Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Seth MacFarlane’in yazıp yönettiği 2012 tarihli “Ayı Teddy” (Ted), oyuncak ayının canlanması fikrinden yola çıkan fantastik bir komedi değildi sadece. Hep ergen delikanlı gibi kalmak isteyen, evliliğini dahi “oyuncağından ayrılmadan” sürdürmeyi deneyen bir erkeğin hikâyesiydi. MacFarlane’in seslendirdiği ayı Ted, John’un (Mark Wahlberg) geride bırakamadığı çocukluğunun, gençliğinin simgesiydi. Ancak ilk film bir çeşit olgunlaşma süreciyle sona ermiş; John, eşi Lori ve Ted uzlaşmanın bir yolunu bulmuştu. Eski usul görkemli Hollywood müzikallerini andıran bir jenerikle açılan ikinci film ise olgunlaşma ve uzlaşmanın faydasızlığını vurguluyor. Lori’den ayrılan John, bırakın olgunlaşmayı, bir kızla birlikte olmayı dahi beceremeyen bir porno müptelasına dönüşmüş durumda. Ancak öykü, bu kez onu değil, Ayı Ted’i odağına alıyor. Ted’in evliliği, evlilik krizleri ve çocuk sahibi olmak için yaptığı başarısız girişimler, vatandaşlık hakları mücadelesiyle sürüyor.

        ‘BEN EŞYA DEĞİLİM’

        İlk filmde ABD, Ted’i bir medya yıldızı yaptıktan sonra unutuyordu. Yeni filmde ise Ted’in baba olmak istemesiyle birlikte devlet aniden Ted’i hatırlıyor, “Sen insan değil eşyasın” uyarısını yaparak haklarını elinden alıyor. Ted’in “bir insan olarak kabul edilmek” için verdiği hukuk mücadelesinin özünde aslında başka bir şey yatıyor. İki çocukluk arkadaşı, olgunlaşmayı reddederek kendilerini topluma kabul ettirmek istiyorlar. İlk filmde John, Ted’i frenlemeye çalışıyordu. Bu kez ikisinin de çocuk gibi davrandıklarını ve mutluluğu öyle bulduklarını hesaba katarsak, MacFarlane’in açıktan açığa yetişkinlerin ergen gençler gibi davranma ve eğlenme hakkını savunduğunu düşünüyorum. Filmin en hoş ve keskin ironisi de galiba burada gizli. MacFarlane, çocukluklarını uzatmak isteyen bu iki erkek arkadaşın tarafını tutarak ve yer yer azınlık hakları mücadelelerine de gönderme yaparak “onları olduğu gibi kabul edelim” demeye getiriyor. İnsanların her yıl hayran olduğu film kahramanlarının kılığına girip katıldığı ComicCon adlı fuarın filmdeki varlığı önemli. ComicCon, büyümeyen çocukların buluştuğu ya da yetişkinlerin çocukluğa kaçtığı bir yer değil mi? John’un, ilk filmdeki Lori gibi onu değiştirmek isteyen biriyle değil, tam aksine onu olduğu gibi kabul eden bir kadınla mutlu olabileceği de vurgulanıyor.

        YETİŞKİNLERE YÖNELİK BİR MİZAH VAR

        Amanda Seyfried’in canlandırdığı çaylak avukatın belki popüler kültürle arası iyi değil ama üstünlük taslamadan Ted ve John’la aynı dalga boyunda takılması, eğlenmesi kayda değer bir nokta. “Ayı Teddy 2”yi sevmek ve gülmek, biraz onlarla aynı dalga boyunu yakalamakla ilgili. Kendi adıma hâlâ büyümemiş Ted ve John’la gerçek hayatta takılmak istemezdim belki ama her koşulda beni güldürüp eğlendireceklerini de biliyorum. Son olarak, kesinlikle bir çocuk filmi olmadığını belirteyim.

        SATILIK BEDEN

        “THE Cell”, “The Fall” gibi biçimciliğin ağır bastığı fantastik filmleriyle tanıdığımız yönetmen Tarsem Singh, David ve Alex Pastor’un yazdığı bir senaryoyla geliyor karşımıza. “Self/less” ölümcül bir hastalık nedeniyle kaçınılmaz sonuna doğru ilerleyen çok zengin bir adamın (Ben Kingsley), genç ve yakışıklı bir bedende (Ryan Reynolds) yeniden dünyaya gelmesini anlatıyor. “Deri Değiştirme” adı verilen teknolojiyle eski beden mezara giderken, bilinç bir başka bedende hayata devam ediyor. Damian için bir süre her şey yolunda gidiyor ama zaman geçtikçe yeni bedeniyle ilgili kendisine söylenen yalanları keşfetmeye başlıyor.

        BİR KAÇIP KOVALAMACA ÖYKÜSÜ

        “Self/less”in beden değiştirerek gençleşmek ve bunun ortaya çıkaracağı muhtelif psikolojik sorunlarla ciddi ciddi ilgilendiği söylenemez. Film bir noktadan sonra, Damian’ın bir kadın ile bir çocuğu kurtarmak için kötü adamları sinek gibi öldürdüğü bir kaçıp kovalamaca öyküsü haline geliyor.

        BİLİMKURGUDAN ZİYADE AKSİYON AĞIRLIKLI

        “Self/less” felsefenin antik çağlardan bu yana uğraştığı beden-ruh ikilemi konusuna da ilgisiz kalıyor. Daha çok “paranın yeni bir bedeni satın almasının çıkaracağı ahlaki sorunlar” üzerine şekilleniyor film. “Zengin de olsan edebinle ölmesini bileceksin” türünde bir mesajı olduğu söylenebilir ama tüm bunlar bir kahramanlık öyküsü çevresinde anlatılıyor. Yönetmen Singh, video klipleri ya da reklamları andıran ritmik bir kurguyla, renkli, canlı bir New Orleans dekorunda çekmiş filmini. Kolayca seyrediliyor ama geriye dişe dokunur bir şey kalmıyor. Zaten asıl amaç, öyküsüyle öne çıkan bir bilimkurgu filminden çok silahlı çatışma, dövüş ve aksiyon sahnelerini peş peşe dizmek...

        Diğer Yazılar