Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Alman yönetmen Christian Petzold “Yüzündeki Sır”da (Phoenix), II. Dünya Savaşı sonrasında toplama kampından kurtulan ve Tel Aviv’e gidip yeni bir hayat kurmak ile Berlin’de eşini aramak arasında kalan bir kadının hikâyesini anlatıyor

        CHRISTIAN Petzold’un 2012 tarihli “Barbara” filmi, Doğu Almanya’da yaşayan ve Batı’ya iltica etmeye çalışan bir doktorun öyküsünü anlatıyordu. Petzold, daha önceki Soğuk Savaş ve iltica öykülerini bir yana bırakıyor; politika ve duygu sömürüsünden uzak durarak, tarihin belirli bir noktasından sosyalizme ve kapitalizme bakıyordu. “Yüzündeki Sır” da bizi yine Almanya tarihinin bildiğimiz bir noktasına götürüyor ama hikâyeyi farklı bir şekilde kuruyor.

        BERLİN İLE TEL AVİV ARASINDA

        II. Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde, Amerikan ordusunun henüz Almanya’yı terk etmediği bir dönemdeyiz. Toplama kamplarından yüzü tanınmayacak halde gelen Nelly (Nina Hoss), estetik bir operasyon geçiriyor. Nelly’yi Nazilere eşinin ihbar ettiğine inanan Lene (Nina Kunzendorf), onu Tel Aviv’de yeni bir hayat kurması için teşvik ediyor. Nelly ise ailesinden kalan mirası alıp 3 yıl sonra İsrail’in kurulacağı topraklara yerleşmek yerine Berlin’in harabe ve tekinsiz sokaklarında eşini aramaya başlıyor. Eşi Johannes’i (Ronald Zehrfeld) bulduğunda ise beklenmedik bir şey oluyor. Geçirdiği estetik ameliyat nedeniyle kocası onu tanımıyor ama ondan karısına çok benzediğini söyleyerek bir konuda yardım istiyor. Hikâyede inandırıcı durmayan bazı noktalar bulmak mümkün. Ancak Petzold’un amacı, bence gerçekçilik değil. Johnny ile Nelly’nin oynadığı “tuhaf oyun” aracılığıyla, savaş sonrası Almanya’sının insanlar üzerinde bıraktığı ağır travmalara ve travmalarla baş etme yollarına bakmak.

        GERÇEKLE YÜZLEŞMEK

        Nelly, seyirci için rahatsız edici pasif bir karaktere dönüşme pahasına eşinin önerdiği “tuhaf oyun”a katılmayı kabul ediyor. Aynı oyunun içinde olsalar da gerçek arzuları birbirlerine taban tabana zıt. Johannes, “Johnny” olarak yeni bir hayata başlamak, geçmişi silip önüne bakmak ve belli ki bütün suçu Nazilere atarak vicdanını rahatlatmak istiyor. Nelly ise tam aksine geçmiş ve gerçekle yüzleşmeyi istiyor. Kaldı ki, Nelly’yi ilgiye değer bir karakter haline getiren özelliği, gerçeği ararken kendisine zarar vermekten hiç korkmuyor oluşu ve Lene’nin ısrarlı çabalarına rağmen politik ya da ahlaki davranmayı reddedişi... Başlangıçta pasiflik olarak yargıladığımız davranışı aslında bir cesaret örneği. Bazen asıl cesaret, kaçıp gitmektense gerçek duygularımızla yüzleşmek değil midir? Nelly de Tel Aviv’e gidip soykırımın acılarını geride bırakmak yerine, dumanı hâlâ tüten “olay mahallinde” kocasıyla yüzleşmek ve sonuna kadar duygularının peşinden gitmeyi tercih ediyor.

        Nelly’yi canlandıran Nina Hoss, Petzold için “Barbara”da olduğu gibi yine en az kurgu ya da kamera kadar önemli bir anlatım enstrümanı. Kaldı ki, Petzold öyküyü biraz da Nelly’nin fiziksel değişimi üzerinden anlatıyor. İlk sahnede yüzü sargılar içinde karşımıza çıkan Nelly’nin eski haline dönüşmesiyle özgürlüğü bulması arasında bir paralellik kuruyor. “Yüzündeki Sır”ın zayıf olan yanı, seyirci olarak Nelly’nin en sonda geleceği noktayı en başından hissediyor olmamız. Yine de Petzold’un bildik hikâyeleri daha önce anlatılmamış tarzda yorumlamasını seviyorum. “Barbara”da olduğu gibi öyküsünü insan merkezli bir yaklaşım üzerinden anlatıyor ve toplama kampları, İsrail’in kuruluşu, savaş sonrası, hatta bugünün Almanya’sı üzerine düşünmemizi sağlayan dolaylı ama anlamlı bir politik perspektif çizmiş oluyor.

        Filmin notu: 7

        Diğer Yazılar