Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tom Cruise yapımcı ve star olarak seriyi sinemaya uyarladığı 1996’dan bu yana hep iddialı, yıldız yönetmenlerle çalıştı. Ancak bu kez tercihini daha çok senaryo yazarı olarak kendini kanıtlamış bir isimden yana yaptığını görüyoruz. Uzun bir aradan sonra çektiği ikinci filmi “Jack Reacher” (2012) ile yönetmenliğe ısınan McQuarrie, serinin genel yapısını ve karakteristik özelliklerini koruyan bir senaryoyla geliyor karşımıza. Ama seriye yeni bir ruh getirdiğini söylemem mümkün değil. “Görevimiz Tehlike” serisi, CIA’nın sınır ötesi operasyonlarını meşrulaştıran, hükümet deviren darbelerini savunan televizyon dizisinin tam aksi yönde ilerlemesiyle öne çıkar. Eleştirmenler nezdindeki başarısının sırrı, bu politik tavrıyla da ilgilidir.

        GİZLİ ÖRGÜTLER

        Ethan Hunt sadece kötü adamlara karşı değil, ABD’nin derin devletine karşı savaşır; CIA’dan bağımsız olarak kendi hedeflerinin peşinde koşar. McQuarrie de formülü bozmuyor. Hunt, CIA’nın emir komuta zincirine karşı çıkarak Sendika adlı gizli örgütün peşine düşüyor. Ancak CIA ile Ethan Hunt arasındaki çelişki ve çatışma bu kez politik nitelik taşımıyor. Daha çok bir “yanlış anlama” söz konusu. Alec Baldwin’in oynadığı CIA yöneticisi Alan Hunley, Sendika adlı örgütün Hunt’ın uydurması olduğunu düşünüyor ve Hunt’ın da yer aldığı IMF birimini tasfiye ediyor. Dolayısıyla, bu kez bir “derin devlet ya da ABD eleştirisi”nden söz edemiyoruz. Önceki filmlerinde de politik bir perspektife sahip olmayan McQuarrie’nin sayesinde Hunt, seri boyunca “gerçek bir Amerikan kahramanı” olmaya belki de ilk kez bu kadar çok yaklaşıyor. Filmin en sağlam yanı ise aksiyon ve olay örgüsü. McQuarrie, hareketli sahneleri peş peşe sıralamayı, tempoyu yüksek tutmayı ve aksiyonla öyküyü entegre etmeyi ustalıkla çözüyor. Tom Cruise’un dublör kullanmadan oynadığı açılıştaki uçak sahnesi gerçekçi ve hoş ama ben filmde en çok Viyana’daki opera sahnesini beğendim. Puccini’nin “Turandot” operasının açılışı sırasında salon, sahne, kulis, ışık odası, localar ve lobide olup bitenleri harika bir kurguyla birleştiren akılda kalıcı bir suikast sahnesi bu... McQuarrie, serinin alametifarikalarından biri olan “soygun sahnesi”nde de yazar ve yönetmen olarak yine parlak bir iş çıkarıyor. Tom Cruise’un su altında saniyelerle yarıştığı bu sahnede gerilim ile mizahı birlikte kullanması dikkat çekici. Ancak McQuarrie buradaki mizahı genele yayamıyor. Bunun en önemli göstergesi de, Benji rolündeki Simon Pegg’in komedi yeteneklerini önceki filmlere oranla çok etkin kullanamıyor olması.

        ŞIK AKSİYON SAHNELERİ

        Filmin hızlı temposu içinde bir eksiklik gibi görünmese dahi McQuarrie’nin karakterler arası dramatik çatışmalar konusunda da iyi iş çıkardığını düşünmüyorum. Bunda kötü adam karakterinin iyi yazılmamış olmasının da payı var. En etkili ve güçlü dramatik anlarda ise hep gizemli Ilsa Faust karakteri var. Bir dönemin ünlü İngiliz aktrisi Susannah York’u hatırlatan fiziğiyle İsveçli Rebecca Ferguson, ıstırabını İngiliz soğukkanlılığıyla gizleyen Ilsa’ya başarıyla hayat veriyor. “M:I-Rogue Nation”ı, serinin Brad Bird imzalı önceki filmi kadar iyi bulmasam da şık aksiyon sahneleriyle rahat izlenen, oyalayıcı bir film olduğunu düşünüyorum. Filmin notu 6.5

        Diğer Yazılar