki tecrübesizliklerine bağlamak mümkün.

        Öykü açısından bakarsak “Ruhlar Bölgesi: Bölüm 3”ün serinin önceki örnekleri gibi alt metinler açısından zayıf olduğu kesin. Öykü bu kez annenin ölümüyle dağılmış orta halli bir ailede geçiyor. Genç kız annesinin ölümüne alışamıyor, baba (Dermot Mulroney) iki çocuğuna yetişemiyor vb... Kötü ruh aslında sembolik olarak biraz da aile üyeleri arasında “ruhsal dayanışma” eksikliği nedeniyle sızıyor eve. Ama alt metinlerden ziyade yegâne amaç içgüdülerimize seslenerek bizi korkutmak.

        BECERİKSİZ ‘HAYALET AVCILARI’ GÜLDÜRÜYOR

        Filmin hoş yanlarından biri, Ellis, Tucker (Angus Sampson) ve Specs’in tanışıp ekip olmaya karar verdikleri macerayı seyrediyor olmamız. Beceriksiz “hayalet avcıları” Tucker ve Specs filme biraz olsun mizah unsuru da katıyorlar. Üç filmde de yer alan Ellis bu kez öyküye ağırlığını koyan daha güçlü bir karakter. Bir bütün olarak senaryonun biraz yavan kaçtığını düşünsem de “Ruhlar Bölgesi Bölüm 3”ün “sallantılı haber kamerası” ile çekilen birçok korku filmine oranla sinemasal açıdan daha keyifli bir seyir vaat ettiğini düşünüyorum

        Diğer Yazılar